Peygamberlerden öğrenecekleriniz olduğu kadar şempanzelerden de öğrenecekleriniz vardır!

Irkçılık, cinsiyetçilik, etnikçilik ne kadar yanlış ve sağlıksızsa “türcülük” de aynı ölçüde yanlış, sağlıksız ve de vicdansız bir motivasyon. Kendinizden olmayanı ister soyu-sopu-rengiyle, ister cinsiyeti-cinselliğiyle, ister mezhebi-meşrebiyle, ister mizacı-yaşam biçimiyle nasıl aşağı, hakir ve her şeye reva görüyorsanız, “tür”üne bağlı olarak da aynı şekilde aşağı-değersiz-hakir görme duygusu, düşüncesi, arzusu bu… Halbuki hiçbir hayvan, insandan daha az değerli değil, hele şempanze hiç ama hiç değil. Çünkü aşağı-yukarı genetik yapısı insanla hemen hemen aynı olan, yüzde 98 genom ortaklığımız bulunan bir canlıdan bahsediyoruz.


İki hafta önce Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’da yaptığı konuşmada sarf ettiği ve epeydir hep olduğu gibi yine bir hakaret içeren sözler, üzerinde durulmadan, sorunsallaştırılmadan ve tartışılmadan uçtu gitti. Aslında geçen haftaki yazımda o sözleri gündeme getirmek istemiştim ama sevgili dostum Ahmet Tulgar’ın ani ve acı kaybı Ahmet’e bir veda kaleme almayı kaçınılmaz kıldığı için bunu yapamadım.

Şimdi biraz geç de olsa bu ihmali gidermek istiyorum. Bir antropolog olarak üzerine gitmeden duramayacağım bir konu bu. Çünkü, AKP’li Cumhurbaşkanı’nın bir süredir üzerimize boca ettiği “En büyük kariyer çocuk doğurmak”; “Bak, PKK 5-10-15 yapıyor”; “Edirne cezaevindeki zatın Kürtlükle alakası var mı, yok. Bu adam Kürt değil” nev’inden ırkçı, etnikçi, cinsiyetçi mahiyette ayrımcı/ötekileştirici lakırdılarıyla aynı kulvarda ele alınması gereken bir başka müessif ifade bu.

Çapulcu, çürük, sürtük ve şempanze

Diyarbakır’da düzenlenen mitingde Erdoğan insan hakları savunucularına “şempanze” atfında bulundu.  Elbette hakaret babında. Şöyle:

“Avrupa’dan, ABD’den beslenen zehirli köklerini coğrafyamızın kalbine bir bıçak gibi saplamaya çalışanlara eyvallah etmedik. Diyarbakır Anneleri’ni Batı’nın şempanzelerine bırakmadık. Nerede o Batı’nın insan hakları savunucuları? Bir kere gelip de Diyarbakır Anneleri’ni ziyaret ettiler mi? Onlar sadece sahne artisti.”

Burada şempanze, aynı ağızdan daha önce duyduğumuz “çapulcu”, “çürük”, “sürtük” gibi hakaret amacıyla sarf edilmiş tabirlerle aynı paralelde kullanılıyor. Böylece ırkçılık, etnikçilik, cinsiyetçilikle “dördüz” bir diğer toplumsal-kültürel “virüs” olan “türcülük” de dolaşıma sokulmuş oluyor.

İnsana değil, hayvana hakaret

Türcülük üzerine birkaç söz söylemeden önce sıcağı sıcağına not edelim: Bir insana ya da insan grubuna hakaret amacıyla herhangi bir hayvan atfı yapıldığında; “eşek”, “ayı”, “öküz”, “köpek/it”, “çakal”, “yılan” ve işte “şempanze” ya da doğrudan “hayvan” şeklinde, aslında o insana/insanlara hakaret etmiş olmuyorsunuz.

Hayvanlara hakaret etmiş oluyorsunuz.

Ve hiçbir hayvan bunu hak etmiyor.

Bir insana yönelik olarak ve onun kendinizce kusurlu bulduğunuz, tasvip etmediğiniz ya da işinize gelmeyen bir takım “insanî” tutum, düşünce ve davranışları dolayısıyla diğer hayvanlara atıfla sarf ettiğiniz bu sözler, insan-merkezci ve türcü zihniyetin ürünü.

Türcülük, insan-dışı hayvanları sırf insan olmadıkları için her türlü istismar, eziyet, kıyım ve işte hakarete maruz kılmak, müstahak saymak demek.

Bu, ırkçılık, cinsiyetçilik, etnikçilik ne kadar yanlış ve sağlıksızsa aynı ölçüde yanlış, sağlıksız ve de vicdansız bir motivasyon. Kendinizden olmayanı ister soyu-sopu-rengiyle, ister cinsiyeti-cinselliğiyle, ister mezhebi-meşrebiyle, ister mizacı-yaşam biçimiyle nasıl aşağı, hakir ve her şeye reva görüyorsanız, “tür”üne bağlı olarak da aynı şekilde aşağı-değersiz-hakir görme duygusu, düşüncesi, arzusu…


Yüzde 98’imiz şempanze!

Halbuki hiçbir hayvan, insandan daha az değerli değil. Hele şempanze hiç ama hiç değil.

Çünkü aşağı-yukarı genetik yapısı insanla hemen hemen aynı olan bir canlıdan bahsediyoruz.

Şempanzelerle yüzde 98 genom ortaklığımız var.

İnsana genetik, kromozomal, anatomik, davranışsal, hemen her bakımdan yakın bu canlı üzerine araştırmaların “divası”, primatolog (maymunbilimci) Jane Goodall’ın on yıllarca sabır, meşakkat ve duygu ile sürdürdüğü çalışmaların sonuçları başta olmak üzere toplanan veriler, karşımızda tıpkı insan gibi “kültürel” bir varlık olduğunu da artık fazlasıyla düşündürmekte. Mesela şu tespitlere bakar mısınız:

“Bir şempanze ormanın derinliklerinde bir panda cevizini önce ağaç kökünden bir örse yerleştiriyor, sonra cevizi kuvarstan bir çekiçle dövüyor. Sert kabuk parçalanıyor ve badem benzeri dört çekirdek yenmek üzere açığa çıkıyor. Yüzlerce panda kabuğu ortaya saçılıyor; hem taş çekiçler hem de tahta örsler, üzerinde uzun süre kullanılmanın belirtisi olan izler taşıyor.” [1]


Şempanze kültürü

Elbette şempanzelerin kültürel kapasitesi bu aktarılandan ibaret değil.

Kongo’da şempanzeleri doğal ortamlarında on beş yıldan fazla zamandır gözlemleyen primatologlar onların zaten hanidir bilinmekte olan “oltayla termit (karınca) avlama” maharetlerine ilişkin yeni bulgular elde ettiler. Daha öncesinde termitleri yuvalarından çıkarmak için sadece tek bir kabuğu soyulmuş ağaç dalı (“alet”) kullandığı sanılan şempanzeler aslında toprakta delik açma için ayrı, toprak altında arama-tarama (“sondaj”) yapma için ayrı ağaç dalı kullanmaktalarmış. [2]   

 Şempanzelerin Tanzanya’da yapılmış araştırmalarda gözlemlenmiş simgesel mahiyetteki “tımar tokalaşması” ve erkek şempanzelerin dişiye kur yapma niyetiyle “yaprak kırma” âdetleri de “manevi kültür”, diğer deyişle anlam-değer üretimine işaret sayılmakta.

Bu doğrultuda şempanzelerin yaptıkları ile insanların yaptıkları arasında ayırt edilemeyecek kadar birbirine yakın “ürünler” olduğu ileri sürülüyor. Ve insan evrimi üzerine çalışmalarıyla tanınan antropolog Richard Leakey’in, “Artık ya insanı ve aleti yeniden tanımlayacağız ya da şempanzelerin insan olduğunu kabul edeceğiz” sözü, üzerinde özenle ve önemle durulmayı hak ediyor. En çok da kendi türümüzü her şeyin (evrenin-yaşamın-varoluşun) ölçüsü yapmış “türcü” ve insan-merkezci itkimizin yeryüzünü cehenneme çevirdiği şu günlerde!..


“Orman insanı” Orangutan

Yüzme gibi doğal/içgüdüsel olarak verili olmayıp sonradan öğrenilen özelliklere, sembolik iletişim, yani dil kullanımı yatkınlığına ve hepsinden önemlisi çok basit düzeyde alet yapımına kadar, insana özgülenen ve insanı insan kıldığı düşünülen pratikler diğer maymunlarda da tespit edilmekte.

Ve öyle dehşet bir dünyanın içindeyiz ki bazen kendi türüne yönelik bir “öz-nefret”le insan, gorile-şempanzeye kendisini daha yakın hissedebilmekte.

Gorilleri incelemeye bir ömür vermiş ve goril avcılarına karşı amansız mücadeleye girişip bu uğurda hayatını kaybetmiş primatolog Dian Fossey’i ve onu anlatan muhteşem film “Sisteki Goriller”i (Gorillas in the Mist) kim unutabilir!.. 

Yeryüzünün en tehlikeli ve “sefil” canlısı insan karşısında gorilleri savunma-koruma yolunda can verdi Fossey. Onun için goril, bir doğa harikasıydı, bir “hakaret vasıtası” değildi.

Borneo yerlileri için de kendi dillerinde “orman insanı” anlamında “orangutan” adını verdikleri maymun, insana olan yakınlığıyla saygı değer bir varlıktı, bir hakaret vasıtası değildi.

Nihayet, şempanzeleri doğal ortamlarında gözlemleme ve incelemeye ömrünü adamış Jane Goodall da kendi kızının eğitiminde anne şempanzenin yavrusuyla ilişkisinden, onu yetiştirme biçiminden etkilendiğini/esinlendiğini belirterek “şempanzelerden öğreneceğimiz çok şey var” demişti.

Goodall için de şempanze, bir bilgi kaynağı idi. Bir hakaret vasıtası değildi.


Eşref-i mahlûkat yok, “esfel-i safilin” var!

Bugün “kâr-kalkınma-büyüme” zehriyle zihni ve ruhu körleşmiş bir sistemin terkisinde toprağı-dağı-ormanı betona boğan, “yeryüzünün kanser hücresi” haline gelmiş “uygar insan” ise kendisine hem biyolojik hem de kültürel mahiyette kardeş kadar yakın olan şempanzelerin soyunu tüketme yolunda dev adımlarla ilerliyor. Antropolog ve evrimsel-biyolog Irven DeVore’a kulak verilecek olursa:

“Uzay yolculuklarımız sırasında genetik yapımızın yüzde 98’ini paylaştığımız bir canlıyla karşılaşsak, bu türü araştırmak için harcayacağımız parayı bir düşünün. Böyle canlılar yeryüzünde var ve onların yok olmasına izin veriyoruz.” [3]

İzin veriyoruz, çünkü insanı “eşref-i mahlûkat” sayıyor, şempanzeyi kendimizden aşağı görüyor ve onu her vesileyle hakaret vasıtası kılmaya fütursuzca devam ediyoruz.

Oysa insan, “eşref-i mahlukat” değil, kutsal kitap hiç öyle demiyor.

Ama kutsal kitap diyor ki insan yeri geldiğinde, eşref-i mahlukat ne kelime, “esfel-i safilin”dir. Yani aşağıların en aşağısı, sefillerin en sefili.

Biz de diyoruz ki “esfel-i safilin”den olmamak için…

Peygamberlerden olduğu kadar şempanzelerden de öğrenilecek çok şey vardır!..


[1] William McGrew, Şempanzelerde Maddi Kültür: İnsan Evrimine Yönelik Çıkarımlar (Çev. Dilek E. Dizdaroğlu), Alfa Yayınları, İstanbul, 2012, s. 16.

[2] “The evolution of chimp skills: Goualougo young learn differently to others in Africa”, COSMOS Magazine, No. 87, 21 Ağustos 2020.

[3] Akt. McGrew, Şempanzelerde Maddi Kültür, s. 272.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi