ÖNÜMÜZDEKİ SEÇİMİN GALİBİ MAHALLE İTTİFAKI OLACAK

İktidar seçmenlerini kendi mahallerine hapsolmakla suçlarken bizlerin de çoğunlukla kendi mahallerimize (kalelerimize) hapsolduğumuzu unutmayalım. Bu mahalle; sosyal medyada “Sen beni takip et ben de seni, benim düşüncelerimi onaylayanları beğenirim, onaylamayanları da beğenmem ve takip etmem” de olabilir; “Ben sadece benim gibi düşünen, giyinen ve benim gibi eğitim almışlarla bir arada olurum” da olabilir. Salt kendi siyasal fikirlerimizi destekleyenleri takip etmek, büyük bir patinaj yaratmak ve bu patinaj nedeniyle de çukuru derinleştirmekten başka bir işe yaramaz. İçinde olduğumuz ‘araba’ sırf kendi tekerleğinin yanlış kullanılmasıyla içinden çıkamayacağı bir çukura saplanabilir. Unutmayalım ki birilerini ‘diğer tarafa’ koyduğumuz anda kendimiz de onların ‘diğeri’ haline geliyoruz.

“Hangi sen hangi ben haksız olacağız?

Hangimiz hala inanıyorum diyecek?

Hangimiz öbürünün gözlerindeki sessizliği okuyabilecek?

Hangimiz başka oyunlarda deneyecek şansını?

Bizi ayıran her şey üzerine istediğini söyleyebileceksin

Çok iyi biliyorsun ki bu oyunun kazananı yoktur

Hangi sen hangi ben cesaret edecek?

Öbüründe tehdit dışında başka bir şey görmeye

Hatta yanlışlarını kabul edecek, arkada bırakacak

Aramızı bozacak kadar bizi korkutan bu farklılıkları…”

(Patrick Bruel, Lequel de nous. Indila)

Türkiye’de yoksulluğu, mutsuzluğu ve baskıyı paylaşanlar neden aynı mücadeleyi de paylaşmıyor? Paylaşmamaları bir kenara; neden bu ortak sıkıntılara sahip olanlar birbirinden derin politik ayrılıklar sergileyebiliyor?

Bizde kutuplaşma siyasal bir rekabet değil; mahallerin ayrışması dediğimiz bir şeye karşılık geliyor. Buradaki mahaller ne kadar farklı gibi gözüküp algılansa da birleştikleri sorunlar yumağında ortaklaşıyorlar. Buna rağmen kutuplaşma bu ‘mahalle savaşlarını’ keskinleştiriyor ve herkesin kendi ‘saflarına’ çekilmesine neden oluyor. Bu da ancak iktidarını devam ettirmek isteyenlere yarayan bir strateji. Normalde iktidarı zora sokacak bir trajedi; kutuplaşma sayesinde stratejiye dönüşebiliyor.

Durmadan ‘birlik ve beraberlik’ diyenlerin konuşmalarına bakarak ülkede mi yoksa ‘kendi’ mahallerinde mi birlik istedikleri gayet açık.

Mahalleler (kaleler) bu noktadan sonra kendilerini nasıl tanımladıkları ile değil karşı mahallenin kendilerini nasıl tanımladıkları ile kendi saflarını belirlemeye başlıyor.

‘Yankı odaları’ oluşturuluyor ve bu yankının tüm mahallede tekrarı sağlanıyor. Herkes kendi mahallesinde edilen söylemlerle mutlu oluyor. Burada hayati ölçüde bir nokta var. Yankının oluşması için mutlaka bir ‘karşı mahalle yamacı’ lazım. Eğer o olmazsa işte o vakit yankı odalarının sesleri mahallerde dolaşım gücünü kaybediyor.

Yoksul mahalleli, yaşadığı hiçbir sorun çözülmemesine rağmen kutuplaşma sayesinde bütün sıkıntılarının hıncını almış oluyor. Hayatındaki mutsuzluğun kaynağı gördüğü (ki alakası yok) kişilere hakaret ediliyor, had bildiriliyor! Böylece kendi hayatında ‘hiçbir şey olmasa’ da, bir şeyler olmuş oluyor…

Hele bir de “ya biz ya onlar” noktasına getirildiğinde işler çok kolaylaşıyor. Bütün o sınıfsal farklılıklar, yoksulluk, işsizlik unutuluyor ve kültürel bir ayrım mahallede devreye giriyor.

KUTUPLAŞMA KİME YARIYOR?

Türkiye’nin en güçlü gazetesi fısıltı gazetesidir ki onun tirajını kimse hesaplayamaz. İşte bu mahallede en çok satılan gazete de budur. Bir yalan mı söylendi? Bir iftira mı atıldı? Biri linç mi edildi? Birisi yolsuzluk mu yaptı? Söyleyen, atan, eden ve yapan bizdense hiç sorun yok! Çünkü onu zaten ben yapmışım demektir. Bu, bir futbol maçında takımı kazanınca kendinden geçen taraftar kitlesinin duygusu ve motivasyonuyla aynıdır. Hangi hatayı ya da yanlışı yaparsa yapsın, hakem hatası olup olmadığına, fair play kurallarına uyulup uyulmadığına bakarak takımını tutmaya devam edersin.

Bloklaşan seçmenler salt kendi seslerinin yankısını duyuyor; diğer mahallenin ise seslerine kulak kapatıyor. Özellikle sokak röportajlarında yoksullaştığını anlatıp, evine ekmek götüremediğinden bahseden bazı vatandaşların röportaj sonunda gelen “kime oy vereceksiniz?” sorusu üzerine “mevcut iktidara” demesi sonrası sosyal medyadaki bazı alaylar yine bu kutuplaştırmayı artırıyor, bu da iktidara yarıyor. Alay ettiklerin sana niye oy versin? Benzer şekilde de iktidar destekçileri ve maaşlı trol ordusunun da insanları durmadan ‘teröristlikle’ suçlaması bu kamplaşmayı besliyor.

İktidarın en paniklediği konu, siyasette kurulan Millet İttifakı’nın ‘mahallelerde’ de oluşma ihtimali. Şu anda iktidarın tüm stratejileri bu ittifakın mahallelere yayılmasını önlemek üzerine. O nedenle de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere Millet İttifakı içinde yer alan tüm liderlere ve partilere karşı en ağır ithamlar (suçlamalar) hatta hakarete varan söylemler kullanılıyor.

Millet İttifakı içindeki liderler de iktidarın bu stratejisini görmüş olacaklar ki kendilerine yönelik en tahrik edici açıklamalarda dahi kapsayıcı/birleştirici bir dil kullanmaya özen gösteriyorlar.

Bloklaşan seçmenler salt kendi seslerinin yankısını duyuyor; diğer mahallenin ise seslerine kulak kapatıyor. Özellikle sokak röportajlarında yoksullaştığını anlatıp, evine ekmek götüremediğinden bahseden bazı vatandaşların röportaj sonunda gelen “kime oy vereceksiniz?” sorusu üzerine “mevcut iktidara” demesi sonrası sosyal medyadaki bazı alaylar yine bu kutuplaştırmayı artırıyor, bu da iktidara yarıyor. Alay ettiklerin sana niye oy versin? Benzer şekilde de iktidar destekçileri ve maaşlı trol ordusunun da insanları durmadan ‘teröristlikle’ suçlaması bu kamplaşmayı besliyor.

Sokaktaki adam yoksullaştığını söylemesine rağmen iktidara oy vermeye devam edeceğini söylüyor. Ortada alay edilmesi gereken bir durum yok; anlaşılması gereken bir gerçek var.  Bu gerçeğin sosyal, kültürel ve politik nedenlerini -önce derin bir nefes alarak- Prof. Dr. Ünsal Oskay’ın "En büyük ahlaksızlık, yoksuldan ahlak beklemektir" sözü eşliğinde düşünelim!..

KİM HAİN KİM TERÖRİST KİM VATANPERVER?

Etnosentrizm’in (bizmerkezcilik) bakış açısıyla “ötekini” tarif etmekten geri kalmayan gruplar “bizden olan” ve “bizden olmayanı” devreye sokmaya çalışıyor. Öyle ya, seni teröristlikle suçluyorsa kendisi vatanseverdir! Sen haklı da olsan onun gözünde ‘terörist’ oluyorsun! Ve ne söylersen söyle; ne yaparsan yap, hangi gerçeği açıklarsan açıkla kutuplaşmış bir mahallede seni dinleyen olmaz. Çünkü ona göre sen bir ‘hainsin.’ Bir ‘hainin’ doğrusundansa ‘vatanperverin’ yanlışını tercih eden kitlelerle karşı karşıyasındır! Nepotizm hortlatılır. Liyakat ve şeffaflık ortadan kaldırılır. “Bizden olan” en yeteneksiz ve yetersiz kişi bile “bizden olmayan!” en yetenekli ve liyakatli bireyinin karşısında baştan kazanmış ve o makamı hak etmiş olur.

İşte bu nedenle o sokaktaki adam yoksullaştığını söylemesine rağmen iktidara oy vermeye devam edeceğini söylüyor. Ortada alay edilmesi gereken bir durum yok; anlaşılması gereken bir gerçek var.  Bu gerçeğin sosyal, kültürel ve politik nedenlerini -önce derin bir nefes alarak- Prof. Dr. Ünsal Oskay’ın "En büyük ahlaksızlık, yoksuldan ahlak beklemektir" sözü eşliğinde düşünelim.

SEÇİMLERİ KAZANMANIN YOLU MAHALLE İTTİFAKINDAN GEÇİYOR

Kutuplaşma arttıkça doğru sözler de aynı ölçüde önemini yitiriyor. O zaman da demagoglar devreye sokuluyor ve bütün yalanların gerçekmiş gibi gösterilmesi daha da kolaylaşıyor.

Bu tıpkı içeriden açılan bir kale kapısına benziyor. Kalelerin kapıları dışarıdan açılmaz. Sadece içeriden açılabilir. Kalede (mahallede) yaşayanların kapılarını açması için önce size güvenmesi gerekir. Güvendikten sonra kapıyı açabilir. Onun ‘kalesinde’ (mahallesinde) oturup o zaman gerçekleri anlatmak ve mahalle ittifakı kurmak mümkün olabilir. Bu kalelerde (mahallelerde) yaşayan insanlar sizin onların sorunlarını dile getirmenizle önce genelde ilgilenmez. Sizin kendilerine ne kadar ‘benzediğinize’ bakar. Benzeşmeye göre de uzaklık/yakınlık ölçüsü belirlenir. Oradaki benzeşme; dünyanın en önemli cümlelerinden daha kuvvetlidir.

Bununla beraber, elbette patronaj sisteminin; yani bir siyasi partinin iktidara geldikten sonra devlet kadrolarını ve kontrol ettiği sermayeyi kendisini destekleyenlere ödül olarak dağıtmasının etkisi yok mu? Ele geçirilmiş medya aracılığıyla durmadan propaganda yapılmasının ve seçmenlerin manipüle edilmesinin sonuçları yok mu? Elbette var. Zaten seçimlerin adil bir şekilde yapılacağını söylemiyorum. Tam tersine; adil olmayacak bir seçim yarışında kazanmanın yolunun mutlaka mahallede (kalelerde) kurulacak ittifaka bağlıyorum.

İktidara oy veren önemli bir kesim de herhangi bir değişimde kendisinin dışlanacağını düşünüyor. Burada ofansif siyasal söylemlerin yerine mahallede ortaklık yaratacak bir dile ihtiyaç var. Çünkü uzun yıllardır o insanlara kendi varlıklarının devamlılığının; karşıdakilerinin yok olmasına bağlı olduğu yalanı söylenmiş.

TALK SHOW’DA KAVGA YOKSA REYTİNG DİBE VURUR

Bu kadar hakaret, ötekileştirme ve hedef alma karşısında ne yapılabilir? Elbette demokratik sınırlar içerisinde yasal tüm haklar kullanılmalı. Dil olarak yapılması gereken bir şey yok. Yapılmaması gereken bir şey var. Bu tür saldırılara karşı yapanlar değil; yapmayanlar kazanacak, yani ‘yok sayarak’!.. Bu durumda en güçlü eylem, eylemsizlik oluyor.

Kulağa her ne kadar çok zor gelse de bu tip siyasal ve medyatik trollere karşı onları yok sayarak işe başlamak mümkün. Onlar çoğunluğu marjinalleştireceğine; çoğunluk olarak o grubu marjinalleştirebiliriz. O zaman öteki ya da karşı mahalle dediğimiz yer daha çok anlaşılacak. O saldırgan gazete daha az okunacak. O sözde yorumcu artık ciddiye alınmayacak. Televizyonda siyasal rakiplerini hedef alan söylemleri kullanan politikacılar çıktığında izleyen sayısı tüm mahallelerde azalacak. Çünkü size hakaret eden birisine siz de hakaret ettiğinizde onu beslemiş oluyorsunuz. (Talk Show’da kavga yoksa reyting dibe vuracaktır!) Amaç da o zaten.  

YANKI ODALARININ SONUCU

İktidar seçmenlerini kendi mahallerine hapsolmakla suçlarken bizlerin de çoğunlukla kendi mahallerimize (kalelerimize) hapsolduğumuzu unutmayalım. Bu mahalle; sosyal medyada “Sen beni takip et ben de seni, benim düşüncelerimi onaylayanları beğenirim, onaylamayanları da beğenmem ve takip etmem” de olabilir; “Ben sadece benim gibi düşünen, giyinen ve benim gibi eğitim almışlarla bir arada olurum” da olabilir. Salt kendi siyasal fikirlerimizi destekleyenleri takip etmek (bir araya gelmek) büyük bir patinaj yaratmak ve bu patinaj nedeniyle de çukuru derinleştirmekten başka bir işe yaramaz. İçinde olduğumuz araba sırf kendi tekerleğinin yanlış kullanılmasıyla içinden çıkamayacağı bir çukura saplanabilir. Bambaşka gördüğümüz hikayeler aslında hiç o kadar da yabancı değil. Latince bir sözde denildiği gibi, “Audiatur et altera pars” (Diğer tarafı da dinleyelim).  Unutmayalım ki birilerini ‘diğer tarafa’ koyduğumuz anda kendimiz de onların ‘diğeri’ haline geliyoruz.

Covid 19 salgını büyük bir kriz olarak karşımızda duruyor ancak aynı şekilde ortaklaşmanın da fırsatını içinde barındırıyor. Birbirimizi yiyeceğimize; birbirimizle paylaşmanın önemini doğa bize en sert şekilde gösteriyor.  

Başkası ile ilgili hayallerimiz başkalarının sınırlarında bitiyor. Ta ki karşıdaki kişi de hayallerini seninle birleştirene kadar. Yoksulluğu paylaştıranlarla değil; zenginliği bölüştürecek olanlarla ortak olabilecek bir kuşaktan söz ettiğimizi de unutmayalım.

Z KUŞAĞI OYUNUN DENGELERİNİ DEĞİŞTİRECEK

Peki bunlara rağmen kendi mahallemizin duymak istediklerini mi yoksa bütün mahalleri birleştirecek şeyleri mi söyleyeceğiz? Bu kale-mahaller denklemi içerisinde ‘oyunun’ dengelerini değiştirecek bir nesil de aramızda. Z Kuşağı…

Tüm partilerin Z Kuşağı ile hayalleri var ama işte Z kuşağı tam da buna karşı. Bu arkadaşlar tam da kendi hayallerinin ne olacağını kendileri belirlemek isteyen teknolojik dönemin evlatları. Onların kendi hayallerini kurup bunu da kendi ülkesinde gerçekleştirebileceğine dair inandırıcı bir söylem lazım.

Dünyayı “elle kontrol” eden ve sınırları daha doğduklarında kaldır(ıl)mış olan Z kuşağını sadece ülkesinde değil; herhangi bir ülkeye karşı da kutuplaştıramazsınız. Bu gençler önümüzdeki seçimde tam 5 milyon oya sahip. Onları mahallerdeki kutuplaşmanın tarafı yapamazsınız ama mahalledeki ittifaka neden ortak olmasınlar? Dikey örgütlenmeler ve hiyerarşi yerine yatay iş bölümü ve katılımla neden bu başarılmasın?

Başkası ile ilgili hayallerimiz başkalarının sınırlarında bitiyor. Ta ki karşıdaki kişi de hayallerini sizinle birleştirene kadar… Yoksulluğu paylaştıranlarla değil; zenginliği bölüştürecek olanlarla ortak olabilecek bir kuşaktan söz ettiğimizi de unutmayalım!..

“Her şeyi söyleyebileceksin, bağırmalar ya da tehditler

Çıkmazdan çıkacak olan yalnızca sen ve ben olacağız

Ve bir gülüşte ya da yardımsever bir elde

İsteseydik söyleyebileceğimiz bütün sözleri bulacak olan.”

(Patrick Bruel, Lequel de nous. Indila)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi