Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

PAZAR GEZMESİ

Az önce sanal ortamda bir Venedik turu attım. Güneşli bir günde, her yaştan insanın salına salına gezdiği bir günde, dron marifetiyle dolaşma imkânı buldum. Sonra Google hazretlerinin sunduğu uydu haritalarıyla gezdiğim yerlerin adreslerine de ulaştım. Bunları yaparken aklımda bir cümle, “İyi kötüdür, kötü de iyi. Uçalım sisli, puslu havada.” Ben bu cümleyi nerden biliyorum… Onu da buldum. William Shakespeare’in bir oyunundan aklımda kalan cümleydi, bu. Zihnimde Venedik ve Shakespeare birleşmesi içi boş bir akıl oyunu değil. Çünkü onun yazdığı oyunların büyük bir çoğunluğu İtalya’da geçer. Kendisinin İngiltere’nin küçük bir kasabasından kalkıp ta İtalya’ya, Venedik’e gitmiş olduğuna dair hiçbir bilgi, kayıt vs. yok. Shakespeare, anlattığı hikayelerde seyircisinin gerçeği tam olarak anlamasını sağlamak için egzotiklik, ilginçlik yapmış. Hepsi, bu.
Her ne kadar gitmese de Shakespeare’in yaşadığı zamanların Venedik’inde ticaret, zenginlik, fakirlik, ihtişam, çöküntü bir arada çok sesli bir orkestra gibi kimi zaman uyumlu, kimi zaman uyumsuz bir ses yumağıydı.
1520’lere kadar Venedik şehri her türlü ticarete sınır getiren bir gümrük duvarıyla çevriliyken ekonominin serbest ve rahat akışını sağlamak için Venedikli yetkililer gümrük duvarlarını kaldırdılar. Buna bir neden de Romanya ve Suriye topraklarından gelen Levanten Yahudilerin şehirde beklenen süreden daha uzun kalmaları oldu. Kaynaklar bu kalma eğilimi gösteren Yahudi topluluğun ekonomik durumu hakkında not düşerken, gezgin satıcılardan iyi, burjuva iş adamlarından kötü durumda olduklarını ifade ediyor. Ellerinin yetebildiği her şeyi almak konusunda ısrarcı olan Yahudiler bir zaman sonra hatırı sayılır miktarda dükkânın sahibi oluyor. Onlara mülk satarken beis görmeyen şehir halkı ve yetkililer aradan zaman geçince durumdan şikâyet etmeye başlıyor. Yahudilerin Venedik ticaret kanununa uygun davranmaları ve vergi ödemelerine rağmen…
Aynı zamanlarda Venedik şehri ortasından geçen ana kanal boyunca gettolara ayrılmış durumdaydı. Aralarında Osmanlı İmparatorluğu’na mensup Türklerin de olduğu (çoğunlukla tüccarlar, Osmanlı kanunlarından kaçanlar, macera arayanlar, gemiciler) yaşam alanlarında Arnavutlar, Dalmaçyalılar, Almanlar, Ermeniler, Rumlar birbirleriyle ticaret dışında muhatap olmadan yaşamaktaydılar. Yeni gelen Yahudileri yeni açılan gettoya koymak suretiyle sadece o gettoya özgü yaptırımlar getirdiler: Akşam belli bir saatten sonra Yahudilerin şehrin sosyal yaşamında bulunmaları yasaktı. Gettoya dönmek mecburiydi. Üstelik gettonun ana giriş kapısı kocaman bir zincirin sağlamladığı kilitle kitleniyordu. Bunda dinsel olduğu kadar Yahudileri burjuva sokaklarına, yaşamın içine kabul etmeme de vardı.
Dükkân sahibi Yahudilerin mal satma dışında Venedik’le ticaret yapma arzusunda olan yeni iş adamlarına faizli kredi vermeleri yani tefecilik yapmaları onları daha da zenginleştiriyordu tabi ki, ancak dikkat çeken bir başka nokta daha devredeydi. Venedik ticari yönden yıldız gibi parlamaya başladığında Almanlar yürürlükte olan gümrük duvarını kendilerine göre bir yöntemle delip bir kısmı vergisiz paralar kazanırken hem gümrük duvarının kaldırılmasına hem de Yahudilerin verdiği kredilerle güçlenen yeni ticari rakipler yaratılmasına karşıydılar.
Bu örgütlü ticari kaygılar 16’ıncı yüzyılda Venedik’in gözden düşmesine kadar giden yolun taşlarını oluşturdu. Ayrıca adına “Yeni Dünya” dedikleri başka yerlerin keşfi de var tabi ki. Bir iç denizde yer alan Venedik’ten Amerika’ya gemi göndermek masraflı bir işti sonuçta. Kalkışmadılar da zaten. Onların başında Osmanlı gibi bir problemi vardı. Buraya Venedik Savaşları’nı almadım. Osmanlı’nın Avrupa istilası sırasında Roma’daki Papalık Devleti korkup Venedik’te, Türk gettosunda bulunan tüccarları rehin alıyor, yani tutuklatıp zindana atıyor. Mallarına da el koyuyor. Sonra geri verildiler mi, öldürüldüler mi, mallarına ne oldu…
Farkında mısınız bilmem, bu dünya birilerinin geçinmenin dışında daha büyük paralar kazanması hırsıyla karılıyor. Başka birilerinin “Ya vatansız kalırsam” korkusu da var. Bir hırs ve bir korku bu dünyayı yönetiyor. Bizler repliksiz figüranlar gibi geri planda bir kere bile görünüyor muyuz, emin değilim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi