Müzede Sahne, Sahnede Dünya

Hikâye anlatıcılığı etik bir varoluşu, vicdanı, başkalarına karşı sorumluluk bilincini, doğaya saygılı yaklaşmayı öğretmenin en etkili biçimlerindendir. Müzede Sahne sanat yönetmeni Emre Koyuncuoğlu da, geliştirdikleri ve destekledikleri projelerle ilgili olarak, “Yaşamın etik ve politik anlamda yeniden yaratılmasına, hikâye anlatımıyla katkı sunmayı bir gereklilik saydık”, diyor.

Artık sıkılmaya başladığım uzun süren yaz tatilimi, bir arkadaşımın davetiyle geçen hafta sonu sonlandırıp İstanbul’a geldim. Önce bunaltıcı nemli sıcağa maruz kalınca, hemen “neden geldim ki?” diye huysuzlanmaya başladım ama yeniden yerleşme faslını bitirip arkadaşımın davetine icabet edince huysuzluğumun yerini memnuniyet almaya başladı.

Gittiğim yer bir müze olarak adlandırılıyor ama zamanla bir müzenin ötesine geçerek geniş bir sanat alanı haline geldi. Kısaca SSM olarak da bilinen Sakıp Sabancı Müzesi, zengin bir hat ve resim koleksiyonuna sahip olduğu gibi, her yıl ünlü yabancı ve Türk sanatçıların tematik sergilerine de ev sahipliği yapıyor. Ayrıca, içeriğini genişleterek, bir süredir gösteri ve performans sanatları programlarına da alan açtı. Sanat yönetmenliğini Emre Koyuncuoğlu’nun yaptığı, Müzede Sahne her yaz düzenlenen açık hava etkinlikleriyle geleneksel hale gelerek şehrin kültür sanat hayatına yeni bir renk kattı. Bu yıl altıncısı düzenlenen etkinliğin teması iklim krizi ve ekolojik yıkım; başlığı da, atmosferde ölçülen en yüksek karbondioksit oranı 419 PPM’e dikkat çekmek amacıyla, “Dünya 419 PPM Bir Sahne” olarak belirlenmiş.

Sanatın politik işlevi

İklim kriziyle ilgili dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de acil durum sinyalleri yanıyor; kuraklık ve aşırı yağışlar arasında şaşkına dönerken, orman yangınları ve sellerle sürekli ama zayıf bir şekilde mücadele ediyoruz. Yaşanan ekolojik olaylara bilinçli baktığımız pek söylenemez. Politikanın etkisizleşmesinin bir sonucu olarak küreselden yerele taşınan sorunlar ne bilimsel analizden ne de kuramsal ve politik eleştiriden geçerek gündeme getirilip tartışılabiliyor. Hakikat sonrasının gerçekleri çarpıtmaya fırsat veren medyatik dünyasında söylenti söylemin, enformasyon veya kanaat de bilginin yerini alınca bilimsel ve eleştirel söylemler iktidar tarafından kitlelere karşı rahatlıkla komplo olarak yaftalanarak etkisizleştirilebiliyor. Bu durumda işte, her kritik anda ve her kriz durumunda olduğu gibi, sanata çok önemli bir iş düşüyor. Politik ve kamusal alanların daraldığı zamanlarda sanatsal etkinliklerin politik işlevini daha da arttırarak duygulanım imkânları yaratmak ve böylece seyircinin olaylara bilinçli bakıp tepki verebileceği etkin güçleri seferber etmek… Yani estetiğe politik bir işlev yükleyerek direnmeye ve mücadeleye destek olmak…

SSM’nin takdire şayan desteğiyle, Müzede Sahne her yıl toplumsal bir soruna dikkat çekmek üzere işler ortaya koyuyor. Müzede Sahne sanat yönetmeni Emre Koyuncuoğlu, iklim krizi ve ekolojik sorunların plastik ve çağdaş sanatta çokça işlenmesine rağmen gösteri ya da sahne sanatlarında pek işlenmediğinden hareketle yeni oyunlar sipariş etmiş. Böylece, sanat yönetmeninin kendi ifadesiyle, “Paketlenmiş projeler yerine, üretimi ve süreci destekleyen, kesişimsel alanlar yaratan” projeler hedeflenmiş. Sonuçta, iklim krizine dikkat çekmek üzere öncülük görevi üstlenen ve sahnelenen oyunlarla gösteri sanatlarına öneriler sunan bir etkinlik düzenlendi. Türkiye’nin tek “Yeşil Müzesi” olan Sakıp Sabancı Müzesi’nde düzenlenen bu etkinlik seyirciler için harika bir ambiyans oluşturdu.

Etkinlikte sadece oyun ve performanslar sahnelenmedi, ayrıca panellerde de konuyla ilgili çalışmalar yapan sanatçı, yazar, akademisyen ve aktivistler konuşmalar yaptı. Bunlardan birinin başlığı, Ekolojik Yıkım ve Kültür Sanat Politikaları, diğerinin de Ekofeminizmler idi. Oldukça bilgilendirici ve ufuk açıcı sunumlar yapıldı. Yazının bundan sonrasını o sunumlardan aldığım notlara dayalı olarak soru ve yorumlarımla sürdüreceğim.

Sanat devrimcidir

Burada ele alınan temel meselelerden biri, kültür sanatın ekolojik yıkımı durdurmaya ve dönüşüme nasıl katkı sağlayacağıydı. Hakikat sonrası bir çağda yaşadığımız artık sık sık söyleniyor. Hakikat sonrası, yani hakikatin yitimi demek, yükselen popülizmle beraber hakikatin yerini kanaatlerle ikame etmek demek ve bunun sonucu derinleşen kitlesel cehalettir; bilinç yitimidir. O zaman hakikati yeniden kurmak ve bilgiyi sanatsal araçlarla dolaşıma sokarak duygulanımın motive ettiği bir kitlesel bilinçlendirme ya da bilinçlenmeyi sağlamak için sanatın yaratıcı güçlerinden yararlanılabilir. Ama sanata böyle politik bir işlev verirken sınırlılığının da farkında olmak gerekir. Sanat, bilgi üretmez ama bilgiyi kullanarak imgeler üretir, dolayısıyla sanatın oynayacağı öncü rol kitleleri harekete geçirmek değil, bireylerin algılamasının önündeki engelleri kaldırarak duyularını açmak, duygulanım deneyimleri yaşatmaktır. Daha sonra da düşünmeye yönlendirmek ve bireyleri etkin hale getirmek üzere başka biçimde olabileceğine dair imgelemi ve umudu beslemektir. Sanat devrimcidir ama devrim yapmaz, yapamaz, sadece devrimi hayal ettirir ama bu hayal eyleme geçmek için gereklidir.

Nitekim, iklim krizine ve ona neden olan failler ve nedenlere dikkat çekmek üzere hareket eden ve eylemde bulunan örgütlü veya örgütsüz aktörler sanatı, özellikle performatif ve katılımcı biçimlerde kullanıyorlar. Sanatçılar da çoktandır, özellikle 70’lerden itibaren ekolojik sorunlara duyarlı işler üreterek hem estetiğin politikleştirilmesine hem de politikanın estetikleştirilmesine katkıda bulunuyorlar. Bu minvalde özellikle estetik nesne üretmekten giderek uzaklaşarak- ki estetik nesne üretimi pop artla yoluna devam ederek sistemle suç ortaklığını sürdürmektedir- nesneyi dönüştürmeye odaklanan kavramsal sanat estetiği felsefeyle yeniden iç içe geçirerek kuramsal sorunsallaştırmalara davetiyeler çıkartmaktadır.

Hikâye anlatmanın önemi

Sanatın ve sanatçının ekolojik yıkım ve iklim kriziyle mücadelede eylem saiklerinden biri de insan ve doğa arasındaki bozulan ilişkiyi düzeltmek üzere öneriler getirerek düşünülmeyeni düşünmeye davet etmektir. Bunun için mitolojiden bilime, tarihten edebiyata, felsefeden mistisizme kadar farklı bilgi alanlarında kazılar yapılarak ortaya çıkartılan buluntular yorumlanmak suretiyle doğaya ve doğayla insanın ilişkilerine dair hikâyeler anlatılır. Hikâye anlatıcılığı etik bir varoluşu, vicdanı, başkalarına karşı sorumluluk bilincini, doğaya saygılı yaklaşmayı öğretmenin en etkili biçimlerindendir.

Müzede Sahne sanat yönetmeni Emre Koyuncuoğlu da, geliştirdikleri ve destekledikleri projelerle ilgili olarak, “Yaşamın etik ve politik anlamda yeniden yaratılmasına, hikâye anlatımıyla katkı sunmayı bir gereklilik saydık”, diyor. Bu minvalde sahnelenen oyunlardan ilki, Şebnem İşigüzel’in yazdığı ve Zinnure Türe’nin yönettiği Taş adlı oyundu. Oyunda, üç kuşaktan üç kadının bir köydeki hayatlarının bir taş ocağının açılmasıyla cehenneme dönmesi üzerine başlattıkları direnişin hikâyesi anlatılıyor. Anlatılan hikâye boyunca üç kadının hayatlarını paylaştıkları doğayla iç içe geçen anılarına tanık oluyoruz: doğanın kucağında aldıkları kararlar, haberler, verdikleri kayıplar, buldukları aşklar, şifalar, teselliler…

Diğer bir oyun, Nadir Sönmez’in yazdığı ve Ayşe Lebriz Berkem’in yönettiği Libido. Oyunda Hale adlı bir çağdaş sanatçının hayatını, sanatını, doğayla ve erkeklerle ilişkisini sorguladığı bir hikâye anlatılıyor. Sanatçı işlerinde doğa ve cinsellik ilişkisini ele almaktadır. Son işinde saksıdaki bir fideyle sevişme performansı sunar. Hale sürekli proje üretmeye endeksli yaşamaktan yorulmuştur ve depresyona sürüklenmektedir. Bir akşam aldığı bir kararla sanat dünyasında gözlemlediği kadın ve erkek ilişkilerine dair eleştirel sesini kamera karşısına geçerek dışa vurmaya başlar. Diğer yandan gündelik hayatta yolunun kesiştiği kendi dünyasından olmayan erkeklerle çıkar. Oyunda sınıflar ve cinsiyetler arasındaki şiddet sorgulanıyor ve şiddeti aşmak için kadın doğasının imkânları araştırılıyor.

Etkinlikte bütün bu oyunların prömiyerleri yapıldı ve yeni dönemde bu oyunlar başka sahnelerde seyirciyle buluşacaklar. Prömiyeri yapılan bir oyun da, Tek Kullanımlık Hikâye adını taşıyor. Volkan Çıkıntoğlu’nun yazdığı ve Gülhan Kadim’in yönettiği oyunda, üç looser karakter iklim krizi ve kentsel dönüşümün hayatlarımızda kaybettirdikleri üzerine aralarında esprili bir şekilde sohbet ediyor.

Bir de çocuk veya gençlik oyunu var, İnsan Çağı: Antroposen ya da Kapitalosen. Greta Thunberg’e de sık sık selam gönderilen oyunda çocuk ve gençlerin iklim kriziyle mücadelede öncü ve etkin rollerinin önemi vurgulanıyor.

Evet, dünyamızın en büyük sorunu olan iklim krizi ve ekolojik yıkıma dair toplumda bir farkındalık oluşması ve bilinç gelişmesi için sanat, politikadan da eğitimden de önemli potansiyeller taşıyor. Çünkü sanatın hayat gibi çelişkili, karışık bir doğası var. O yüzden insana en samimi seslenecek özne de sanatçılardır. Ne politikacıların boş vaatleri, ne bilim insanlarının teknik dili, ne okullardaki dersler, ne de sermayenin sahte yeşil yüzü insanlarda etkili bir iz bırakabilir. Sadece sanat, hayatın içinden ve hayat gibi hem arzuları tatmin etmeye hem sorumlulukları yerine getirmeye gayret etmenin yarattığı gerilimde bir direnmenin ve dönüşümün yollarını arayıp önerebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Su Arşivi