Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

Nazlı Bulum: Benim için önemli olan hikâyenin evreni ve derdi

Kendisini yıllar önce tiyatro sahnesinde izlemiştim onun o olduğunu bilmeden. Yıllar geçti başka projelerde gördüm, fark etmem ise ‘Sadakatsiz’ dizisiyle oldu. Önce gözlerini fark ettim ekrandan bile sana geçen bir ışıltısı vardı ve minyon bir kadın oyunuyla devleşiyordu. Kendisinin hikâyesini merak ettim fakat hiç yüz yüze gelmedik. Bağımsız bir ruhu ve güzel bir duruşu vardı. Oyunculuk mesleğini layığıyla yapan son dönemin en önemli kadın oyuncularından birisi benim için. Tiyatro sahnesinden, bağımsız sinema projelerinden dizilere uzanan bir yolculuğun içinde oynamaya devam ediyor. İnandığı hikâyelerin içinde var oluyor. Ve her projesinde varlığı ile güçlü ve başarılı bir kadın oyuncu olarak ayak izi bırakmayı sürdürüyor. Nazlı Bulum ile mail ortamında buluştuk İstanbul Film Festivali’nden ödüller kazanan filmlerin oyuncusu ve yapımcısı olduğu filmin Saraybosna Film Festivali’nden ödülle dönmesinin sevincine denk gelen bir zamanda röportajı gerçekleştirdik. Herkese sağlıklı ve mutlu pazarlar dileriz.

NAZLI BULUM: OYNAMAK BENİ EN ÇOK MUTLU
EDEN ŞEY
◼ Bu yıl İstanbul Film Festivali sizin için heyecanlı geçti; hem jüri üyesiydiniz hem de rol aldığınız filmleriniz vardı. İstanbul Film Festivali’nde yarışan iki filminiz ödül aldı, tebrikler. Üst üste gelen bu başarılar neler hissettirdi?
Bu sene İstanbul Film Festivali’nde rol aldığım iki uzun metraj filmim vardı. ‘Sen, Ben, Lenin’, Beni Sevenler Listesi.’ İkisi de festivalden ödüllerle döndü, buna mutluyum. Bir de bu yıl aynı zamanda kısa film jürisindeydim. Bu da çok gurur verici ve güzel geçen bir süreç oldu benim için.
Henüz seyirciyle buluşmamış başka filmlerim de var
◼ Rol aldığınız projelere baktığımız zaman bağımsız sinemada önemli bir yere sahipsiniz ve bu bir oyuncu için çok değerli bir durum. Bu alanda hangi projelerde sizi izleyebileceğiz ve hangi yapımlarda rol aldınız?
Artık imdb sayfası açıldığı için mutlulukla söyleyebilirim; özellikle ilk filmleri beni hep derinden etkilemiş İranlı yönetmen Ghobadi’nin son filmi ‘Cranes Can’t Live Alone’da misafir oyuncuydum. Henüz seyirciyle buluşmamış başka filmlerim de var. Kutluğ Ataman’ın ‘Hilal, Feza ve Diğer Gezegenler’ isimli son film projesinde Hilal’i oynadım, yakında seyirciyle buluşacak. Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu’nun ikinci filmleri ‘Birlikte Öleceğiz’de varım. Elif Refiğ’in kısa metrajlı filmi ‘Siz Biraz Uzak Kaldınız’, Melisa Üneri’nin ‘Cemre&Eda’ kısa filminde oynadım.
Sanatçının emeğinden kazanç sağlayamaması çok büyük bir yetişkinlik sancısı
◼ ‘Büyük İstanbul Depresyonu’ projesinin hikâyesi çok etkileyici ve çıkış noktası çok anlamlı. Üstelik bu filmde yapımcı olarak da siz varsınız. Neden bu projeye yatırım yaptınız? İstanbul bizi depresyondan çıkartmayan bir şehir ama vazgeçemediğimiz tek şehir gibi geliyor sizce?
Evet, ben de tam bu motivasyonla bir parçası olmak istedim. Berlin’e yerleşme hazırlığında olduğum bir dönemde karşılaştım senaryoyla. 8 ay kadar orada yaşamıştım ve oturum başvurusu için İstanbul’daydım. Bir taraftan şehrimi terk etmekle ilgili kafam karışıktı, bir taraftan tiyatro ve bağımsız sinema yaparak geçinemediğimi biliyordum. İşsizlik ve sanatçının emeğinden kazanç sağlayamaması çok büyük bir yetişkinlik sancısı. Filmin yazar ve yönetmeni Dilan Süren bana güvendi ve hem filmin sürecini hem de başrolünü emanet etti. İkisi için de ben talip oldum. Ait olduğum yere bağladı beni tekrar bu süreç. Derdimi, aynı derde sahip sanatçılarla yan yana çalışarak anlatmama vesile oldu. Tüm ekibe bana güvendikleri ve emek verdikleri için hayat boyu teşekkür borçlu kalacağım, gittiği ve takdir gördüğü tüm festival ve oluşumlara da tabii. İstanbul Film Festivali’nde açmak, Saraybosna Film Festivali’nden ödülle dönmek ve Siyad tarafından yılın kısa filmine layık görülmek Dilan için de benim için de çok onur verici oldu.
◼ Daha geniş kitlelerce tanınmanızı sağlayan ‘Sadakatsiz’ dizisinin oyunculuğunuza katkısı ne oldu ve dizinin kariyerinizdeki önemi nedir?
Televizyon dizileri, süreleri dolayısıyla zorlu bir tempoda çekiliyor ama buna rağmen bizim ekibimiz her bölüm çıtayı yukarı çekmeye çalışan bir takım. Her hafta eline ulaşan senaryodaki sahneleri kısa sürede çalışmak zorlu ama böyle bir ekiple çalıştığım için bu zorluk beni besliyor. Tabii yönetmenlerimiz Neslihan Yeşilyurt ve Merve Çolak, partnerlerim Cansu Dere ve Tarık Emir Tekin sayesinde. Taro ile ikimiz de yaptığımız işi çok önemsiyoruz ve senaryo gelir gelmez facetime üzerinden provalara başlıyoruz. Otuz küsür bölüm boyunca hiçbir zaman bir sahneyi set gününe bırakmadık. Bu partnerlik biçimi, onunla olmak benim için çok büyük bir şans oldu. Kariyerimde de dediğiniz gibi daha geniş kitlelerce tanınmamı sağladı; bu tanınırlığı oyuncu yönetimini iyi bilen yönetmenler, çalışanını çok önemseyen bir yapım şirketi ve çok iyi oyuncularla deneyimlediğim için çok şanslı hissediyorum.
Nil ömrü boyunca büyük yalnızlık çekmiş bir karakter
◼ Nil karakteri çok yönlü bir karakter öyle ki seyirci Nil’i çok sevdi ve hikâyesinden çok etkilendi. Karakteriniz sizi nasıl etkiledi, üzerine nasıl çalıştınız, sizin için Nil nasıl bir karakter?
Neslihan Yeşilyurt oyuncu yönetimi özelinde de çok başarılı, donanımlı bir yönetmen. Onun tahayyülü, senaristlerimizin kurduğu ilk bölümlerimiz zaten çok büyük bir izlek oldu. Nil kendi ayakları üstünde durmaya çalışırken ömrü boyunca büyük yalnızlık çekmiş bir karakter. Beni ondan ayıran en önemli özelliği yalnızlığı, onu hayatındaki birçok sorunun temelinde de bu var. Neslihan hoca ve Taro ile set öncesi güzel bir çalışma geçirdik, sezon boyu da karakterleri derinleştirmeye, ilişkileri katmanlandırmaya uğraştık hep. Nil, Asya (Cansu Dere) hayatına girdikten sonra güçlenmeye başlıyor. Şiddet uygulayan sevgilisine karşı çıkmaya, fikirlerini söylemeye, kişisel alanını korumaya, hayatını kurmaya başlıyor. Karakterin dizide böyle bir kadın dayanışmasıyla var olmasını hep çok sevdim. Cansu ile de güçlü bir oyun auramız oldu. Asya’yı büyük bir disiplinle çalışıyor, ne anlatmak

istediğini, nasıl anlatması gerektiğini çok iyi biliyor. Ben de bu sayede kendimi ona teslim etme lüksü buldum ve Asya -Nil ilişkisini birlikte keyifle ördük. İki kadın arasında gelişen kız kardeşliğin nasıl gelişip dönüşeceğini ben de seyirciyle birlikte merakla takip ediyorum.
Ailem beni özgür ve kendine değer vermeyi bilen biri olarak yetiştirdi
◼ Güçlü bir kadın olmak, kadın olarak ayakta durmak bu ülkede çok zor. Her gün kadına karşı fiziksel ve psikolojik şiddet hikâyeleriyle uyanıyoruz maalesef. Bu noktada kadın olmanın sizde karşılığı ne ve nasıl bir duygu?
Aslında bu global bir sorun tabii. İçinde bulunduğumuz zamanda konuşulmaya başlandığı için de bir kadın olarak hemcinslerimle gurur duyuyorum açıkçası. Ben hayatım boyunca güçlü kadınlarla karşılaştım. Ailem beni özgür ve kendine değer vermeyi bilen biri olarak yetiştirdi. Çünkü fikirlerime ve hayatımı nasıl yaşayacağıma büyük bir saygı gösterdiler çocukluğumdan beri. Bu anlayışla yetişince insan biraz daha kendini korumayı biliyor muhakkak. Bir diğer şansım da kariyerimin başından itibaren sektörde bir erkek ağırlığı olmasına rağmen kadınlarla, erk bir anlayışla yaşamayan kadınlarla, sanatçılarla çalıştım. Sektörde ne kadar korunaklı bir yol izlediğimi şimdi daha iyi idrak ediyorum. Herkese de bu şansı diliyorum. Yaşarken duyduğum, gördüğüm şiddet tabi ki beni çok etkiliyor. Bazen umutsuz ve işe yaramaz hissediyorum çocuklara, kadınlara, cinsel kimliklere dair şiddeti gördükçe. Bu şiddet bazen bana uygulanıyor, bazen en yakınımdakilere, bazen hiç tanımadıklarıma. Ve hepsi tabi ki beni yaralıyor. Ki yaralamalı, bu insan olmanın gerekliliği. Eğitim çok önemli bu şiddetin durması için bunu biliyorum ve çocuklara bir bilinç yaratmak için mesleğimin öğretilerini de kullanarak ne yapabilirim düşüncesi üzerine çalışıyorum bir zamandır. Bu alanda da profesyonelleşmek, çocuklar ve ebeveynlerle çalışmalar yürütebilmek; hayır demenin önemine dair, kendini ifade edebilmeye, alanını korumaya dair donanıma sahip olmak ve sivil eğitimler verebilmek hayallerimden biri.
Birine aşık olmam için güven duymam lazım
◼ ‘Sadakatsiz’ insanlarla çevrili hayatımız. Aşkın içine başka şeyler girdi. Bir insanda sadakat aramak bile günümüz ilişkilerinde tuhaf karşılanıyor. Sadakatsiz dizisinden de yola çıkarak bu konuda neler söylersiniz? Ben artık aldatmayan adam yok diyorum çok eskilerde kaldı sanki…
Bu bence direkt karşısındakine saygı duymakla alakalı bir durum olduğu için kritik. Bence bizim dizimizde de temelde bu var. İki kadın arasında sürüklenen bir adamı anlamadığımız yer iki kadına da duymadığı saygı ve bir yandan sevgi duyduğunu iddia etmesi, bunda ısrarcı olması. Bu yine erkeğin sadece erkek olduğu için sahip olduğu gücünü çok iyi bilmesi ve her şeye hakkı olduğunu düşünmesinden kaynaklanıyor. Yoksa aldatmalar olabilir, cinsel ya da duygusal. Bir sürü ilişki biçimi var ve bu seçimlerde herkes özgür. Bizim seyircimiz erkeğin saygısızlığını gördüğü için tepki gösteriyor, erkeğin her şeyi yapabilmesine inancı ve sadece kendi arzularını önemsemesine, hayatındaki kadınların hayatını hiçe sayması ve alanlarına müdahale etmesine tepki gösteriyor. Bu anlamda bu işte olmayı çok kıymetli buluyorum. Kendi özel hayatımda da bu saygı yoksunluğunu irili ufaklı yaşadım açıkçası, bu yüzden de uzun zamandır hayatımda biri yok. Birine aşık olmam için güven duymam lazım, bu güven biraz bile sarsıldığında, benim alanıma saygı duyulmadığını hissettiğimde, yarın bir başkasına yapmaması adına yalnızca sebebi söyleyip genelde tartışmaya bile girmeden uzaklaşıyorum. Çünkü o ana kadar gelen duygu da bitiyor zaten.
◼ Oynamak nasıl bir duygu, bu yolculukta dönüm noktanız ve projelerde kriterleriniz nedir?
Bir projeyle karşılaştığımda onun hangi kitleyi hedef aldığının bilincinde olunması da, seyirciyle nerede buluşacağı, hangi çatının altında gösteriminin yapılacağı çok önemli. Benim için ilk önem taşıyan unsur herhangi bir maddi unsur değil. Benim için önemli olan hikâyenin evreni ve derdi. Oynadığımız karakterle, insana dair bir hikâyeyi ve kendine has bir evreni anlatıyoruz ve bu motivasyonla mutlu oluyoruz neticede. Böyle bakan her oyuncunun da hayatında birden fazla dönüm noktası olduğuna inanıyorum. Benim için de öyle. Haluk Bilginer ile tanışmak önemli bir dönüm noktasıydı kesinlikle. Klasik metinler oynamak istiyordum sahnede, oyuncu olarak buna ihtiyaç duyduğumu hissediyordum ve güvenli bir alan edindim kendimi geliştirmek için bu süreçte. Kamera önünde Bartu Ben’in meslek hayatımda farklı bir dönüştürücü yeri oldu; serinin totalini ve de Gizmo’yu Bartu çok incelikli, performans alanı geniş yazdığı için ve tabii Tolga Karaçelik yönettiği için. Oynamak nasıl bir duyguya verebileceğim tek cevap da beni en çok mutlu eden şey olması.
Birçok temel şeyi o oyunda pişerek öğrenmişimdir
◼ Dot çok güzel bir oluşumdu ilk kurulma hikâyesinden beri oyunlarını takip ettim, televizyon için çekimler yapmıştım hatta “Karatavuk” oyununu izlemiştim küçük oyuncunun siz olduğunuzu araştırırken fark ettim. Sizin için nasıl bir tecrübeydi ve sahnede olmak sanki bambaşka bir duygu değil mi?
Teşekkür ederim, insanların benim Karatavuk’taki küçük kız olmama şaşırmasına seviniyorum, oyunu seyretmiş oldukları için. Ben o dönem Güzel Sanatlar Lisesi’nde tiyatro okuyordum. Okuldan öğretmenim Gökçer Genç ‘Böcek’ oyununda oynuyordu, beni o önerdi. Emre Koyuncuoğlu, Cüneyt Türel(sevgiyle anıyorum, daha sonra üniversitede öğretmenim de oldu) Mine Tugay ile bir okuma aldık ve beni böylece denediler. Hayatımın en güzel dönemlerinden biriydi Mısır Apartmanı gibi tarihi bir yerde, benim de o dönem çok merak ettiğim bir tiyatroda, böyle güçlü bir tekstle, çağdaş tiyatronun yetiştirdiği en önemli kadın rejisörlerden birinin yönetiminde, böyle değerli oyuncular ve ekiple sahnede olmak çok özel bir başlangıçtı sahne hayatım için. Birçok temel şeyi o oyunda pişerek öğrenmişimdir.
◼ Tiyatrocu olacağım diye mi yola çıktınız çünkü genç yaşta önemli tiyatrolarda üstelik ustalarla oynamışsınız. Oyun Atölyesi de bu anlamda çok önemli. Haluk Bilginer’e herkes hayran, siz karşılıklı oynuyorsunuz. Hayran olduğunuz isimlerle tiyatrocu olup karşılıklı oynamanın duygusunu da sormak isterim.
Evet, zaten oyuncu olmak istemenin anlamı “dizide oynama isteği” değildi ben çocukken. Bu biraz göz önünde olmanın birçok farklı biçimi ortaya çıkınca gelişti. Dizilerin de yapısı başkaydı, çoğunlukla zaten tiyatrocular dizilerde de oynuyordu, bu kadar büyük bir sektör de değildi. ‘Kral Lear’ benim Oyun Atölyesi’ndeki ilk oyunum değil. Mezun olduğum sene Hira Tekindor’un yönettiği ‘Köprüden Görünüş’ ile başladım orada. O zamandan planlanıyordu ‘Kral Lear.’ Haluk abi karşısındaki insanla, çalışma arkadaşıyla bir ego duvarı arkasından ilişki kuran biri değil. Ne tiyatronun sanat yönetmeni olarak ne de Haluk Bilginer olarak kimseye bir şey öğretmeye çalışmaz, oyunun tadını bir oyuncu olarak çıkarmaya, eğlenmeye odaklanır. Bu bir eşitlik getiriyor, bu yüzden çok şanslıyım. Onun dışında da gurur verici tabii ki; her oyunda bir şeyler öğrenmeye ve sahne deneyiminin tadını çıkarmaya çalışıyorum. Cordelia da soytarı da zor roller. Hakkını vermeye ve her oyun kendimi geliştirmeye uğraşıyorum.
Görünen o ki yine tek umudumuz seyirci
◼ Pandemi en çok kültür sanat etkinliklerinden bizi uzak bıraktı, bir tiyatrocu için hayat damarı olan sahneye çıkamamak çok üzücü bir durum. Bu noktada sizce tiyatrolar bıraktığımız yerden devam eder mi ayrıca virüs sizde psikolojik olarak nasıl bir etki ve değişim yarattı?
Tiyatrolar var olacak ama herkesin psikolojisini de emeklerini de büyük zarara uğrattı tabii ki. Zaten bir bağımsız oyuncu, tiyatrocu olarak da, ekip olarak da, bir mekan kurarak da ayakta kalmak ayrı ayrı büyük fedakarlık gerektiriyor. Ben çok üzgünüm sahneler kapandığı, birçok sanatçı işsiz kaldığı için. Ben de iki yıldır tiyatroyla geçiniyordum ve Görkem’in(Kasal) önerisiyle, onunla beraber gazeteci Pınar Öğünç’ün pandemide otuz beş farklı iş insanıyla yaptığı röportajları bir podcaste; ‘Bizler, Sizler, Onlar’ serimize dönüştürmeseydik daha zor atlatırdım. Ben çalışmadan durabilen biri olmadığım için zaten travmatik olan bu süreçte iyileştirici bir mesai oldu. Yeri gelmişken hem söz konusu serinin kitabını, İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Pandemi Zayiatı’nı hem de Gazete Duvar hesaplarından dinleyebileceğiniz serimizi önermek isterim. Çok kıymetli bir çalışma. Umarım yakında tamamen, aşılanma sayesinde toplumsal olarak sağlığımıza kavuşuruz. O zaman seyircinin desteğiyle, bu sürecin mağduru tüm sanatçıların yeniden ayaklanacağını umuyorum. Görünen o ki yine tek umudumuz seyirci.
Hayallerim şu an üstüne çalıştıklarımdan çok da farklı değil
◼ Siz çok hayal kurar mısınız, hayalimdi gerçekleşti dediğiniz neler var?
Şu ana kadar çalıştığım tüm yönetmenlerle, öncesinde çalışmayı dilemişimdir. Kısa vadede yeniden yeni bir oyun da çalışmak ve sahnede olmak istiyorum. Sinema yapmak tabi çok istiyorum. Yani aslında hayallerim şu an üstüne çalıştıklarımdan çok da farklı değil. Beraber bir dünya yaratıp keşfedeceğim insanlarla beraber çalışmak ve çalışmak hayalim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi