NARKOPOLiTiK

Başlığa bakıp aldanmayın. Uyuşturucu baronları ve siyasetçiler arasındaki çıkar ilişkilerini anlatmayacağım. O zavallının lüks arabasında verdiği pudra şekeri partisiyle de ilgilenmiyorum. Çok daha tehlikeli, sonuçları bütün toplumu derinden etkileyen uyuşturuculardan bahsedeceğim. Bizzat siyasetçilerin ürettiği uyuşturucular:
Safsata, yalan ve boş vaadler.

Aldous Huxley, ‘Algının Kapıları’ adlı kitabında meskalin deneyimini anlatır. Meskalin, halüsinasyon görmenizi sağlayan, gerçekle hayal dünyası arasındaki farkı neredeyse yok eden bir uyuşturucudur. Huxley, bu kitabında, bilinç sınırlarında dolaşan, algı kapılarını sonuna kadar açıp insanın farklı bir dünyayla tanıştıran bir deneyimden bahseder.
Belki farkında değiliz ama benzer bir deneyimi siyasetçiler sayesinde yıllardır, hatta binyıllardır yaşıyoruz. Ama sonuçları Aldous Huxley’in deneyinin tam tersi. O, meskalinle algı alanını genişletiyor, farklı dünyaların kapılarını açıyordu. Siyasetçilerin bize verdiği uyuşturucular ise algılarımızı sınırlıyor, kapıları üzerimize kapatıyor ve bizi onların dünyasına hapsediyor.
Yakın tarihimizden ve günümüzden birkaç örneğe bakalım mı?

Süleyman Demirel: “Her aileye 2 anahtar. Bir ev bir araba anahtarı.” (Bu vaadi Demirel’in halefi Tansu Çiller de halka vermeye devam etti.) 2 anahtar uyuşturucusunu alıp ev ve araba halüsinasyonu gören halk, 1991 seçimlerinde iktidarı Demirel’e verdi. Sonuç: 1994 krizi ve 5 nisan kararları. Halk 2 anahtardan vazgeçti, olanlar elindeki evi ve arabayı da satmak zorunda kaldı.

Devlet Bahçeli: “Türkiye’nin her tarafına ‘Ne mutlu Türkiye’ yazdırmazsam namussuzum. Çocuklarımıza andı tekrar öğretmezsem namussuzum. Bu ihaneti yapan Adalet ve Kalkınma Partisi’nden yüce divanda hesap sormazsam namussuzum.” Sonuç: Cumhur ittifakı.

Recep Tayyip Erdoğan: “Ayasofya’yı camiye çevireceklermiş. Bu millet var ya, bu can bu tende oldukça böyle bir şeye asla müsaade etmez.” Sonuç: Ayasofya ibadete açıldı.

“One minute” çıkışını hepimiz hatırlarız… Büyük bir dozdu. Halkın büyük bir kısmı hâlâ onun etkisinde. “Bizim liderimiz dünyaya kafa tutuyor. O, asrın en büyük lideri, İslam dünyasının lideri…” halüsinasyonunu görmeye devam ediyorlar. Bu halüsinasyonun etkisi gerçekleri görmelerine de engel oluyor. Yine “bu can bu tende…” diye başlayan ve “o papazı vermeyiz…” diye biten cümlenin hemen ardından Brunson’ın teslim edilmesi gerçeğini göremiyorlar. Brunson nerede, karşılığında istedikleri Pensilvanya’daki papaz nerede?
Ya dış güçlerin, faiz lobilerinin neden olduğu ekonomik çöküşümüze ne demeli? Aslında bu çöküşün çok basit bir nedeni var: Bilimsel hiçbir dayanağı olmayan, kötü ekonomi yönetimi. Ama verilen doz o kadar güçlü ki, halkın bir kısmı hâlâ “Ekonomi kötü, ama düzeltirse yine mevcut iktidar düzeltir…” halüsinasyonunu görmeye devam ediyor. Kimsenin de aklına şu soruyu sormak gelmiyor: “Dış güçler ekonomimize saldırıyor da bizim elimiz armut mu topluyor? ‘Ekonomimizi dış güçler bu hale getirdi’ demek onlara karşı başarısız olduk, bu ekonomik savaşı kaybettik.” demek değil mi?
Siyasetçilerin bir kısmı, halka bu uyuşturucuları vermeden önce kendileri de bir doz alıyorlar sanırım. Bakın ‘kafaları güzelken’ neler söylemişler: 2008 yılında AKP Aydın İl Başkanı İsmail Hakkı Eser, Recep Tayyip Erdoğan’ı kastederek, “Biz başbakanımızın aşığıyız. Başbakanımız bizim için adeta ikinci peygamber gibidir.”, 2011 yılında AKP Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ise, “…teşkilattaki arkadaşlarım başbakanımızı yakinen, fiziki olarak gördüler, elini sıktılar. Başbakanımıza dokunmak bile inanın bence ibadettir.” diyebilecek kadar siyasi uyuşturucunun hem üreticisi hem de kullanıcısı olduklarını kanıtlamışlardı.
Bir de torbacıları var bu siyasetçilerin… Kanal kanal dolaşıp konuşmalarıyla, gazetelerdeki köşe yazılarıyla siyasilerin ürettiği uyuşturucuları halka pazarlayan ‘Squealer’lar… Bu uyuşturucuların müptelası olan halk da kendini öyle kaptırmış ki… Artık siyasetçilerin verdiği doz da yetmiyor, evde kendi kendine de üretiyor. 2019 yerel seçimler öncesi bir vatandaş, uzatılan mikrofona konuşurken 15 yıl önceki Türkiye’yle bugünkünü karşılaştırdı. “O zaman akıllı telefonum yoktu, reisim sayesinde, onun yaptığı anlaşmalar sayesinde artık akıllı cep telefonum var.” dedi. Buyurun size ev yapımı uyuşturucunun etkisi… Üst düzey bir şirket yöneticisi tanıdığım, AKP’ye oy vermesinin nedenini şöyle açıklamıştı: “Allah diyen bir tek o var. O yüzden ona oy veriyorum”. “Ama siyasetçilerin en büyük kandırma aracı din değil mi? Allah’ı kullanarak kandırmıyorlar mı insanları?” diye sorduğumda, “Olabilir. Ama beni kandırıyorsa suç da günah da onun. Benim bir sorumluluğum yok.” diye bir cevap almıştım. Aklıyla koskoca şirketi yönetebilen bu kişi, konu siyaset olunca aklını yok saymayı ne kadar kolay kabul edebiliyor. Üstelik kendince ‘suçu, günahı’ siyasetçiye atıp bu durumu rasyonalize de ediyor. Aslında “ben kullanıcıyım, satıcı değilim. Suç olan kullanmak değil, satmaktır…” demeye çalışıyor. Bu ‘kandırılma’ konusuyla ilgili 17-25 Aralık döneminde sağlam bir doz almıştı ya… O kadar beğenmiş ki, evde kendi kendine çakmasını yapmış, kullanıyor. İsterseniz tamamı akıl dışı sözlerin ve davranışların neden olduğu bu örnekleri (ki çok daha fazlası var ama yerim dar yazamıyorum) bir kenara koyalım ve şimdi gelin akla başvuralım. Yaklaşık 2.500 sene önce bu uyuşturuculara karşı bizi uyaranlar vardı… Örneğin Platon, siyasi sistemlerin işleyişini anlatmak için bir gemi benzetmesi kullanmıştı. Bu benzetmede ‘gemi’ yönetilmesi gereken sistemi, yani devleti, ’donatan’ da gemi sahibini, yani halktı temsil eder. Platon bu benzetmesinin bir yerinde şöyle der: “Adamotuyla, içkiyle, daha başka şeylerle zavallı donatını uyuşturup gemiyi ellerine geçiriyorlar, ne var, ne yok aşırıyorlar, bol bol yiyip, kafaları çekiyorlar; gemiyi de böylesi gemiciler nasıl yürütürse öyle yürütüyorlar.”*
Uyuşturucu baronları bu illeti üretip piyasaya sürerler. Birey olarak sorumluluğumuz, aklımızı kullanıp, onların tuzağına düşmemek. Bilim bize diyor ki ‘uyuşturucu maddeler beyin hücrelerini etkiler, hatta öldürür.’ Peki ya yukarıda sıraladığımız narkopolitik uyuşturucular? Galiba onların beyin hücreleri üzerindeki etkileri narkotik sınıfına giren uyuşturucu maddelerden daha fazla. Esas siyasetçilerin ürettiği uyuşturuculara karşı korumamız gerekiyor beynimizi.

  • George Orwell’in ‘Hayvan Çiftliği’ kitabında Squealer adlı domuz karakteri, siyasetçilerin yalanlarını yaymakla görevli olan, genel anlamda iktidar yanlısı medyayı, özelde de Pravda Gazetesi’ni temsil eder.
    ** Platon, Devlet, Remzi Kitabevi, 1995, Sekizinci Basım, s.175 (488c)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi