Müziğin Aydınlanması

Galileo, “Doğanın kitabı matematiksel bir dille yazılmıştır. O halde, ölçülebileni ölç, ölçülemeyeni de ölçülebilir kıl”, demişti. Galileo, aslında Aydınlanmanın üzerinde bina edildiği Kartezyen düşünceyi bir başka şekilde ifade etmişti. Kartezyen düşünceye göre, “bilimsel gerçeklik tek gerçekliktir. Gerçek olan ise ölçülebilir ve nicel olandır”. Descartes bilimsel gerçekliğe ancak matematik yoluyla ulaşılabileceğini düşünüyordu. 17. yüzyılın rasyonalist müzik kuramcıları için de estetiğin temeli hep dünyanın matematikleştirilmesine dayanan “ölçü” olmuştur. Bu çağda müzik matematiğin bir uygulama alanı haline gelmiştir. Müzik yapıtlarının güzelliği matematiksel ölçüde aranmıştır.

Felsefeyi matematiksel bir dil içinden ele alan Descartes müzik kuramı üzerine de küçük bir kitap yazmıştı. Leibniz ise müzik üzerine bir kitap yazmasa da, felsefî kitaplarının bazılarında müziğe ayrılmış az sayıda ama önemli bölümler vardır. Leibniz müziğin sağlam bir matematiksel yapıya sahip olduğunu düşünüyordu. “Müzik ruhların coşkusunun bilinçsizce bir sayımıdır” şeklindeki müzik tanımında, müziğin matematiksel yapısının zaten duyuluşu sırasında gösterildiğini, bilinçsizce yapılan bu hesabın etkisinin “uyumluluk karşısında bir haz, uyumsuzluk karşısında ise bir can sıkıntısı” aracılığıyla fark edildiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla evrenin matematiksel armonisi, akıldan önce duyularla algılanır. Böylece Leibniz hisle akıl ve sanatla bilim arasında bir uzlaşmanın gerekliliğini ifade etmiştir.

Estetik, Aydınlanma çağında Avrupa tininde bir toplumsal ve felsefi dönüşümü ifade eden Kartezyen felsefeden doğmuş ve daha sonra öncülüğünü üstleneceği sanatsal projenin de temelini oluşturmuştur. Kartezyen felsefeye göre duyusal olanın ilkelerini belirleyen estetik bağlamında Barok müzik, Batı müziğinde köklü bir dönüşümü sağlamıştır. Müzikte Barok çağı 1600 ile 1750 yılları arasındaki dönemi kapsar. Bu dönem eserlerinde ezgiyi yorumlayan parti ön plana çıkar, öteki sesler eşlikçi durumda kalır. Daha sonra majör ve minör tonaliteler kullanılarak, çok ses hesapları dikey olarak yapılmaya başlamıştır. Oluşan bu yeni ses tekniğine armoni denmiştir. Armoni, Leibniz’in “önceden tesis edilmiş uyum” ilkesinin müzikteki ifadesidir.

Armonini icadı

Matematiksel bir dizgeye göre hesaplanmış notalama, sürekli bas, düzenli akorlar gibi kavramlar müziği akılcı ilkeler ve bilimsel yasalara tabi kılar. Diğer taraftan armonide, farklılık ve hiyerarşi iç içedir. Armoni, sadece farklılıklarla varolur; farklılıklar giderildiğinde sesin şiddeti, yani gürültü ortaya çıkar.

Bu dönemde Johann Sebastian Bach, armoni ile kontrpuanı aynı ustalıkla kullanabilen bir deha olarak öne çıkar. Bach’ın hayranlık veren yanı, birbirinden tamamen ayrı iki ses tekniğini, kontrpuanla armoniyi aynı rahatlıkla ve kendine özgü kullanmasıdır. Bu niteliğiyle Bach, Leibniz’in felsefede ifade ettiği anlama karşılık gelecek şekilde, Batı klasik müzik tarihinde bir anlam taşır. Bach için, rasyonalist felsefenin müzikteki temsilcisi demek abartılı olmaz. Bach ile müzik, seslerin matematiksel ilişkileri üzerinde sağlamca oturtulmuştur.

Geleneksel müzikler için müziğin kurucu ve birleştirici öğesi kontrpuandır. Aynı anda birarada işitilen seslerden daha çok bir süsleme unsuru olarak yararlanılır. Müziğin taşıyıcı unsurunun tek sesli olmasının müziğin üretilmesi ve icra edilmesi bakımından önemli sonuçları olmuştur. Eğer müzikte önemli olan, bir sesin (çalgı veya insan sesi) bir notadan diğerine geçerken gösterdiği kıvraklık ve yaratıcılık ise, o müzik yapıtını yeniden üretecek olan egemen bilinç çalgıyı çalan icracı ya da sesin sahibi yorumcu olacaktır. Bu nedenle, müziğin hakim unsurunun kontrpuan olduğu bütün müzik sistemlerinde hem bestecilik işlevi ile icracılık işlevinin genellikle aynı kişide toplandığı, hem de öğrenim sisteminin ustadan çırağa doğrudan aktarım şeklinde meşke tabi olduğu görülür. Bestecilik ve icracılık işlevlerinin aynı kişide toplanması ve meşk sistemi müzikte doğaçlamanın öne çıkmasına yol açar. Besteci/icracı önceden tasarlanmış ve kaydedilmiş bir metne, notalamaya sadık kalma gereğini duymadığından, müziği icra etmekte olduğu ortamdan aldığı etkilerle ve duygulanımlarla yorumlayabilir, yapıtı somut ortamın özgül koşullarına uyarlayabilir.

Aydınlanma felsefesiyle teorik temelleri atılan modern bilimin doğa yasalarını keşfetme projesinin müzikte uygulanmasıyla, birbirini izleyen sesler arasındaki ilişkilerle aynı anda işitilen sesler arasındaki ilişkinin ahenkli bir bütün oluşturacak şekilde birbirlerine nasıl eklemlenebileceği çözülmesi gereken başlıca bir mesele haline gelir. Armoni, birarada işitilen sesleri müzikte bir süsleme unsuru olmaktan çıkartarak, seslerin ahenkli bir bütün oluşturacak şekilde hareket etmelerini sağlamıştır.

Diğer taraftan, armoninin müziğin oluşturucu öğesi haline gelmesi, müzik ile insan sesi arasındaki bağı kaçınılmaz olarak koparmıştır. Çünkü armoni, yani iki sesin birarada işitilmesinden doğan ahenk insan sesi tarafından yaratılamaz. Senfonik müzik besteleyecek kişi, yaratmak istediği ahengi sadece kendi sesiyle söyleyerek, terennüm ederek vs. üretemez; zorunlu olarak zihninde tasarlaması, “içinde duyması” gerekir. Yani armoninin kural haline gelmesiyle birlikte besteleme, bir müzik yapıtı üretme işi sadece duygusal olmaktan çıkıp, ussal hale gelmiştir. Veya başka biçimde söylersek, müzik sadece esinsel olmaktan çıkıp, kuramsal hale gelmiş ve böylece naiv bir sanat olmaktan çıkıp kompleks bir tasarım olmuştur.

Senfoninin doğuşu

Dolayısıyla artık müzik üretmek, insan sesinin doğal olanaklarının nerelere kadar götürülebileceğini araştırmak değil, insan sesiyle tasavvur edilemeyecek yeni ses birleşimlerini yaratmak olmuştur. Bir müzik bestesi artık bir kompozisyon olarak tasarlanmaktadır. Bu nedenle de, 17. yüzyıldan itibaren klavyeli çalgılar, önceleri org ve klavsen daha sonra piyano her besteci için neredeyse bir laboratuar işlevi gören vazgeçilmez aletler olmuşlardır. Matematik ve fiziğin çalgılar üzerindeki etkisi öncelikle orgda kendisini göstermiştir. Felsefe ve bilimden matematiğe, oradan ses fiziğine ve çalgılara, dolayısıyla çalgı müziğindeki gelişmelerin yönlendirdiği yeni müzik tekniklerine geçiş yolu açılmıştır.

Armoni Barok müzik bestecileri tarafından uygulanmaya başlamış olmakla birlikte en olgun biçimine Haydn, Mozart ve Beethoven’la erişmiş ve Romantik müziğe damgasını vurmuştur. Klavyeli çalgıların, özellikle de piyanonun icadı armoninin gelişmesindeki en önemli etkendir. Piyanonun icadının orkestra ve senfoni müziğinin gelişmesinde önemli bir yeri vardır.

Burada Barok müziğin önemli isimlerinden Jean-Philippe Rameau’yu da anmak gerekir. Rameau (1683-1764), orta sınıfın Fransa’da giderek güç kazandığı bir dönemde yetişmiş bir müzisyen ve müzik kuramcısıdır. Rameau’nün müzik tarihinde iz bırakan yapıtları daha çok kuramsal çalışmalarıdır. 1722 yılında yazdığı Traité de l’Harmonie Reduite a son Principe Naturel müziği akla, doğaya ve geometriye bağlayarak matematiksel-fiziksel bir bilim haline getirme girişiminin ürünüdür. Bu kitapta Rameau, “müzik sabit kuralları olması gereken bir bilimdir; bu kurallar açık bir ilkeden türemelidirler ve bu ilke matematiğin yardımı olmaksızın açığa çıkarılamaz”, der. Müziğin üzerine inşa edildiği bu “muhteşem ilke” üstün armonilerden oluşmaktadır.

Rameau’nün kuramsal çalışmaları kapsamında 1726’da yayımladığı Noveau Systeme de Musique Theorique adlı kitabında armoni yine merkezi önemini koruyordu ve “ezgi armoniden çıkar” tezi vurgulanıyordu. Gayet rasyonalist olan bu kavramsallaştırma ne kulakların duyduğu hazzı ne de müzikle duygu arasındaki ilişkiyi dışlamaktaydı. Bu anlayışa göre, müziğin haz vermesinin nedeni, armoni ve evrensel kutsal düzen aracılığıyla doğanın kendisini ifade etmesidir. Rameau’nün görüşleri bütün bir Avrupa’ya yayılan genel bir eğilimi temsil eder. Eserleri, müzisyenlerin müziği matematiksel olarak belirlenmiş bir takım seslerin birarada işitilmesinden, akorlardan oluştuğu bir mimari olarak görmelerini sağlayacak kuramsal bir içeriğe sahiptir. Rameau, daha sonra, Romantik müzik için önemli bir referans olmuştur.

Klasik müziğin düzenleyici kurallarını oluşturmak için armoninin başat kılınması, doğaçlamayı dışlayıcı bir etki yaparak, besteden icraya, müziksel üretimi metne tabi ve matematiksel kılmıştır. Müziğin matematikselleştirilmesi faydacı aklın bir yönelimidir. Bu bakımdan klasik müzik burjuva toplumunun estetik anlayışının bir ifadesidir. Akıl tarafından terbiye edilen duyguya hitap eden bir sanattır o.

Burjuva estetiğin rasyonel uyum ve düzen ideali, müzikte duygusal ve esinsel (muse-ic) bir süreç olan bestelemeyi, zihinsel ve kurgusal bir süreç olan kompozisyona dönüştürmüştür. Bu yüzden klasik batı müziği, başka bir kültürde eşdeğeri olmadığı kadar “uygarlık ürünü”, yani “doğallık dışıdır”.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Su Arşivi