“ÖĞRETMEN İMAMA YENİLDİ”

Uzaktan eğitim sürecinde telefon ücretini ödeyemeyen öğretmenden tutun da borç harç bilgisayar alıp öğrencilerine ulaşmaya çalışan öğretmenleri, veli, okul baskısı arasında ne yapacağını bilemeyen, güvencesiz çalıştırılan, hayatına ilişkin kararlar almakta zorlanan, geçimini sağlamak için evlere temizliğe gitmek zorunda kalan emekçileri dinledik, yazdık. Üç gün önce öğretmenler gününü kutladık. Çiçekler, kutlamalar, afili sözler ve pek tabi sosyal medya paylaşımları…  Tek günlük kutlamalar bitti, sıra gerçekleri konuşmakta.

Bu hafta Ayraç’ta ‘Türkiye’de Öğretmen Olmak, Emek Süreci ve Yeniden Proleterleşme’ kitabını değerlendiriyoruz. NotaBene Yayınları’ndan çıkan kitap Prof. Dr. Cahit Talas Sosyal Politika Ödülleri kapsamında doktora dalında övgüye değer bulundu. Sunuş yazısında da Türkiye’nin önemli iktisat hocalarından Korkut Boratav’ın yazısı var. Kitabında “Öğretmen imama yenildi” diye yazan Kocaeli Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Orkun Saip Durmaz’la neoliberal politikaların öğretmeni bir emek işçisi haline nasıl getirdiğini, güvencesiz çalışmayı, itibarsızlaştırma politikalarını konuştuk.

Kitabınızda neoliberal politikalar sonucunda itibarsızlaştırılan bir mesleği inceliyorsunuz. Üç gün önce Öğretmenler Günü’nü kutladık. İsterseniz önce oradan başlayalım. İtibarsızlaştırılan bir mesleğin günü olur mu? Ortada kutlanacak bir şey kaldı mı?

İnsanların gündelik yaşama tutunması, mesleki anlamda da sosyal anlamda da gerçekçi yanı olmasa da motive olmaları, kendilerini iyi hissetmeleri anlamında kutlanacak bir şey var. Öğretmenlik mesleğinin itibarsızlaştırılmasına karşın vatandaşın önemli bir kısmının kafasında hala önemli bir yeri var. İşin diğer tarafında sosyoekonomik ve sosyopolitik bakış açısıyla baktığımızda keskin bir süreç ve bu, yılda bir kez iade-i itibar yapılmasıyla giderilebilecek bir şey değil. Böyle bir kutlama öğretmenlerin gündelik hayatlarında yani geçim sıkıntısı yaşayan, demokratik hakları olamayan öğretmenler bağlamında pek bir şey ifade etmiyor.

Kitabınızda öğretmenin emek sürecini ve proleterleşmesini anlatıyorsunuz. Öğretmenin proleterleşmesi ne demek?

İşçileşme aslında.  Üç farklı boyutta tanımlanabilir: Birincisi iş gücünün proleterleşmesi. Emek sürecine dahil olan kişinin kendi emek sürecindeki tasarrufunu kaybetmesi. Fabrika işçisi işi kendisi yapar ama emeğin ürünü üzerinde tasarrufta bulunamaz. Sosyal zeminin arkasında üretim ilişkilerine dayanan sosyoekonomik yan var. Öğretmen fabrika işçisi gibi değil bir zanaatkar, emeği üzerinde etkisi var. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki öğretmen profilinin zanaatkar emeğine benzediğini görüyoruz. Öğrenci üzerinden otorite kurmasının meşru olduğu bilgisi ve birikimiyle öğrenciyi yönlendirebilecek bir meslek öğretmenlik. Birçok beyaz yakalı meslek grubunda olduğu gibi öğretmenlerde de işçileşme süreci yaşadı.

ÖĞRETMENLER DEMOKRATİK MUHALEFETİ İNŞA EDİYOR”

Bu alanda çalışmaya nasıl karar verdiniz?

Proleterleşme üzerine çalışmak istiyordum. Önce başka alanı düşündüm ama öğretmenlerde karar kıldım. Proleterleşme insanların hayatına daha uzun süreçte etki ediyor. Bunu Türkiye özelinde daha eski bir emekçi grubu üzerinde incelemek istedim. Öğretmenleri seçmemin nedeni bu. Öğretmenler Türkiye’nin hem sosyoekonomik hem siyasi tarihinin bir parçası. Cumhuriyet döneminde ideal form yaratılıyor, arkalarında devlet gücü var. Kamu gücü var. Böyle bir dönemden geçiliyor. Devletin ideolojik ve politik etkisinin bu kadar çok görüldüğü başka bir meslek grubu yoktur. Ulusal birliğin sağlanma sürecinde öğretmen aktif rolde.

1960’lardan itibaren öğretmenler sosyoekonomik ve siyasal mücadelenin önemli birer aktörü. TÖB-DER, TÖS, büyük öğretmen boykotu var. 90’lı yıllarda kamu memurlarının sendika hakkını elde etmesinde öğretmenlerin önemli rolü var. Demokratik muhalefetin inşa edilmesinde de öğretmenler önemli bir rol oynuyor.

ÖĞRETMENİN İŞ GÜVENCESİ ORTADAN KALKTI

Gözlemlediğiniz en temel sorun neydi?

Günümüzdeki en temel sorun; güvencesizleştirilme yani kişinin ertesi gün bir işinin olup olmayacağını bilememesi. 1980 öncesinde dershanedeki öğretmen sayısı toplam istidamda ihmal edilebilir rakamlardaydı ama sonrasında ciddi bir artış oldu. Özellikle 2000’li yıllarda önemli bir orana tekabül etti. Eskiden bir memursanız siz güvenceli istihdam ediliyorsunuz denilirdi. Toplumdaki algı da bu yöndeydi, garanti meslektir. Maaşı iyi olmasa bile işiniz garantidir. Mevcut hükümetin yaptığı düzenlemeler devlet kapısının içinde de güvencesizlik alanı açtı. 657 sayılı kanunda 4B kadrosu var. Uzmanlık alanı gerektiren alanlarda alım yapılıyordu. Mevcut hükümet bunu değiştirdi, uzmanlık gerektirmeksizin öğretmenler memur olarak alınabilir hale geldi. Güvenceli bir istihdam şekli güvencesiz hale getirildi. Bir de 4C var. Onun ne olduğu da belirsiz. İşçi olmayan, geçici işlerde istihdam edilen bir çalışan kategorisi olarak tanımlanmış 657’de.  Adı üzerinde çok istisnai uygulamalar bağlamında devreye sokulması gerekirken bazı konularda neredeyse bir kural haline getirilmiş durumda. 2000’li yıllarda müthiş bir ücretli öğretmen alımı yapıldı. Kaç ücretli öğretmen olduğuna ilişkin merkezi bir veri bile yok! İş güvencesizliğinin en net hissedildiği kesim burası. Yerinize sözleşmeli personel veya memur olarak atama yapıldığında, sizin kurumla ilişkiniz kesiliyor. Bir sonraki atamayı beklemeniz gerekiyor, o da atama yapılırsa. Liyakat sorunu çıkıyor ortaya.

Kadrolu öğretmenler, sözleşmeli öğretmenler ve ücretli öğretmenler… Milli Eğitim Bakanlığı’nın dışında bir de başkanlık sisteminden kaynaklı Eğitim Politikaları Kurulu var. Adeta bir kast sistemi. Buradan iyi bir şey çıkar mı?

Bu yaklaşım devam ettiği sürece insanlığın tarihsel kazanımları ve Türkiye’nin kazanımları adına buradan iyi bir şey çıkma ihtimali yok!

SORUN; İŞE ALIM STATÜSÜ

Uzaktan eğitim sürecinde görüştüğüm öğretmenlerden biri dokuz yıldır öğretmenlik yapmasına rağmen 1700 TL maaş aldığını, geçinebilmek için marketlerde de çalıştığını, evlere temizliğe de gittiğini söylemişti. Çalıştığı okulda öğretmen odasında kadrolu öğretmenlerin kendilerine ayrı bir masa kurduğunu, ücretli öğretmenlerin oraya oturtulmadığını üzülerek anlatmıştı. Bu düzen öğretmeni öğretmenin kurdu haline getirmez mi?

Çalışanlar kümesi ne kadar heterojenleştirilirse yani özdeş yapı ne kadar bozulursa mesleğin gereğinden kaynaklanmayan sorunlar ortaya çıkar. Her iki öğretmen arasında mesleki anlamda bir fark yok, farklı bir uzmanlık alanı yok. Mesleğin gereğinden kaynaklanan statü farkı yok. Profesör ve asistan arasında kıdem farkından kaynaklı bir fark olur. Burada böyle bir şey de yok! İşe alım işlemi farklı bir statüden yapıldığı için bu fark oluşuyor. Bu sadece öğretmenlerle sınırlı değil. Kamu çalışanları arasında yaygın bir fark.

“HEM KAMUCU HEM ÖZEL SEKTÖRÜN YÖNETTİĞİ

BİR SİSTEM OKSİMORONDUR”

İktidar devleti bir şirket gibi yönetmekle övünüyor. Geldiğimiz durum ortada. Eğitimde şirketleşme sorunu ne yaratır? Kamucu politikaya bir an evvel dönülmesi gerekmez mi?

Eğitim, sağlık, ulaşım, barınma. Bunlar temel haktır. İnsanın insan olmasından kaynaklı haklar, sosyal devlet bununla ilgili bir şey. Hem kamucu hem özel sektörün domine ettiği bir düzen oksimorondur, sağlıklı işleyemez. Sağlıkta da benzer bir şey var. Niteliksizleşme, vasıfsızlaşma, itibarsızlaşma var. Özel sektörün buralarda olması birbirini besleyen virüs gibi bir şey.

KRAL ÇIPLAK!

Bu yıl okulu bırakan bir milyon çocuktan söz diliyor. Atanmayan öğretmenler, geçimlerini sağlamak için inşaatta veya başka işlerde çalışan öğretmenler var. Yaşamlarını yitirenler de oldu. Bu süreç bizlere kralın çıplak olduğunu bir kez daha gösterdi öyle değil mi?

Pandemi aslında var olanı keskinleştirdi. İnsanların gözüne görünen bir şey haline geldi. Öğretmenin atanamaması sorunu bir hükümet politikası sorunudur. Türkiye’deki okul sayısı yetersiz. Bunun yanı sıra mevcut ihtiyaca yönelik bir eğitim politikası yok. Eğitim fakültesi her mezuna istihdam sağlayacak şekilde öğrenci alımı yapmıyor. Aynı sorun iktisadi ve idari bilimler fakültesinde de var birkaç yıl sonra o da patlayacak. Öğretmenler mezun olup atanmayınca geçimlerini farklı kanallardan sağlamaya yöneliyor. Burada iş kazaları da oluyor. Çünkü üniversite bitirmiş, üç ay inşaatta çalışıp para kazanıyım diyen bir insanın o işi bilen bir inşaat işçisine göre kaza geçirme riski daha fazla.

KPSS sınavında en yüksek puanı alan öğretmenler de atanmıyor.

Bu 2000’li yıllardan beri keskinleşen bir sorun. Bu sorunun devam etmesi bunu meşrulaştırmaz. Etkisini azaltmak ya da sorunu çözmek gerekir. Ataması yapılmayan öğretmenler özellikle belirli branşlarda ciddi mağduriyetler yaşıyor. Bizzat tanıdığım, 95 puanla atanmayan fizik öğretmenleri var.

MAKSAT İŞSİZLİĞİ ERTELEME

Son beş yılda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi branşına toplan kontenjanın yüzde onu ayrıldı. Sınıf öğretmenlerinden sonra ikinci sırada. Siz kitabınızda aydın öğretmenden ameleye dönüşen öğretmenin geçirdiği süreci anlatıyorsunuz ve öğretmenin imama yenildiğini vurguluyorsunuz. 

İdeolojik bir müdahale bu. Gelecek tasavvuru projesi. Cumhuriyet’in de gelecek tasavvuru vardı. Bu doğrultuda karma eğitime geçti, imam hatip gibi din temelli okulları önce kapattı sonra sınırlandırdı. En hakiki mürşit ilimdir sözü doğrultusunda adımlar atıldı. Bu hükümetin de kendi ecdadına yakışan, manevi değerlerin farkında olan bir gençlik tasavvuru var. Din dersini zorunlu tutmak, ek seçmeli dersler yoluyla dini müfredatı artırma gibi bir politikaları var. Başka branşlarda da benzer sorunlar var. Bu kamusal istihdamdan kaçınma problemi. Tarih öğretmeninin inşaatta çalışmasına ihtiyaç var ama tarih okuması engellenmiyor. Çünkü işsizliği erteleme süreci bu. Kişinin 18 yaşında değil 23 yaşında işsiz olduğu ortaya çıkıyor. Birey için de çevresi açısından da sanal bir yanılsama yaratıyor, hükümet de sorumluluğu öteliyor.

“SENDİKA ÖĞRETMEN İÇİN EKMEK, HAVA, SU GİBİ”

Yakın dönemde ilk defa özel okul öğretmenlerini kapsayan bir sendika kuruldu. Dershaneleri de kapsayan önemli bir gelişme. Halihazırdaki sendikaların özel okul öğretmenlerini yeterince örgütleyemediğini, onlara ulaşamadığını görüyoruz. Sendikalaşma sürecinin önemli bir adımı olur diye düşünüyorum. Öğretmenin örgütlenmesi önemli. Dernek statüsü oluyor, dayanışma ağı kuruluyor. Resmi yollardan işverenle muhatap olmak sendikayla bağlantılı. Öğretmenler için ekmek, hava, su gibi bir şey.

Kitabınızda Gezi direnişçilerine de selam yolluyorsunuz. İnandıkları uğruna harekete geçen veya o anda sokakta bulunduğu için vurularak, dövülerek öldürülen gençlere adadınız kitabınızı.

Eğitim genç insanların merkezde olduğu bir alan. Tez yazım sürecim de haziran direnişin olduğu dönemdeydi. Bu gençler Gezi direnişine doğrudan katılan, direnişi sahiplenen ve hayatları sona ermiş gençler. Kitabımı bu genç arkadaşlara adamayı uygun gördüm.

HAFTANIN KİTAPLARI

27 KASIM

KAÇ ZİL KALDI ÖRTMENİM?

Filiz Aygündüz

Doğan Kitap

Diyarbakır’ın küçük bir kasabasına atanan yirmi üç yaşında bir öğretmen… İstanbul’daki güvenli evinde, televizyon haberlerinde seyrettiği uzaktaki köyde yeni bir hayata başlıyor. O köyün ne dili ne de alışkanlıkları tanıdık. Farklılıkları, kimlikleri, dili, ölümü, hayatı sorgulayan bir kitap ‘Kaç Zil Kaldı Örtmenim?’

GAZETECİLER PROLETERLEŞME

Çağrı Kaderoğlu Bulut

NotaBene Yayınları

Ayraç’ta bu hafta öğretmenlerin proleterleşmesine ilişkin bir kitabı yazarıyla konuştuk. Konu proleterleşme olunca bir kitabı daha listeye eklemek istedik. Bu durumdan en çok etkilenen mesleklerden bir diğeri de gazeteciler. NotaBene Yayınları’ndan çıkan, yine bir doktora çalışması olan ‘Gazeteciler Proleterleşme’ kitabı gazeteciliğin dönüşümünü anlatıyor.

BABALAR VE ÇOCUKLAR

Ceyhun İrgil

Sia Kitap

Dr. Ceyhun İrgil Babalar ve Çocuklar – Genç Cumhuriyet’in Vicdan Serüveni kitabında 150’likler olarak bilinen, kimisi saray hükümetinin, kimisi işgalci İngilizlerin yanında yer alarak Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan isimlerin izini sürüyor. İrgil kitabında 150’liklerin ve çocuklarının bilinmeyen öykülerini anlatıyor.

TEHLİKELİ TIRMANIŞ

Hakan Bulgurlu

Mundi Yayınları

Hakan Bulgurlu, Everest’e tırmanmaya karar verir ve dünyaya olan bakışı değişir. Tehlikeli Tırmanış kitabında Bulgurlu yaşadıklarını yazıyor ve okuyucuya dünyayı kurtarmak konusunda hala şansımız olduğunu anlatıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi