Oğlum Mernus, senin bir otobüsü daha kaçıracak durumun yok!

Sokrates öncesi filozoflardan biri olan Herakleitos “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” ve “Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz. Çünkü ikinci seferde siz de ırmakta değişmişsinizdir artık” sözleriyle yaşadığı dönemde evreni ve varoluşu anlamaya çalışanların bakışlarını doğadaki değişime çevirmeye çalışıyordu.

            Çevremizde meydana gelen değişimi algılamamız her zaman mümkün olmuyor. Değişimin meydana gelme hızı -Herakleitos bu kadarını tahmin eder miydi bilinmez- bazen baş döndürücü nitelikte olabiliyor. Hele ki hıza bu kadar düşkün bir dünyada hız körlüğü yaşarken.

•••

            Hayatımıza giren yenilikleri olabildiğince çabuk kabul ediyor benimsiyoruz. Aksi takdirde çağdışı kalma ihtimali hepimizin korkulu rüyası. Artık o kadar hızlı değişimler geçiriyoruz ki yaşantımızdaki bu değişimlerin bizi nereye sürükleyeceğini bile düşünemeyecek, üzerine kafa yoramayacak hale ge(tiri)liyoruz. Özellikle türlü çeşit, renkli, parlak ambalajlara sarılan teknolojik nimetler daima başımızın üzerinde kendine yer bulabiliyor. İnternetin yaygınlaşmasıyla hayatımıza giren MSN Messenger, ICQ, mIRC gibi sohbet programlarıyla bulaştığımız dijital sosyal hayat Facebook, Instagram, Twitter üçlüsü ile aramızda kopmaz bağlar meydana getirdi. Bu sanal dünyanın yaşantımıza kattıkları o denli cilalanmıştı ki bize sunulanlar karşısında bizden alınanları önemsiz addediyorduk. Oysa bedel olarak ödediğimiz kişisel verilerin ne denli önemli olduğu gerek Facebook’un gerekse Google’ın karıştığı skandallarla ayyuka çıkmıştı. Ama yine de olsundu. Sonuçta Facebook sayesinde lise arkadaşlarımızı bulabiliyor, o çok beğendiğimiz selfimizi Instagram’da paylaşıp like’lara doyuyor, bir parmak hareketimize bakan story’lerde kafa dağıtabiliyorduk. Bir diğer cenahta ise sağduyulu uzmanlar bu platformların hiç de masum olmadığını bangır bangır dile getirip “Bir şey bedavaysa ürün sizsiniz” sloganıyla yitirilenlere dikkat çekiyordu.

•••

            Toprak zenginliğinin, asker sayısının, fabrika varlığının şekillendirdiği dünya artık teknolojiyle kalıplanır hale gelmiş durumda. Ve bu teknolojinin son silahlarından biri de yapay zekâ artık. Üzerine pek çok akademik çalışma yapılan, konunun uzmanlarınca enine boyuna tartışılmaya çalışılan bu mühim hususun necip milletimizin huzurunda pek de umursanmayışı artık genlerimize işleyen kervan yolda düzülür anlayışımızın bir başka tasavvuru olsa gerek.

            Türkiye Yapay Zekâ İnisiyatifi (TRAI) ülkemizde bu konuda yapılan ciddi çalışmalardan biri. Yapay zekâ farkındalığını artırmak ve ekosistemi geliştirmek amacıyla 2017’de kurulan girişimin amaçları şu şekilde özetlenmiş:

            Yapay zekânın önemi, fırsat ve tehditleri, her türlü alandaki uygulama potansiyeli konularında farkında, bilinçli bir toplum oluşumuna katkıda bulunmak ve yapay zekânın gelişimi ile olası riskleri ve tehditleri tespit etmek. Bu konuda bilinç oluşturmak ve risklerin bertaraf edilmesine katkıda bulunmak”.

            Bu yıl 24-28 Ekim arası “Hayatımız Yapay Zekâ” etkinliğini düzenleyecek olan ekip “Yapay Zekâ Haftası boyunca dünyanın dört bir yanındaki başarılı yöneticilerden, yapay zekâ uzmanlarına, çığır açan akademisyenlerden, dünya çapında başarılara imza atan girişimcilere kadar birçok konuşmacının yer aldığı çok renkli bir program hazırladık”larını duyuruyor.

•••

            TRAI’nın çalışmaları dışında konuya ilgi duyanlar için de literatüre yeni katılan iki kitaptan bahsetmek istiyorum.

            İlki, bu yıl İletişim Yayınları’ndan çıkan ve akademisyenler Nick Dyer-Witheford, Atle Mikkola Kjøsen ve James Steinhoff tarafından kaleme alınan “Yapay Zekâ ve Kapitalizmin Geleceği”. Yapay zekâ konusunu komünizm üzerinden tartışmaya açan yazarlar yapay zekânın bugün izlediği patikada gelişmeye devam etmesi durumunda, kapitalizmin elindeki nihai silah olacağının altını kalınca çiziyorlar. Amerikalı yazar ve fütürist Jerry Kaplan’ın yapay zekâ tanımını (“YZ'nin özü -hatta zekânın özü- sınırlı veriye dayanarak hızlı bir şekilde uygun genellemeleri yapma kabiliyetidir. Uygulama alanı ne kadar genişse, asgari bilgiyle sonuçlara ne kadar çabuk varılabilirse, davranış o kadar zekicedir.”) okuyucuya aktaran yazarlar bu teknolojiyi üç gruba ayırıyor.

            Dar Yapay Zekâ uzun zamandır hayatımızda aslında. Apple’ın Siri’si, Microsoft’un Cortana’sı, Amazon’un Alexa’sı bilindik örnekler. Spotify’ın çalma listesini dinlediğiniz müziğe, Netflix’in film önerilerini beğenilerinize göre sıralamasının altında hep bu teknoloji var.

            Yapay Genel Zekâ çok çeşitli bağlamlarla etkileşime geçme ve o bağlamlarda zekice davranabilme ve bir bağlamda öğrendiklerini ilk defa karşılaştığı durumlara uygulama yetisine sahip, yani pek çok düşünsel alanda akıl yürütme kabiliyeti olan yapay zekâlar şeklinde tanımlanırken; Yapay Süper Zekâ ise sıkça bilim kurgu yapımlarına esin kaynağı oluşturan ve Yapay Genel Zekâ’nın kendini uyarlama kabiliyeti kazanması ve öngörülemez güçlere sahip tanrısal bir hâle gelmesi olarak ifade ediliyor. Hem Facebook hem de -Elon Musk’ın şirketlerinden biri olan- Open AI’ın geliştirdiği yapay zekâların kendilerine has bir dil geliştirmeleri ve araştırmacılar tarafından çalışmaların durdurulması bu teknolojinin varabileceği noktalar hakkında uzaktan gelen ayak sesleri olarak nitelendirilebilir.

            ABD ve Çin’in bu alandaki çalışmaları ve öncülükleri biliniyor. Yapay zekâ sermayesinin kazananın her şeyi aldığı mülkiyet yoğunlaşmasıyla tekeller oluşturmaya meyilli olabileceğine dikkat çeken yazarlar kitaplarında ABD ve Çin’in bu alanda yaratacağı düopolün sakıncalarına vurgu yapıyorlar. Çin’in yapay zekâ programının baş destekçilerinden biri olan Kai-Fu Lee’nin öngörülerinden hareketle yapay zekâ zengini ülkeler dudak uçuklatıcı kârlar elde ederken belli bir teknolojik eşiği geçememiş ülkelerin kendilerini neredeyse tam bağımlılık ve tabiyet haline giden yolda ve denetimleri dışındaki yapay zekâ imkânlarından faydalanma karşılığında panik halinde pazarlara ve verilere erişim vermek zorunda kalabilecekleri gerçeğini göz önüne seriyorlar. 

•••

            Efil Yayınları’ndan çıkan “Yapay Zekâyı Yeniden Tasarlamak-Otomasyon Çağında İş Demokrasi ve Adalet” kitabı ise konuya farklı bir açıdan yaklaşıyor ve “Daha adil bir toplumun inşası için yeni teknolojiler nasıl kullanılabilir?” sorusu üzerinden ilerliyor. Kitapta Daron Acemoğlu’yla birlikte pek çok yazar ve akademisyenin konuya dair düşüncelerini okuyabiliyorsunuz.

            Yapay zekâ çalışmalarının günümüzde daha çok sermayenin eline bırakılmış olmasının tehlikelerine dikkat çekiyor örneğin Acemoğlu ve ekliyor “İhtiyacımız olan, topluma en faydalı ve piyasa tarafından yetersiz tedariki en muhtemel teknoloji tiplerine yönelik araştırma çabalarını destekleyecek ve koordine edecek daha aktif bir devlet rolüdür”. Çin’in yapay zekâ kullanarak ülke genelinde yaygınlaştırdığı yüz tanıma ve vatandaşlık puanı tarzı uygulamaları Orwell’ın 1984 distopyasını aratmayacak cinsten. Bu ve benzeri örneklere değinen Acemoğlu da yapay zekânın hem işçi emeğine alternatif olup küresel işsizliği tetikleyecek olmasına hem de demokrasinin  zorlu bir yapay zekâ sınavına tabi olacağına dikkat çekip devletlerin bu konuda daha çok inisiyatif alması gerektiğine vurgu yapıyor (Halkın masasından kalkıp sermayedarların masasına kurulan neoliberal devletler çağında ne hoş bir beklenti!”)

            Yapay zekâ ile soslanmış serbest piyasa ekonomisinin yaratacağı vahşet karşısında emeğini ve varlığını koruyabilmek için insanların, çalışanların sığınabileceği tek çatı altı olarak devlet kalmıştır artık. Kitapta görüşlerine yer verilen William S. Isaac, Marie-Therese Png ve Shakir Mohamed‘in  “Resmî sömürgecilik sona ermiş olabilir fakat mantığı, kurumları ve uygulamaları-yapay zekâ gelişmelerinde ve kullanımında da olmak üzere-varlığını sürdürmektedir.” ifadeleri ise konuya farklı bir açıdan dikkat çekiyor.

            Bugün sosyal medyada filtre balonları yankı odaları gibi uygulamalar farkında olmadan insanları içe kapanmaya sürüklüyor, insanlar daha çok kendisi gibi düşünen kendisi gibi yaşayan bireylerle çevrili sanal bir sosyal hayat yaşıyor. Farklılıklara olan saygı giderek anlamına yitirirken demokrasinin temeli türlü çeşit algoritmalar ve yapay zeka temelli çalışmalarla sarsılıyor. Hayatımızda gitgide daha çok yer tutan bu teknolojik oyuncaklar arzu ettiğimiz içerikleri ve bizim gibi düşünen insanları çok daha kolay bulmamızı sağlarken aslında bizi daha çok kutuplaştırıyor.

            Yapay zeka konusunda yapılabilecek ilk şey önceliklerin değiştirilmesi olmalı. Ana mesela bu teknolojinin daha çok kime fayda sağlayacağıdır. İnsanlığa değil sermayenin hizmetine girmiş yapay zeka teknolojisi, hem işçi emeğine hem de demokrasiye kökünden zarar verebilir. Başta Acemoğlu olmak üzere kitapta düşüncelerine yer verilen katılımcıların hepsinin dikkat çektiği husus devletlerin bu sınırları kestirilemeyen teknolojide öncülüğü eline almasıdır.

            Bugüne kadar kaçırdıklarımızın ardından hayıflanmayı bir tarafa bırakıp bizi bekleyen geleceğe ve bu büyük çaplı değişime hazırlıklı olmalı, yapay zekâyı daha çok gündemimize alıp daha çok konuşmalı, tartışmalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi