Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

ON SANTİME ON SEKİZ SANTİM

Geçen gün iki doktor dostumun telefon konuşmasına şahit oldum. Şu günlerde herkes telefonun konferans özelliğini kullanıyor. Akıllı telefon masanın üstünde ya da sehpada dururken eller kollar özgür. Onlar da biraz yüksek sesle olmakla birlikte koyu bir sohbet içindeydi.


Malum virüsün vaka sayısını arttırmadaki başarısı(!) hakkında konuşuyorlardı. Ağız maskesinin çene altında, boyunda, baş üstünde ya da elde taşınması onların konusu değildi. Ne de olsa bizimki gibi karşısındakinin eline, koluna, omuzuna, beline, yanağına dokunarak konuşan bir kültür yumağına yabancılaşmadan batılı eğitimlerini almışlardı (bir Amerikalıyla konuşurken içgüdüsel bir hareketle, onun omuzuyla yakasına denk gelen bir noktada gözüme takılan düşmüş saçını elimi uzatarak alıp attığımda Amerikalının bana sanki radyoaktif materyalin ta kendisi ben ve benim elimmiş gibi muamele etmesini unutmadım). Neyse, dağılmadan devam edelim.


Doktor dostlarım vaka sayısının artmış olmasını baz alarak, halkı da suçlamadan endişelerini paylaştılar, birbirleriyle. Arada meslekten olmayanın anlamayacağı birtakım cümleler kursalar da ortaya çıkan tablonun pek iç açıcı olmadığını anladım. İkisinin ortak düşüncesi, bu düzen bozan halin önümüzdeki sene yaz aylarına kadar –yani 2021’in yaz ayları- devam edeceği yolundaydı. Biri diğerine oranla biraz daha iyimserdi ama bunun kendisinin seçtiği bir iyimserlik olduğunun farkındaydı. İkisi de malum virüsle ilgili tıbbi makaleleri yakından takip ediyordu. Tıp insanı olmayanın anlayamayacağı bir virüs bilinmezinin onların gözünde de facto bir durum olması, dolayısıyla konuyla ilgili yapılan tüm bilimsel çalışmaların (aşı dahil) kaplumbağa hızıyla devam edeceği gerçeği onları rahatsız etmiyordu. Çünkü gerçek buydu.


Sonra sıraladılar; üç boyutlu yazıcıyla yapay kulak, protez vb. teknolojisinin, bilgisayarda üç boyutlu karaciğermiş, mideymiş, dalakmış görüntülerinin, yapay zekâ marifetiyle çalışan robotik cerrahların karşısında on santime on sekiz santim bir bez parçası duruyor. Onu mendil gibi bir kez sallayınca karşısında duran bu dev teknolojiler, onların yerleştirildiği nemi ve sıcaklığı kontrol altında olan pahalı odalar fıs diye sönüveriyor. Aynı teknoloji zamazingoları “havalandırma filtrelerinden de bulaşır” cümlesi karşısında gözüne ışık tutulmuş tavşana dönüveriyor. Ne oldu tıpta 4.0, 5.0 yapay zekâ devrimlerine? Kaldık mı elimizde maskeyle?
Bu gerçeğin de su yüzüne çıkmış olması hem doktorları hem de onların konuşmalarına misafir olan bendenizi bir hayli güldürdü.
Hepimiz bir gün kanserden öleceğiz diyorduk, şimdilerde hepimiz nasılsa malum virüsün bedenimizde bıraktığı bir tahribattan doğan komplikasyonlardan öleceğiz diyoruz. Bir şey değişmiyor, hani. Depremde bina altında kalarak ölmemeye çalışın, çünkü bu konu yüzde yüz halledilebilme özelliğini koruyor.


Ya da bir yol daha var, yapabileceğiniz… Bu yol, insanın atasının şehir yaşamına geçtiği ilk andan beri var olan bir yol. Doğa ile iç içe yaşayın. Toprakla dost olun. Vakti gelince sizi tüm anaçlığıyla sarsın da sizden bir tutam gelincik çiçeği ya da kır papatyası olsun diye… Şansı olan bağda üzüm demeti olur da mütevazı bir sofrada dost sohbetine karışır. Bir an.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi