ÖLÜMLE YAŞAMI AYIRAN ÇİZGİ SİYAHLA BEYAZI AYIRAMAZ Kİ

ÖLÜMLE YAŞAMI AYIRAN ÇİZGİ SİYAHLA BEYAZI AYIRAMAZ Kİ
Adına ırkçılık deniyor bu hastalığın.Türü çok. Coğrafyası geniş. Yayılma hızı endişe verici. Her alanda kendini gösteriyor.Spordaki ırkçılığın ise adı tam konmuyor.Peşin söyleyelim, spordaki ırkçılığın adı...

Adına ırkçılık deniyor bu hastalığın.
Türü çok. Coğrafyası geniş. Yayılma hızı endişe verici. Her alanda kendini gösteriyor.
Spordaki ırkçılığın ise adı tam konmuyor.
Peşin söyleyelim, spordaki ırkçılığın adı siyah düşmanlığıdır. Bir daha söyleyeyim SİYAH düşmanlığıdır. Net olarak budur. Beyazların siyahları kabul edememesi, kendinden görmemesidir tedavi edilemeyen bu hastalık.
Sahaya muz, fındık atmak, maymun taklidi yapmak bu hastalığa yakalanmışların çırpınışlarıdır. Siyahlardan, hele de Afrikalı siyahlardan kendilerini üstün görme edepsizliğidir. Latin bir siyahın başına nadir gelir. Bu hastalığın pençesine düşenler genellikle Afrikalı siyahları hedef alır. Çünkü zihinlerinden yok edemedikleri faşizmin gücünü onlara sınamak kolaydır ve bu ne kadar korkak olduklarının resmidir.
Beyazların kendilerini üstün görmesinin tarihsel geçmişi var. İnsanlığın utanç tarihinde en çok yer tutan kölelik adı verilmiş aşağılık bir düzen var. “Zenci” demek var bu aşağılıklığın için de “Negro” demek var.
Hatta siyahi demek bile ucundan bir ötekileştirme değil mi? Siyaha mı yakın, siyah, beyazi var mı, beyaz!
Ben “Siyah” diyeceğim, ille denmesi gerekiyorsa.
Yarıda kalan Paris Saint Germain maçının 4. Hakemi Sebastian Coltescu’nun, Başakşehir Kulübü’nün yardımcısı hocası Pierre Webo’ya yaptığı ırkçı yaklaşım ile yine gündemimize getirdi bu müptezel hastalığı.
Geçmişte sporda yaşanan ırkçı olayları sıralamayacağım. Size iki ilham veren olay anlatacağım bu yazıda. Belki bu yaşanmış iki olaydan bir ders çıkarılır.
DOMATES YAĞMURUNA TUTULAN MANDELA AYNI STATTA NASIL AYAKTA ALKIŞLANDI?
İlk hikayenin kahramanı ırkçı Apartheid rejimine karşı dünyanın en kararlı mücadelesini veren Nelson Mandela, nam-ı diğer Madiba’nın hikayesi.
27 yıl hapis yattı. 11 Şubat 1990’da dönemin beyaz Cumhurbaşkanı Frederik Willem de Klerk’in kararıyla tahliye edildi.
Zaten Afrika Ulusal Kongresi’nin değişmez lideriydi. Ülkenin yüzde 90’ı siyahlardan oluşuyordu, ancak o topraklar yıllardır yüzde 10’luk beyazlar tarafından yönetiliyordu. 1994 yılında ülkede yapılan ilk çok ırklı seçimlerde yüzde 62 oy alarak devlet başkanı seçildi.
27 yıl beş metrekarelik hücrede tek bir şeye kafa yordu. Irkçılığın yok edilmesi, kimsenin ötekileştirilmemesi, siyah-beyaz ayrımı yapılmadan bir millet oluşturulmasıydı bu. ‘Gökkuşağı Milleti’ istiyordu.
Ancak ülkede kaos vardı, siyahlar seçim zaferinin ardından yılların intikamını istiyor, beyazlar ise ya ülkeyi terk ediyor ya da silahlanıyordu.
Mandela korkmadı, Gökkuşağı Milleti’ni oluşturmak için sporun iyi bir fırsat olduğunu düşündü.
Henüz birinci yılındaydı devlet başkanlığının. 1995 senesinin Dünya Rugby Şampiyonası ülkesinde yapılacaktı.
Güney Afrika’yı, siyahların nefret ettiği Springboks (Zıplayan Antiloplar) takımı temsil edecekti. Aslında ülkesinde futbol siyahların, rugby ise beyazların sporuydu. Ama dünya kupası gibi bir fırsat vardı.
Ekipteki tek siyah oyuncu Chester Williams’tı. Siyahların gözünde pek iyi anılmıyordu.
Mandela, Springboks’un Avustralya ile oynayacağı hazırlık maçına gitti. Protesto edildi, çürük domates yağmuruna tutuldu. 64 bin kişilik Ellis Park tribünlerinin neredeyse tamamında beyazlar vardı. Soğukkanlılığını ve gülümsemesini kaybetmedi.
Takım Kaptanı François Pienaar başta, tüm oyuncuların elini sıktı. Kaptanı, Başkanlık Sarayı’na davet etti. Hapishane günlerini anlattı, Gökkuşağı Milleti’nden söz etti. Kaptanı çok etkilemişti.
Spor Bakanlığı siyahların elindeydi. Siyahların intikam seslerine kulaklarını kapayamayan bakanlık ani bir kararla Springboks takımının forma rengini değiştirme ve mevcut takımını da lağvetme kararı aldı. Mandela, işini gücünü bırakıp bizzat bakanlığa gitti kararı geri çektirdi.
Kaptanla iletişimi kesmedi, kupada takımın tanıtımı, tek siyah oyuncu Chester Williams üzerinden yapıldı.
ZIPLAYAN ANTİLOPLAR KAZANABİLECEK Mİ?
Kupa zamanı geldi. Otoriteler, Zıplayan Antiloplara şans tanımıyordu. Ancak büyülü bir şekilde Fransa, İngiltere ve Avustralya gibi rakiplerini çimlere gömdüler. Finalin adı Springboks – Yeni Zelanda oldu.
Ellis Park Stadyumu hınca hınç doluydu. Tribünlerde herkesin elinde gökkuşağı bayrakları vardı. Mandela stada geldiğinde bu kez ayakta alkışlanıyordu.
Maç öncesi Yeni Zelenda Devlet Başkanı, “Altınlarınıza karşı koyunlarımız…” diye espri yaptığını sandı. Mandela, güldü ve “Biz kazanacağız” yanıtı verdi.
Maçta yenişilemedi, uzatmalara gidildi. Zıplayan Antiloplar, 15-12 galip gelip dünya şampiyonu oldu. Mandela sahaya takım kaptanının 6 numaralı formasını giyerek indi. Kupayı elleriyle kaptan Pienaar’a verdi, “Ülken için yaptıklarından ötürü sana teşekkür ederim” dedi. Kaptan ise “Bu ülkeyi bir araya getirdiğiniz için esas ben size teşekkür ederim. Kupayı sadece Ellis Park’taki 60 bin taraftar için değil, 43 milyon Güney Afrikalı için de kazandık” karşılığını verdi ve Mandela’ya sarıldı.
Artık bu sporun siyah yahut beyaz ayrımı yoktu. Mandela başarmıştı.
Filmi çekildi Yenilmez (Invintus) adıyla. Mandela’yı
Morgan Freeman, kaptan François Pienaar’ı, Matt Damon oynadı. Freeman, Oscar’a aday gösterildi.
Spor ırkçılığı yenmişti.
İkinci hikaye ise son ırkçılık olayının yaşandığı Fransa’dan.
FRANSA MİLLİ TAKIMI’NDAKİ IRKÇILIK SKANDALI NASIL ORTAYA ÇIKTI?
Biliyorsunuz, son dünya kupasını Fransa kazandı. Rusya’daki finallerde Hırvatistan’ı mağlup eden Fransa, turnuvanın en pahalı takımı unvanıyla dünya kupasını ikinci kez evine götürdü.
2018 yılı halen süren Avrupa’daki aşırı sağ rüzgarının Fransa’da şiddet olaylarına sahne olduğu yıldı. Fransa için bu şampiyonluk aşırı sağa karşı çok kültürlülüğün zaferiydi. Zira, kupayı Paris’e getiren 23 kişilik kadronun 15’ini Afrika kökenli oyuncular oluşturuyordu.
Savunmanın bel kemiği Samuel Umtiti, orta sahasının dinamosu Paul Pogba, takımın gol ayağı Kylian Mbappe ve diğerleri…
Bu isimler, ırkçılık yüzünden bırakın ‘Dünya Kupası’nı kaldırmayı milli takımı bile rüyalarında bile göremeyecekti. Çünkü göçmen oyuncuların ‘mavi’ formayı giymesi aşırı sağcılar tarafından geçmişte de istenmemişti.
Fransa’nın 1998 yılındaki Dünya Kupası’nı kaldırdığı şampiyonaya da damgasını vuran bir isimdi Cezayir asıllı göçmen krampon Zinedin Zidan. Onun gibi David Trezeguet, Thierry Henry, Christian Karembeu gibi isimlerin de Fransa’nın ilk dünya şampiyonluğundaki rolü büyüktü…
98 turnuvasında Fransa ev sahibi olarak kupayı kaldırırken, aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin o günkü lideri Jean Marie Le Pen, “Sahada pek Fransız göremedim” diyerek faşistliğini göstermişti. Irkçı bu adam Fransız milli takımını yeterince Fransız bulmuyordu. Ve bu o an söylenmiş öylesine bir laf değildi. Aşırı sağcı siyasetçi, 2006 yılında, “Teknik direktör siyahi oyuncu oranını abarttı, belki daha ölçülü davranmalı ve ideolojik tercihlerinin kurbanı olmamalı” diyordu.
İşin kötüsü Le Pen yalnız değildi Fransa’da. Fransız Futbol Federasyonu, 2011 yılında, yani Dünya Kupası’nı ilk kez kazandıktan sonra “milli takımı beyazlaştırma” adlı gizli bir program için hazırlıklar başladı.
Buna göre; altyapılardaki siyah oyunculara sayı kotası getirilecek ve beyazların çoğunlukta olduğu bir takımın temelleri atılacaktı.
Gizli programın sloganı da ırkçı ifadeler içeriyordu: “Atletik yapıya karşı zeka…”
O günlerde, milli formayı hak etmediği halde, milli takıma çağrılan beyaz oyunculardan da söz ediliyordu.
“Siyah oyunculara kota uygulaması” ses kayıtlarının ortaya çıkmasıyla deşifre oldu.
HANGİ FRANSIZ MİLLİLERİN VALİZİNDE SECCADE ARANDI?
Üstelik milli takım antrenörü, Zidan ve diğer göçmen oyuncularla birlikte 1998’de kupayı kazanan kadronun kaptanlarından Laurent Blanc idi. Güya bu futbol adamının ilk hedefi milli takımdaki genellikle siyahlardan oluşan Müslüman futbolculardı. Müslüman topçuların valizlerinde seccade kontrolü yaptığı anlaşıldı. Skandalı Fransız basını ortaya çıkardı.
Blanc’ın “Kültürümüz ve tarihimizle genç Fransız oyuncuları keşfedelim. İspanyol futbol yetkilileri ‘Bizde siyah yok ama şampiyon oluyoruz’ diyor…” sözü manşetlere taşındı.
Delil yetersizliğiyle aklandı. Fransa Futbol Federasyonu, insanlığın fabrika ayarlarına geri döndü. Ve son Dünya Kupası’na 15’i Afrika kökenli oyuncudan oluşan dünyanın en pahalı kadrosuyla geldi ve turnuvadan şampiyon olarak ayrıldı.
Kaybeden ırkçılık ve faşizm, kazanan ise çok kültürlülük ve insanlık gerçeği oldu.
TÜRKİYE’DE FUTBOL’DA IRKÇILIK YOK MU?
Peki biz de durum ne?
İlk akla gelen isim Emre Belözoğlu. Ülkemizde ırkçılıktan hapis cezasına çarptırılan ilk isim. Fenerbahçe ile Trabzonspor arasında 2012 yılında oynanan müsabakada Fildişili oyuncu Dider Zokora’ya ırkçı söylemde bulunduğu gerekçesiyle 2 yıl hapsi istenmiş, 2 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılmıştı. Federasyon da üç maç ceza vermişti Emre’ye.
Diyarbakır’ın futbol kulübü Amedspor’a organize bir şekilde gittiği her deplasmanda ırkçı saldırılar olmadı mı? Ankaragücü deplasmanında takımın yöneticileri linçten kurtulmadı mı?
Eğer ırkçılık konusunda samimi isek bu yaşananları nasıl görmezden geleceğiz?
Peki neden yaşanıyor, coğrafya, takım, millet ayırt etmeden bu durum? Daha önemlisi, özellikle futbolda UEFA sosyal sorumluluk projesi olarak en çok bu konuya önem verirken? Bırakın statları, futbolun dijital oyunlarında bile maçlardan önce “Irkçılığa hayır” sloganı karşılamıyor mu sizi?
Çünkü bu da siyasetten besleniyor. Emperyalist dünyanın karar vericileri, yakıp yıkıp yok ettikleri ülkelerden kaçan, dünyanın nimetlerini hakça paylaşmak isteyenlere ismi yıllar öncesinde koymadı mı?
Nedir bu?
HEPİMİZ GÖÇMENİZ, HEPİMİZ MÜLTECİYİZ VE HEPİMİZ KEDERLİYİZ
Göçmen ve mülteci.
Kimse paylaşmak istemiyor, kimsenin sahip olmadığı dünyanın kendi malları olduğunu düşünüyorlar. Düşmanlık da buradan besleniyor.
Bitecek gibi de durmuyor. Ülkesinde siyahlara dair tek bir sorun yaşamamış ve Şampiyonlar Ligi seviyesine kadar yükselmiş bir hakem bile, bir futbol adamına önceki geceki gibi küstahlaşabiliyor, ırkçılık yapabiliyor. Romanyalı olmanın tüm siyahlara karşı bir üstünlük olabileceğini düşünebiliyor. Çünkü onların o küçük dünyasında yeri yok. Sersemlik.
Oysa futbol, Eric Cantonalar gibi Dr. Sokratesler gibi, Maradonalar gibi, Peleler gibi öyle büyük güzelliklere sahip ki. Faşizm, ırkçılık eninde sonunda kaybedecek ama Mandela’nın bir turnuvadan yola çıkarak kurduğu gökkuşağı kırılamayacak, bozulamayacak.
Yeter ki samimi olunsun, yeter ki mücadeleden vaz geçilmesin.
Kazanan siyahla beyaz birlikte olacak.