Haldun Solmaztürk

Haldun Solmaztürk

“Orduyu imha etmek için subayını aşağılamak lazımdır..”

Sovyetler-Stalin-1939’da önce Hitler’le anlaşıp Polonya’yı işgal ettiler, sonra da ‘milli’ direnişi kırmak için bu direnişin sembolü binlerce Polonyalı subayı Katin’de infaz ettiler.
Tarih hiçbir zaman aynen tekerrür etmez, ama tarih bilmeyenlere şaşırtıcı gelen mükerrer kalıplar vardır. Atatürk daha 1920’de subaylara hitap ederken “Kuvvet ordudur. [Bu yüzden] Ordu düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için [de] mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır” diyordu..
Cemaat’in-ve dönemin hükümetinin-yayın organı Zaman’da köşe yazan şahsın, “Fesat ve komplo üreten kurumsal hiyerarşik yapı yerine yeni bir ordu kuralım. Bize Nizam-ı Cedid ordusu lazım” dediği..
Elele verdiler, öyle yaptılar..!
Türkiye’de 1920’lerden gelen, başta Meclis olmak üzere Cumhuriyet’in temel kurumlarını, demokrasiyi—-özellikle laikliği-hiçbir zaman içlerine sindirememiş, saltanatçı ve hilafetçi, “Keşke Yunan kazansaydı.. Hiç olmazsa hilafete dokunmazdı” diyebilecek kadar sapkın mensupları olan bir siyasi hareket her zaman varolmuştur.
İslamcılar, Türk subayını-ordu kurumunu-ve onun temsil ettiği milli, demokrat duruşu-haklı olarak-saltanat ve hilafet özlemleri önündeki temel engel olarak görmüşler, hedef almışlardır.
Sovyetlerin Polonyalı subayları tehdit olarak görmeleri gibi..!
Bir taraftan Abdülhamit hayranlığı (!), öte yandan Ayasofya, şaşaalı ‘Cuma selamlıkları’, ‘saray’ gibi semboller ve ‘firavun’ gibi kodlamalar üzerinden yürütülen Atatürk düşmanlığıyla kendini gösteren bu siyasi hareket 1990’ların başından itibaren güçlenmeye başlamıştır. Bu süreçte, siyasi parti gibi çalışan Diyanet İşleri’nin, cemaat ve tarikatların, alternatif eğitim veren-Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na açıkça aykırı-medreselerin belirleyici rolleri olmuştur.
Ama asıl sorumlular Cumhuriyet’in temel felsefesini ve demokrasi kültürünü içselleştirememiş sivil ve asker yöneticilerdir. Cumhuriyet’in tüm kurumlarının—ve ordunun—kimlik ve kültürleriyle içleri boşaltılırken, bu sürece seyirci kalmışlar, hatta işbirliği yapmışlardır.
1990’ların ortalarına doğru, Türkiye’deki İslamcı hareketin iktidara gelmesi, PKK ile mücadelenin kanlı bir hal alması ve uzaması, özellikle Irak ve Suriye’deki gelişmeler, İslamcıların çıkarlarıyla Batı’nın çıkarlarını Büyük Ortadoğu Projesi’nde örtüştürmüştür. Ama ‘ordunun’ BOP’un ‘ılımlı İslam’ ve ‘Kürdistan’ bacaklarına destek vermeyeceği ortadadır.
ABD’nin orkestra şefliğinde, Avrupa Birliği üyeliği havucu devreye sokulmuş, ordunun gardı (!) düşürülmüş, 1998’de Barzani ve Talabani Vaşington’da ağırlanırken 1999’da Öcalan Türkiye’ye teslim edilmiş, Fethullah Gülen ABD’ye alınmış, 2001’de daha sonra ‘Laikliğe aykırı eylemlerin odağı’ olacak kadro ‘film gibi’ senaryolarla iktidara taşınmıştır.
1 Mart 2003 dönüm noktasıdır.
İslamcı siyasi kadro, kendini “Ergenekon dediğimiz askeri vesayete karşı” bürokraside çöreklenmiş olan—o zamanlar Cemaat olarak anılan—FETÖ ile ‘kol kola’ girerek “Yol almak mecburiyetinde” hissetmiş, “Cemaat de Amerika’yla beraber, [ABD tarafından] görevlendirilmiş olarak” onların yanında yer almıştır. Yani ‘vesayet’ olarak kodladıkları orduyu, yani Türk subayını hedef alanlar “Amerika, AKP, Cemaat” üçlüsüdür.
Sovyetler Katin’de bir amiral, iki general, 41 albay, 79 yarbay, 258 binbaşı, 654 yüzbaşı ve binlerce astsubay katlettiler. Türk ordusunun kumpaslarla verdiği zayiat çok çok daha fazladır.
Sonra birbirlerine düştüler..
Kendilerine göre ‘milad’ yaptıkları 25 Aralık’tan bir gün önce bile, bir taraftan Gülen’e Saidi Nursi’nin laflarını hatırlatıyor “Madem imanı var, kardeşimizdir. Bize düşmanlık etse de mukabele etmeyiz. Çünkü daha müthiş düşman (a.b.) ve yılanlar var” diyorlar, öte taraftan ‘devletin uçağıyla’ Pensilvanya’ya arabulucu göndermeye çabalıyorlardı.
Olmadı..
Yine de Harp Akademileri’nde kürsüye çıkıp “Şahsım başta olmak üzere tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı. ..çoğunun sahte ve çarpıtılmış olduğu daha sonra ortaya çıkan belgeler, bilgiler karşısında, hukuka saygı (a.b.) gereği, yapacak bir şeyimiz kalmadı” diyebildi..
Ama, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden altı ay önce bile “Onlar beni çok iyi tanıyor ben de onları çok iyi tanıyorum. Onlar Tayyip Erdoğan’a ihanet ettiler, ben onlara ihanet etmiyorum” diyordu.
Hangisi gerçek..?
En acı ve utanç verici olanı şu..
Bütün bu yapılanların Türk ordusu üzerindeki yıkıcı etkisini, Türkiye’de olan biteni anlatmak için umutsuzca çabalayan bir avuç insan hariç tutulursa, herkesten önce ve daha Mart 2012’de hiç umulmadık bir kurum, Avrupa Parlamentosu gördü ve ‘Türk’ hükümetini Türk Silahlı Kuvvetlerinin “Laik yapısının ve muharebe yeteneğinin korunması” ihtiyacı konusunda uyardı.
Başbakanın siyasi danışmanının “Kendi ülkelerinin milli ordusuna kumpas kuruyorlar” itirafından neredeyse iki yıl, darbe teşebbüsünden ise dört yıl önce..!
Devam edecek..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haldun Solmaztürk Arşivi