“Pandemiyle birlikte tüm dünya koca bir distopik film setine döndü”

Türkiye’de bu yıl ilki düzenlenen Uluslararası Distopya Film Festivali, pandemi süreciyle beraber ‘karanlık senaryolar’ın çok da uzak bir zamanda gerçekleşmeyeceğini hatta o dönemece girildiğimizi görmemizin açısından önemliydi. Türkiye’de distopya türüne ilginin artmasını amaçladıklarını söyleyen festival direktörü Hatice Aşkın’a göre pandemi insanlığa, “Uzak geleceğin aslında ne kadar yakın olduğunu” gösterdi.  

Ortam gayet müsait olmasına rağmen bizde distopya ne sinemada ne edebiyatta ne de sanatın başka bir dalında çok fazla rastladığımız bir tür değil. Hatta bir iki örnek dışında yok diyebiliriz. Modern çağın günlük meseleleriyle zaten kafayı çizmiş insanlar için gelecek daha ‘maddi’ şeyler demek olduğu için distopyanın içine aldığı meselelerle çok fazla içi dışlı değildik. Ancak pandemi başımıza bela oldu ve günümüz insanı aslında ‘karanlık geleceğin’ o kadar da uzakta olmadığını öğrendi. Buna istinaden de tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu türe fazlaca bir merak oluştu. Distopik kitaplar çok satanlarda listesinde başa oynadı, internet kültür sanat sitelerinde “En iyi 10 distopik film” türü başlıklar açıldı. Son olarak da nur topu gibi bir Distopya Film Festivali’miz oldu.

10-12 Aralık tarihleri arasında bu yıl ilki düzenlenen Uluslararası Distopya Film Festivali’ne dünyanın dört bir yanından iki yüzün üzerinde kısa film başvurdu. Jüri Başkanlığını Yunan yönetmen Babis Makridis’in yaptığı festivalde oyuncu Damla Sönmez, oyuncu Didem Balçın, görüntü yönetmeni Feza Çaldıran, kurgu editörü Ali Aga diğer jüri üyeleri olarak yer aldı. En İyi Kısa Film ödülünü Murat Uğurlu’nun yönettiği Tapınak filmi alırken En İyi Senaryo ödülü de Ölemeyenler: Öteki Dünya Bileti’yle Ersin Karahaliloğlu’na gitti. Devamı için şimdiden hazırlıklara başlanan Uluslararası Distopya Film Festivali’nin direktörü Hatice Aşkın’la konuştuk.  

Distopya Film Festivali düzenleme fikri nasıl ortaya çıktı? Neyi dert ediniyor tam olarak?

Distopya, yıllardır yönetmen olarak üzerine kısa filmler çektiğim ve yakın zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü tarafından kazandığım yapım desteğiyle de ilk uzun metraj filmim üzerine çalıştığım tür. Yönetmenlik kariyerimin yanı sıra Türkiye’de ve yurtdışındaki önemli festivallerin danışmanlığını gerçekleştiriyorum. Her zaman konfor alanından uzaklaşmayı, sınırları zorlamayı ve deneyim alanlarını genişletmeyi seven bir yönetmen olarak yılladır bireysel olarak verdiğim yönetmenlik mücadeleme Uluslararası Bağımsız Sinema ve Sanat Derneği çatısı altında tüzel kişi olarak verdiğimiz mücadele eklendi. Uluslararası Distopya Film Festivali fikri yaklaşık bir buçuk yıllık olgunlaşma evresi sonucunda Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü katkılarıyla ve BKM Mutfak destekleriyle derneğimizin ilk projesi olarak hayata geçti. Uluslararası Distopya Film Festivali’ni distopya türüne dikkat çekmek ve distopya türünde film üretimini arttırmak amaçlarıyla ülke sinemamız içerisinde yenilikçi bir vizyonla farklı türlere alan açmamız gerekliliğini dert edinerek hayata geçiriyoruz.

Katılımın ve ilginin bu kadar yoğun olacağını tahmin ediyor muydunuz?

Festivalden bir ay önce BKM Mutfak’ta gerçekleştirdiğimiz basın toplantısına çok sayıda önemli sektör profesyoneli ve basın mensubu katıldı. Basın toplantısında karşılaştığımız yoğun ilgi dolayısıyla festival için çok umutluydum. Basın toplantısında yeni yarattığım bir fikrin bu kadar geniş bir kitle tarafından tanıtımının yapılmasına şahit olmak ülke sinemasına dair umutlarımızı çok arttırdı. Festival zamanı gelip çattığında ise profesyonel ekibimizle en küçük detayı için büyük bir titizlikle çalıştığımız festivalimiz üç gün boyunca İstanbullu sinemaseverler tarafından yoğun ilgiyle karşılandı. Yoğun ilgi sebebiyle festivalde Avrupa Prömiyeri’ni gerçekleştirdiğimiz “A Black Rift Begins to Yawn” filminin Kadıköy Sineması’nda ek gösterimi gerçekleştirdik. Festivalin direktörü olarak bir ilk yıl festivali için muhteşem deneyimler yaşadığımızı söyleyebilirim.

Neden bu zamana kadar böyle bir festival düzenlenmedi?

Cevabın ülke sinemamızın yapısında gizli olduğunu düşünüyorum. Ülke sinemamızda bağımsız sinemanın gelişimi açısından çok önemli olan “tür filmi” sayısının azlığına paralel olarak “tür film festivali” sayısı da ne yazık ki çok az.  Distopya türünde film festivali gerçekleştirmeyi “Temmuz ayında kar satmaya” benzetiyorum. Çok niş bir kitleye hitap ediyor. Çok inandığımız fikrimizin bir buçuk yıl cesaret ve tutkuyla peşinden gidip gittik ve büyük bir mücadele serüveni sonucunda hayata geçirdik. Uluslararası Distopya Film Festivali’nin tür filmleri ve tür film festivalleri için öncü nitelikte bir iş olmasını temenni ediyorum.

Tüm dünyada olduğu gibi bizde de koronayla beraber sanatta distopyaya bir yakınlaşma oluştuğunu düşünüyorum. Bir de buna ekonomik ve siyasal gidişattaki yuvarlanma eklenince insanlık geleceğine kafa yoranların ağzından, “Kıyamet senaryolarında…” diye başlayan demeçler duyduk sürekli. Hala da duyuyoruz. Yine mesela George Orwell’ın kitapları listelerde bir numaraydı, insanlar distopik filmlerle ilgili daha fazla konuşur oldu. Tiyatroda Tatbika Sahnesi Fahrenheit 451’i çevrimiçi gösterime sundu… Nasıl değerlendirirsiniz bu durumu?

Distopya türü yapısı itibariyle gelecek atmosferi içerisinde kurgulansa da günümüzün birer eleştirisini sunar. Pandemi öncesinde distopik filmlerde şahit olduğumuz gelecek atmosferi insanlar için uzak bir gerçekliğe tekabül ediyordu. Pandemi ezberlenmiş ve bilindik tüm algıları yıkarak o uzak geleceğin aslında ne kadar yakın olduğunu gösterdi. Pandemiyle birlikte tüm dünya koca bir distopik film setine döndü. Hepimiz kendi distopik filmlerimizin kahramanı gibiydik. Distopyanın kendisini yaşamak ve içinde olmak türe doğal bir seleksiyon olarak daha fazla yakınlaşmamızı sağladı. Tüm dünya üzerinde pandemi ilk ortaya çıktığı zaman devlet yöneticileri distopya türünde üretim yapan senarist ve yazarları bir araya getirerek olası gidişat ve gelecek senaryoları üzerine bu türün yaratıcılarının görüşlerine başvurdular. İçinde bulunduğumuz durumu “anlama” ve “anlamlandırma” çabası şüphesiz distopik okumaları, izlemeleri ve üretimi arttırdı.

Bu soruyu Köpekli Çocuklar Gecesi kitabıyla ilgili Oya Baydar’la yaptığım röportajda kendisine sormuştum, size de sormak isterim: Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın durumu, saniyelere bağlı iniş çıkışlara sahip ülkenin toplumsal, ekonomik, siyasi atmosferi sanatın her alanında distopya üretimler ortaya çıkarmaya çok müsait. Neden bizde daha yeni yeni bir şeyler üretilmeye başlanıyor?

Son dönemde ülke sinemamızda distopya türünde bağımsız film üretiminin artmasını öncelikle umut verici buluyorum. Bu durumun sosyolojik, ekonomik ve teknolojik olmak üzere pek çok alanla ilintili olduğunu düşünüyorum. Ülkemizin içinde bulunduğu mevcut toplumsal koşullar toplumsal gerçekçi filmlerin üretimini ön plana çıkarmaktadır. Seyirci faktörü, salon faktörü ve geleneksel bir yaklaşımla üretim, filmleri ve festivalleri belli bir tür üzerinde yoğunlaştırıyor. Ülke sinemamız içerisinde tür zenginliğine ihtiyaç duyduğumuz gerçekliğiyle farklı türleri ve tür film festivallerini besleyecek vizyoner bir yaklaşıma ihtiyacımız var.

Festivalin devamı gelecek mi? Bu yönde bir çalışmanız var mı?

Elbette! Uluslararası Distopya Film Festivali’ni seneye BKM Mutfak’la birlikte gerçekleştireceğimizin müjdesini verebilirim. Yeni yılla birlikte yeni dönemin hazırlıklarına başlamayı planlıyoruz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi