Memetcan Demiray

Memetcan Demiray

Özgürlük de bir yere kadar

Kimlik politikalarının sonu nereye varır? Piyasayı tamamen denetimsiz bırakmanın faturası ne? Serbest seçimler demokrasi için yeterli mi? Ve... "Tek adam" rejimleri başarılı olabilir mi? 1992'de "Tarihin Sonu"nu ilan eden Francis Fukuyama'nın tam 30 yıl sonra neoliberalizme dönük eleştirileri, Türkiye'nin bugün yaşadıklarına da ışık tutuyor!

Eşitlik mi daha önemli, özgürlük mü? Siyaset felsefesinin temelinde yatan bu soru son üç yılda anlamını fazlasıyla yitirdi. Hatırlasanıza COVID-19 öncesini... Evet, yine gelir adaletsizliği vardı ama kâğıt üstünde dileyen dilediğini yapmakta serbestti. Derken salgınla birlikte sokağa çıkmak, toplu ulaşım kullanmak bile "yasak" olacaktı! "Kısıtlamalar" herkes içindi ve baksanıza: Koskoca modern insan bir virüs karşısında ezilmiş, ölüm karşısında "eşitlenmiş"ti.
PCR testleri, maskeler ve ev hapisleriyle romantize edilen dönem yaklaşık iki yıl sürecekti. Ve Omikron sayesinde tam her şey "normal"e dönüyor derken... Bu kez Rusya kalkıp Ukrayna'yı işgal edecekti!
Savaşla birlikte konut, enerji ve gıda fiyatları uçuşa geçiyor, enflasyondan en çok orta sınıf etkileniyordu. Sınırlar, konserler, tiyatrolar açılmış, temel hak ve hürriyetlerin önündeki engeller bir bir kalkmıştı. Ama bu kez de kimsede kıpırdayacak maddi güç kalmamıştı! Seattle'dan Londra'ya, fakirlikte eşitlik!.. Karşımızda yepyeni bir sistem vardı.
Sanki gizli bir el, olup biteni perde arkasından yönetiyor, insanlıkla alay ediyordu. Haliyle komplo teorisyenlerine gün doğmuştu. Salgın, ekonomik kriz ve üstüne kıtlık: Yoksa 3. Dünya Savaşı'na zemin mi hazırlanıyordu? Sahi, "zamanın ruhu" bizi nereye götürüyordu?

BATI: DEMOKRASİ YORGUNU

Bu soruya en iyi, Demir Perde'nin yıkılmasıyla liberalizmin mutlak zaferini ilan eden Francis Fukuyama cevap verebilirdi. 1992'de yayımladığı "Tarihin Sonu" kitabıyla tanınan Amerikalı siyaset bilimci, bu yıl "Liberalism and Its Discontents" adlı yeni çalışmasıyla görüşlerini revize ediyordu. Peki son 30 yılda neler değişmişti?
Fukuyama'ya göre en önemli husus, Batı'da liberal değerlere bağlılığının giderek azalmasıydı. 2. Dünya Savaşı'ndan beri barış ve refah içinde yaşayan vatandaşlar, bu durumu kanıksamış, siyasete kayıtsız kalmaya başlamıştı. Bir tür "demokrasi yorgunluğu" vardı ortada ve dahası... Doğasında "mücadele" olan insanı "istikrar" sıkmıştı! 
Değişen okur kitlesini örnek veriyordu Fukuyama... Trump fanatikleri mesela... Zaten kitap okumuyordu! Nokta! Radikal sol Fukuyama'yı fazla muhafazakâr buluyordu. Geriye de ideolojik tartışmalar için "demokratlar", ilerici öğrenciler ve bir kısım "cumhuriyetçi" kalıyordu. ABD'deki kutuplaşma kitap raflarından bile anlaşılıyordu.

DÜZENLEME VE LİYAKAT ŞART!


Fukuyama'nın klasik liberalizmi gözden geçirmesinin bir diğer nedeni, sağcıların "neoliberalizm", solcuların da kimlik politikalarıyla özgürlük kavramını sulandırması, "fazla ileri" götürmesiydi. Özellikle piyasa ekonomisinin vahşileşmesi, büyük krizlere ve toplumsal bölünmelere yol açmıştı. Yani... Liberalizm kendi düşmanını bizzat kendi içinden çıkarmıştı!
Fukuyama'ya göre elbette serbest rekabet esastı. Örneğin inşaatları aşırı denetleyen ABD... Bürokrasiden dolayı çok zor konut üretiyordu. Oysa sektörün önünü açan Çin, alıp yürümüştü. Fakat özgürlüğün de fazlası iyi değildi. İşte regüle edilemeyen kripto paralar... Pek yakında küresel bir çöküşe sebep olabilirdi.
Keza solun "kimlik politikası" ve dinciliğin karşısına çıkartılan mikro-milliyetçilikler... Günümüzde bireyi topluma bağlayan şey etnik köken olamazdı. Bunun yerine Habermas'taki "anayasa yurtseverliği" gibi daha kapsayıcı bir harç bulunmalıydı. Önemli olan liberalizmde kimseyi dışlamamaktı. Fransa'da örneğin... Fransızca konuşan herkes Fransız sayılmıyor muydu? Şu halde "dil", bir ülkede insanların ortak kimliği gibi düşünülebilirdi.
İyi de aynı dili konuştuğu halde ezilenler?.. Siyahlar, LGBTİ+ bireyler, Orta Doğulu sığınmacılar, göçmenler... Fukuyama'ya göre toplumlar "renk körü" değildi ve evet... Dezavantajlı gruplara "pozitif ayrımcılık" uygulanmalıydı. Ama burada da üstün tutulan ırk, mezhep ya da cinsel yönelim değil, o kişinin liyakati olmalıydı.

'TARİHİN SONU' TARİH Mİ OLDU?!


Tüm bunların sonucunda bugün büyük bir siyasi kriz yaşadığımızı kabul ediyordu Fukuyama ve demokrasilerin "liberal" yönünün zarar gördüğünü söylüyordu. Demokrasi sadece sandıktan ibaretse evet... Belarus'ta ya da Viktor Orbán'ın Macaristan'ında da düzenli seçimler vardı! Oysa liberalizm kurallar ve denetlenebilirlik demekti. Trump gibi bir şarlatanın gücü ele geçirince ilk iş hukuk devletine saldırması boşuna değildi!
Ve en önemli soru: Bugün otokrasiler yeniden yükselirken Fukuyama'nın 30 yıl önceki öngörüsü yanlış mı çıkmıştı? Yoksa "Tarihin Sonu"nda da "son"a mı gelinmişti?
"Ukrayna'daki savaşı Putin kazanırsa evet!" diyordu Fukuyama ama böyle bir olasılık görmediğini ekliyordu. Zira tam bir demokrat olmasa da Zelenski, karar süreçlerinde bakanlarına danışıyordu. Oysa Putin'in yanına yaklaşmak dahi imkânsızdı. Böyle bir "tek adam rejimi"nin hata yapması da yenilmesi de kaçınılmazdı.

BİZDEKİ HAKAN URAL LİBERALİZMİ!..

Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli... Fukuyama yarattığı canavarları ve zaaflarını eleştirse de liberalizmin insanlık için bugün hâlâ tek seçenek olduğunu düşünüyor. Buna karşılık onun Hegelyan bir kibirden Freud'cu bir analize dönmesi, tarihin nasıl dinamik olduğunu kanıtlıyor!
Fukuyama'nın tahlilleri, Türkiye'nin son 20 yılda yaşadığı dönüşümden de fragmanlar sunuyor. İşine geldiğinde Kürtlere, işine geldiğinde ultra-milliyetçilere mavi boncuk dağıtan bir kimlik siyaseti,  ancak "Alevi kardeşlerimiz - türbanlı bacılarımız" tartışmalarıyla varlığını sürdürebiliyor. Demokrasiyi sandıktan ibaret sanan bir toplum... 2023'teki seçime bir "ölüm-kalım savaşı" gibi hazırlanıyor. Ve bir yanda zenginler rantına rant katarken, kimileri "akşam pazarı"nda ucuz sebze-meyve topluyor. Biri yer, biri bakar günleri... Kıyametin ayak sesi bu kez aç midelerden geliyor!
İşte hem diplomasiyi, hem ekonomiyi, hem sosyolojiyi herkesten iyi bilme iddiasındaki bir "üst akıl"... Daha maden kazalarını bile önleyemiyor!
Böyle bir kaosta sansürleri savunmak da haliyle Hakan Ural'a düşüyor! Yeni sosyal medya yasasının getireceği hapis cezalarını az bulan Hakan Ural, "Allah razı olsun bu cezaları getirenlerden! Ama şikâyetçiyim. Az olmuş cezalar... 5 yıldan başlamalı" diyerek "milli irade"nin sesi, çağdaş hukukun (!) nefesi oluyor!
Trump'a ne hacet... Bizde liberalizm kendi trajikomedisini kendi üretiyor.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Memetcan Demiray Arşivi