İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

Öğretmen ataması

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20. Milli Eğitim Şurası açılış konuşmasında, toplantıya katılan öğretmenlerin gözüne bakarak ne diyor?
“Bu gün görev yapan öğretmenlerin yüzde 73’ünü biz atadık!” diyor!
Toplantıya katılan öğretmenler de alkışlıyor.
· · ·
Aslında söylenen sözün, “iktidarımız boyunca öğretmenlerin maaşını biz veriyoruz!” demekten bir farkı yok!
· · ·
Bunu söyleyen kişi 20 yıldan bu yana bu ülkenin kesintisiz yöneticisi!
Neredeyse bir çalışanın, işe başlamasından emekliliğine kadar geçen süreye yakın bir iktidar süresinden söz ediyoruz.
Atatürk bile koskoca Cumhuriyeti kurdu... Kurucu olduğu halde 15 yıl başında kalabildi.
· · ·
AKP iktidarı süresince, doğal sirkülasyonla, öğretmenlerin ortalama yüzde 80’i emekli oldu!
Yirmi yılda artan öğrenci nüfusunu ve buna bağlı olarak artan öğretmen ihtiyacını bir yana bırakalım.
Sizin, emekli olanların yerini doldurmak için bile yüzde 7 daha fazla öğretmen istihdam etmeniz gerekirdi.
· · ·
Yani aslında istihdam etmeniz gerekenden daha az sayıda öğretmen ataması yapıyor ve bununla, çaktırmadan övünüyorsunuz!
· · ·
İnsanın canını sıkan şey şu: İlköğretim üçüncü sınıftaki bir çocuğun bile yemesi mümkün olmayan bu basit hesabı bir külliye dolusu öğretmen yiyor ve alkışlıyor!
· · ·
Şura’da bu cümleyi alkışlayan canım öğretmenlerim bu cümleyi;
-ya bu hesabı yapamadığı için alkışlıyor,
-ya da “Reyiz ne derse doğrudur, yanlış ise de doğrudur!” şeklinde bir zihin yapısı ile alkışlıyor!
· · ·
Her iki durum da bizim şu duayı yapmamıza neden oluyor:
“Allahım!.. Çocuklarımızı, torunlarımızı bu alkışlayan öğretmenlerin sınıfına denk getirme ya rabbim!”
· · ·
Öğretmenim!
İnsan bu cümleyi alkışlarken, atanamadığı için pazarda limon satan; atanamadığı için evlere temizliğe giden; atanamadığı için babasından harçlık almayı ar edip intihar eden binlerce meslekdaşından utanır!

Neden karanlıkta ısrar ediliyor?

Tasarruf diyenler var!
Bu uygulama ile yıllık 150 milyon dolar elektrik tasarrufundan söz ediliyor!
Kim nasıl hesap etmiş belli değil.
· · ·
Elektrik mühendisleri odasının hesabına göre bırakın tasarrufu, uygulama öncesine göre elektrik sarfiyatı artmış.
Hayatın normal akışına uygun olan bu!
Sabahın kör karanlığında uyananlar elektrik sarf etmiyor mu?
· · ·
Kaldı ki adına tasarruf denilen rakam, Cumhurbaşkanı’nın uçak filosuna son katılan, premium konforlu, salonunda her seyahat dönüşü “embedded gazetecilerle” muhabbet mzsası kurduğu, Boeing A 747-8’in fiyatının üçte biri kadar…
· · ·
Haa “ama o hediye!” diyecekler..
Biz de satılıp paraya çevrilirse diyoruz!
Demek ki bu ısrar tasarrufla ilgili değil!
· · ·
Bu uygulamanın sabah namazı kılanların günü bölünmesin diye yapıldığını iddia edenler var!
Bu iddianın ayakları da pek yere basmıyor!
Sabah ezanı, -bölgelere göre değişmekle birlikte- beş buçuk ile altı buçuk saatleri arasında okunuyor.
Sadece, güneşin ortalama 45 dakika erken doğduğu Doğu Anadolu’nun bir kısmının durumu bu avantajı kullanmaya uygun.
Oysa ülke nüfusunun yüzde 80’i için, sabah saat sekizde, hala her yer karanlık!
Demek ki bu ısrar muhtemelen namaz ile de ilgili değil!
· · ·
Bu uygulamanın Avrupa saatine yani Avrupa’ya üstü örtülü bir tepki olduğunu söyleyenler var!
Yani “Eey Avrupa! biz değil sizin sisteminize, sizin saatinize bile uymayız!”
tepkisi…
Bu da çok anlamlı değil!
Londra ile Almanya’nın da saat dilimleri farklı. Rusya ile aynı saati kullanıyoruz.Yaz saatinde Yunanistan ile Ukrayna ile aynı saati kullanıyoruz.
Şu anda bizim saatimiz kiminle aynı?

Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad ile.. Yani Mekke ve Medine ile!
· · ·
Acaba, “Yönetim modelimizi bir türlü dört başı mamur bir islam cumhuriyetine çeviremedik, bari saati Suudi Arabistan’a göre ayarlayalım, hiç olmazsa ezan-ı Muhammedi’yi aynı saatlerde idrak edelim, mubarek orucu aynı saatlerde açalım, islamcı camiaya sağlam bir selam çakalım!” düşüncesi mi bu inadın sebebi olmuştur?
Onu da bilemeyiz!
· · ·
Sonuçta çocuklar karanlıkta okul yollarında, kadınlar, elleri paltolarının cebindeki biber gazında, yönetenlerin derdi başından aşkın!

İcatlar ihtiyaçtan doğar

Benim çocukluğumun önemli bir bölümü Sinop’ta geçti.
Çocukluğumda Sinop’taki evlerin pencerelerinde demir korkuluk yoktu.
Kapılar kilitlenmezdi.
Pencereler sabaha kadar açık olurdu.
Kapılarımız da gün boyu…
· · ·
Kimse, kimseden huylanmazdı.
“Kapını kilitli tut, komşunu hırsız yapma!” özlü sözü Sinop’ta ve hatta belki de Anadolu’nun çook büyük bir bölümünde geçerli değildi.
· · ·
Alarm diye bir şey yoktu!
Değil mağazalardaki ürünler, evlerde, iş yerlerinde, otomobillerde bile alarm yoktu!
Alarm denilen şey henüz icat edilmemişti.
· · ·
Sinop Şehir Kulübü’nün olduğu caddenin köşesinde, üzeri yağmurluk çatılı ahşap, küçük bir gazete standı bulunurdu.
Başında hiç satıcı olmazdı.
Gazetesini alan mutlaka parasını kutuya atar, akşam gazetecinin on kuruş bile açığı çıkmazdı.
O stand senelerce orada kendi kendine gazete sattı!
Şimdi yok!
· · ·
Kentin yarısı Amerikalıydı.. Sinoplu gençlerle arkadaşlık yaparlardı.
“Amerikalı’ya “kazık atmak, onları soyulacak kaz gibi görmek” hiç bir esnafın aklından geçmezdi. Onları Kent’in eşit vatandaşı olarak görürlerdi.
· · ·
Başka sokaklardaki teyzeler, tanımasalar bile ekmeğin üzerine vita yağ sürüp verirlerdi biz çocuklara!
· · ·
Kiraz mevsiminin başında, annem kirazı sepetle (küfeyle) alırdı.
Evin taşlığında hortumla yıkar, bütün sokağın çocukları oturup dağ gibi kümeyi bitirene kadar yerdik!..
· · ·
Dedim ya, o zamanlar çocuktuk.
O zamanlar!..
Yani Reyiz’in avanesinin ‘Eski Türkiye’ dediği zamanlar!
· · ·
Kot pantolon yoktu.
Kutu kola yoktu.
Alarm yoktu.
Hazır çocuk bezi de yoktu…
Bunlar sonradan icadedildi.
Ceyar’lar, Küçük Ev’ler, Heidi’ler zamanı geldi.
· · ·
Hala Reyiz iktidarda değildi.
Hala o eski Türkiye’deydik…
Biraz daha büyümüş, biraz daha ‘akıl baliğ’ olmuştuk!
· · ·
Ama yine de:
Hazır çocuk bezine alarm takılan, ayçiçek yağına zincir vurulan bir ‘Yeni Türkiye’de yaşayacağımız, aklımızın ucundan bile geçmezdi!..
Şimdi Reyiz, miting meydanlarında:
“Bu memlekette çocuk bezine alarmı, ayçiçek yağına zinciri biiiz getirdiik biiiz!” dese yeridir!

Yakında 1000 TL’lik banknot çıkar mı?

Evet çıkar! Buyrun, matematik şaşmaz!
Hesaba göre yakın zamanda en az 1000 TL’lik kağıt paraları piyasada görmemiz lazım!
· · ·
Şöyle ki:
Paradan 6 sıfır atılması kararından sonra ilk 100’lük banknot YTL olarak 1 ocak 2005 tarihinde tedavüle çıktı.
· · ·
200 TL’lik banknotlar ise dört yıl sonra 1 Ocak 2009’da dolaşıma girdi.
· · ·
100 TL ile çıktığı tarihte 75 dolar alınabilirken şimdi ancak 7,5 dolar
200 TL ile çıktığı tarihte 131.5 dolar alınabilirken şimdi ancak 15 dolar alınabiliyor.
· · ·
Demek ki nakit dolaşımın matematiğini, en büyük banknotumuzun 100 dolar civarında bir karşılığı olmasına göre kurmuşuz!
Ne demek bu?
Kağıt paranın da bir ergonomisi var!
Basılması, kağıt maliyeti, nakliyesi, bankamatikte depolanması, cepte taşınması, sıfırlanması…
Hepsi banknotun üst seviyesini belirleyen parametreler!
· · ·
Yani özet olarak en büyük kağıt paramız ile 100 dolar civarında bir döviz alabilmemiz, aşağıdan 5 kuruşları, on kuruşları da piyasadan kaldırmamız lazım!
Biliyorsunuz özellikle bu iki miniğin metal maliyeti kendi değerinden yüksek olduğu için hurdacılar tarafından kilo işi toplandığı haberleri yapılmıştı..
· · ·
Bu da demektir ki çok kısa bir zamanda bu düzeyde bir banknot basılacak!
Küsürat olmayacağından biz diyelim ki 1000 TL’lik banknotun eli kulağındadır.
· · ·
İlk kez buradan Lomboz’un ayrıcalıklı okurlarına biz söylemiş olalım!
Cüzdanlarınızda binliklere yer ayarlayın!
· · ·
Artık asgari ücret ya da emekli maaşı olarak bankamatikten iki üç adet kağıt alır,
kıvırır, kıvırır, katlar rahatça cüzdanımıza sokarız!

Öğrenci evinde iyi et pişirmek için 5 tüyo

1- Kasaptan iyi et alacaksın!
2- Eti kekik ve tuzla mar…
· · ·
N’oldu?
· · ·
Nasıl yok bişey? Dinlemeyecek misin tüyoları?
· · ·
Ne yani eti de ben mi getireceğim? Hem tüyo ver hem eti getir.. Sen ne iş yapacaksın?
· · ·
Tamam abi boş ver!.. Unut gitsin! Yeni tarif veriyorum. Mehmet Öz usulü Köri soslu makar..
· · ·
..O da mı yok!.. Evde makarna da yok öyle mi?
· · ·
İkimiz ortak bi simite girsek diyecem ama o da üç buçuk lira olmuş!
· · ·
Halk ekmekten iki ekmek alalım da ekmek arası şey yapalım!
· · ·
Arası ne mi? Tamam, arasını da kaldırıyorum!
· · ·
Abi, biz en iyisi yine soğan ekmek olayına takılalım!
Ne de olsa güvenlik mühim!
Önce güvenlik!
Bir dirhem et için güvenlikten taviz mi vereceğiz yani..

Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi