NEREDEN ÇIKTI BU DEMOKRASİ?

Üst başlıktan da anlayacağınız gibi bu tek bir yazı değil, bir yazı dizisi olacak. Çünkü demokrasi -en azından benim için- öyle tek sayfaya sıkıştırarak ifade edilebilecek bir kavram değil. Öyle ya… Asırlar boyu sürmüş yaşanmışlıklarla, kütüphanelere sığmayacak kadar çok yayınla içi doldurulmuş bir kavram demokrasi. Benim bu yazı dizisiyle amaçladığım şey, ne olduğunu çok iyi bildiğimiz ya da aslında bildiğimizi zannettiğimiz bu kavramı biraz olsun derinden inceleyeceğimiz kısa bir yolculuk. Bu yolda bana eşilik edip, fikirlerinizi, itirazlarınızı benimle paylaşırsanız takip edecek yazılara katkıda bulunmuş olursunuz. Bu sayede birlikte yapacağımız bu yolculuk hem daha keyifli hem de daha verimli olur. Belki de farklı görüşlerimizle çeşit çeşit tohumlar saçarız etrafa ve oradan filizlenecek fikirleri birlikte toplamış oluruz. Böylesi bir yöntem demokrasiyle ilgili bir yolculuğa sizce de çok yakışmaz mı?

Demokrasi kavramını hemen her gün hiçbirimiz dilimizden düşürmüyoruz. Peki bu kavramı aslında ne kadar biliyoruz? Gelin oradan, yani taaa en baştan başlayalım. Demokrasinin genlerine bakalım.

Alt başlıktaki soruyu tekrarlayalım. ‘Nereden çıktı bu demokrasi?’ Aşağı yukarı hepimiz biliyoruz ki Antik Yunan’dan çıktı. İyi ama nasıl çıktı? Yunanlar birden bire “bu böyle olmayacak, en iyisi biz kendi kendimizi yönetelim” dediler de mi çıktı? Öyle olmadı elbette. O kadar çok sistem denediler, o kadar çok şey tecrübe ettiler ve üzerine o kadar çok düşündüler ki… Tarihe baktığımızda adım adım demokrasiye nasıl yaklaştıklarını çok net bir şekilde görebiliyoruz.

Yunanlar’ın aslında çok dağınık bir yapıları vardı. İrili ufaklı köylerde, kasabalarda idari olarak özerk bir yapıyla yaşıyorlardı. Tabii doğal olarak da hepsinin bir başı, bir şefi vardı. Basileus adını verdikleri bu şefler kendi küçük topluluklarını bir merkeze bağlı olmadan, diledikleri gibi yönetiyorlardı. Bu basileusların güçlü ve becerikli olanları zamanla komşu köy ve kasabaları fethedince büyüdüler ve güçlerini artırdılar. Sonra baktılar ki çatışmayla, savaşla büyümek de bir yere kadar. Bunun üzerine antlaşmalar yaparak bazıları güçlerini birleştirdi ve bir anlamda siyasi birlikler oluşturmaya başladılar. İşte bu süreç polis dedikleri kent devletlerin kurulması yönünde ilk adımlar olarak tarihe geçti. Siyasi yapı büyüdükçe, aynı siyasi yapının altında yaşayan nüfus arttıkça tabii işler zorlaşmaya başladı. Basileuslar arasındaki güç savaşları arttı. Bu arada toprakların büyük bölümüne sahip olan zenginler bu maddi güçlerini siyasi güce evirmeye başladılar ve basileuslar arasındaki güç savaşlarından da yararlanarak bu güçlerini iyiden iyiye artırdılar. Sonrasında uydurdukları bazı mitolojik hikâyeleri de arkalarına alarak kendilerini soylu ilan ettiler. ‘En iyi’ anlamına gelen aristos sıfatını evirip, çevirdiler ve kendilerine aristokrat dediler. İşte aristokrasi böyle doğdu ve ellerindeki gücü kullanarak basileusları devirdiler. Aristokrat ailelerin iktidarda olduğu oligarşik (azınlığın yönetimi) sistem özetle böyle başladı.

Aristokratlar artık maddi güçlerinin yanına mutlak bir siyasi güç de eklediler ve tabii her devirde olduğu gibi ezilen yine halk oldu. Aristokratlar bu birleşmiş gücü o kadar kendi çıkarlarına kullandılar, kendileriyle fakir halk arasındaki uçurumu öylesine derinleştirdiler ki sonunda halkın elinde hiçbir şey kalmadı. Bir kısmı (aristokratların da desteklemesiyle) uzak diyarlara göç etti ve oralarda koloniler kurdu. Ticareti geliştirdiler ve zenginleştiler. Uzak ülkelerle yaptıkları ticarette sadece mal değil fikir ve kültür alışverişi de yapıyorlardı. Oralardaki sosyal ve siyasi yapıları da inceliyor ve farklı fikirlere açık yeni bir kültür geliştiriyorlardı. Oluşmaya başlayan bu yeni kültür onları sorgulamaya itiyordu ve “neden?” diye soruyorlardı. Neden biz çalışıyoruz ama parsayı aristokratlar topluyor? Neden biz değer üretiyoruz ama o değeri kendimiz yeterince kullanamıyoruz? Neden kanunları, kuralları aristokratlar belirliyor ve biz de onların istediği gibi yaşamak zorunda kalıyoruz? İşte bu akıl yürütme, sorgulama aristokratların tahakkümünü sonlandıracak süreci ateşliyordu. Yunanlar akıl yoluyla adım adım demokrasiye doğru ilerlemeye başlamışlardı.

Ama arada bir yol kazası yaptılar. Antik Yunan Tarihi’nde önemli bir yeri olan ve yedi bilgeden biri olarak kabul edilen Solon’un yaptığı reformların ardından, onun uzaktan kuzeni Peisistratos adında bir adam çıktı ortaya. Etkili konuşmaları ve türlü türlü ayak oyunlarıyla halkı kendisine inandırıp darbe yaptı. Aristokratların yöntemine son verip bir anlamda halkın desteğiyle Atina yönetimini eline geçiren bir tiran oldu. İki kez türlü şekillerde Atina’dan kovuldu ama bir yolunu bulup her seferinde geri geldi ve tiranlığına devam etti. Zorbaydı, hindi, sinsiydi ama halkı elinde nasıl tutacağını da çok iyi biliyordu. Aristokratların fakir halktan gaspettiği toprakları aldı ve onlara geri verdi. Halkın dini duygularını da kullanmayı çok iyi biliyordu. Atina’ya ikinci gelişinde uzun boylu bir kadına zırhlar giydirip onunla beraber girdi şehre ve kadının tanrıça Athena olduğu söylentisini yaydı. Şehir merkezindeki Athena tapınağını yeniden yaptırdı, Zeus adına devasa bir tapınağın inşasına başladı. Bu, öyle büyük bir tapınaktı ki tam 700 yılda ancak tamamlanabildi.

Peisistratos ölünce oğulları bu işi devam ettiremediler ve Atina için tiranlık dönemi kapandı. Tabii bunu fırsat bilen aristokratlar geri gelmek ve oligarşiyi yeniden hortlatmak istediler. Ama yönetim konusunda artık son derece tecrübeli olan ve yitirdiği hakları geri kazanmış olan halk buna izin vermedi. Onlar artık aristokratlara da tiranlara da geçit vermeyecek kadar akıllanmışlar, tecrübe sahibi olmuşlardı. Daha önceleri fikren çıkmış oldukları demokrasi yolculuğunu tamamladılar ve artık kendi sistemlerini, kendi yönetimlerini kurdular.

Ekonomi hâlâ önemliydi, geçim derdi yine en önde gelen sorunlarıydı… Ama zenginlerin siyasi tahakkümüne artık izin veremezlerdi. Tanrıları, tapınakları yine başlarının tacıydı… Ama siyasette dini hikâyeler artık miadını doldurmuştu. Yunanlılar aklı keşfetmişti bir kere… Geriye dönüş yoktu ve onlar da aristokratlar gibi kendi kavramlarını türettiler. ‘Güç, otorite, iktidar’ anlamına gelen kratos ve ‘halk’ anlamına gelen demos kelimelerini birleştirdiler… Ve halkın iktidarı ‘demokrasi’ başladı.

Peki, neden başka medeniyetler değil de Yunanlar başlattı demokrasiyi? O da gelecek haftanın konusu olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi