Olan yine bize oldu!

Bundan iki hafta önce tam bu satırlarda yayınlanan “Lütfen Sıra Ağbal’a Gelmesin” başlıklı yazımı şu cümlelerle bitirmiştim.
“Zira gördüğünüz gibi para politikasının etkisi sınırlı ve kısa vadeli! Ağbal mevcut şartlarda elinden geleni yapmaya çalışıyor! Asıl mesele bu noktadan sonra temel sorunlara eğilmek! Bu sorunlar ise isimlerle değil, sistemle ilgili!
Ve bu aşamada bir TCMB bağımsızlığı krizi daha kaldıracak durumda değiliz!”
Cumartesi sabahı ise tam da korktuğumuz başımıza geldi ve Sn. Ağbal görevden alındı. Nedenleri hala bilinmese de kısa vadede ilk sonuçları ile pazartesi günü itibariyle karşılaştık. Yine o yazıya atıfta bulunarak söyleyeyim ki para politikasının başarı elde etme tarafında (enflasyonu düşürme, kurları sakinleştirme vs.) etkisi sınırlı ve kısa vadeli olsa da bir ülke ekonomisinin en önemli güven unsuru olması nedeniyle başarısızlık tarafında yarattığı etki maalesef öyle kolay ve hızlı onarılabilir cinsten değil. Bu açıdan bakıldığında son yaşadığımız gelişmelerin etkisi de sadece pazartesi ve salı günü finansal piyasalarda karşılaştığımız etkilerle sınırlı değil!
Zaten sıradan vatandaş açısından bakıldığında bu etkileri önemsiz sayan da çok insanımız mevcut.
Ancak maalesef yukarıda da ifade ettiğim gibi finansal piyasalarla sınırlı değil yaşananlar. Bu yaşananlarla beraber Türkiye ekonomisi ve bizlerin kaybı üç beş dolardan çok daha fazla oldu!
Neyi kaybettik?
Bir kere enflasyonla mücadele zeminini kaybettik. Haziran ayı itibariyle kısmen enflasyonda bir düşüş beklentisi yaygındı. Zaten hayat pahalılığının neredeyse işsizlik ile beraber en önemli ekonomik sorunlardan biri haline geldiği son birkaç yılın ardından Ağbal idaresindeki TCMB’nin kararlı bir duruş sergileyeceğine dair bir inanç oluşmaya başlamıştı. Bu adım ile birlikte kurda yaşanan gelişmeler ve ithal ürün ve enerji maliyetlerindeki artış maalesef fiyatlardaki artış hızının düşüşünü bir başka bahara ertelemek zorunda bırakacak bizi.
Vatandaşın en önemli iki sorunundan biri hayat pahalılığı diğeri işsizlik derken, işsizlikteki iyileşme umudumuzu da yitirdik. Elbette yüksek faiz durgunluk ve işsizlik demek. Ancak eylül ayı itibariyle Türkiye’de faizlerin hızlı bir şekilde ve enflasyondaki düşüşle birlikte düşmesi beklentisi yaygın bir şekilde kabul görmeye başlamıştı. Faizdeki düşüş ile birlikte salgının etkilerinin de yıl sonuna doğru azalması hızlı bir toparlanmaya ve dolayısıyla işgücü piyasalarında bir iyileşmeye işaret edebilirdi.
Maalesef bu umudu da bir süre daha kaybettik.
Bu son adımla beraber Hazine’nin borçlanma yeteneklerini de bir hayli kaybettik. Yakalanan hava ile birlikte kamu borçlanmasında faiz bir miktar artsa da kaynak bulma sorunu risk primindeki düşüşle birlikte görece azalmıştı. Şimdi risk primi çok daha yüksek ve Hazine önümüzdeki dönemde çok daha yüksek faizle kaynak arayacak. Ve faiz yükü de daha çok artacak.
Faiz yükündeki artış demişken elbette ki bu yükün de bir yerden finanse edilmesi gerekecek. Devletimizin en temel gelirlerinin vergi gelirleri olduğu düşünüldüğünde sanırım bu artan faiz yükünün, vergilerde bir artışa işaret etmesinin de yüksek bir olasılık olduğunu öngörmek için iktisatçı olmaya gerek yok!
Ancak hepsinden önemli iki şeyi kaybettik!
Güven ve zaman kaybettik!
4 aydır onarmaya çalışılan ve kısmen iyileşme sağlanan güven bir gecede yine kayboldu! Kasımdan sonra dört ayda geldiğimiz yeri yeniden yakalamak çok kolay olmayacak!
Ve yukarıda da yazdığım gibi kısa ömrümüzden bir dört ay daha gitmiş oldu!
Ne diyelim?
Umarım önümüzde buna da şükürmüş diyeceğimiz günler yoktur!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Demir Arşivi