“Piyasa ekonomisi yetmez, reformlar acilen yapılmalı..”

Sürekli olarak “adalet, özgürlük ve eğitim” vurgusu yapıyoruz diye bize kızanlar var. Hatta inancını kaybettiği için “boşa konuşuyorsunuz” diyenler de var. Ancak vazgeçmek yenilmek demektir. Biz anlatmaya devam edeceğiz.
Haydi bir analiz yapalım şimdi. Dolar/TL’nin kendi haline bırakıldığı için giderek sakinleştiği bir sürecin içindeyiz. Ancak geriye dönüp neler olduğuna bakmakta fayda va.:
2016 yılının önemli bir kısmında 2.90-3.05 arasında bir plato çizden Dolar/TL’nin asıl yükselişi 15 Temmuz’daki alçakça saldırıyla değil, bundan birkaç ay sonra başlıyor. Hatta 2017 yılının Ocak ayında 3.80 seviyesine gelen dolar kuru, aynı yılın eylül ayına kadar dinleniyor ve tekrar atak yapmaya başlıyor.
ABD ile ilişkilerin bozulması ve Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra hem içeride hem de dışarıda işlerin karışmasıyla beraber dolar kuru 2018 Eylül ayında 7.00 seviyelerini test ediyor. “Overshoot” dediğimiz aşırı yükseliş hareketini tamamladıktan sonra, siyaset ve diplomaside sakinleşme sonucu 5.30’lara kadar düşüyor.
Ardından 31 Mart 2019 yerel seçimleri tamamlanıyor, ama İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı çıkmaza giriyor. Seçimler yenileniyor, ancak dolar kuru tekrar 6.0 TL seviyesinin üzerine çıkıyor. Tüm bunlar olup biterken Merkez Bankasından ve kamudan ciddi bir döviz satışı yapıldığı sonraki aylarda anlaşılıyor.
Hiç ders almıyoruz ama almalıyız artık
İstanbul seçimleri tekrarlanıp bitince, Dolar/TL tekrar sakinleşiyor ancak bu sefer de pandemi başlıyor. Covid-19 ile yaşanan süreçte Merkez Bankası’nın rezervleri negatife düşmüş olduğu anlaşılıyor, ancak bu arada ekonomi yönetiminin piyasalarla çekişmesi başlıyor. Bu arada içeride ve dışarıda birçok problem çıkıyor. Neticede dolar kuru Merkez Bankası’nın hatalı kararlarıyla 8.50 seviyelerine ulaşıyor. Ekonomi yönetiminde değişiklik yapılıyor ve son 1 aydır kurlar daha sakin seyrediyor. Yani konunun ekonomiden çok siyaset biçimi ile alakası var.
Tüm bu gelişmelerden alınması gereken ders sanıyorum şu maddelerle özetlenebilir:

  • Tasarruf açığı olan bir ülkede dış kaynak olmadan büyümek imkansız. Son üç yılın büyüme hızı ortalaması yüzde 1.5 civarında olacak. Yabancı sermaye girişleri ve büyüme hızlarını yan yana koyduğumuzda, “kendi yağımızda kavrulma” işinin çok başarılı sonuç vermediği ortada.
  • Cari açık yapısal bir gerçek iken, cari fazla verdiğimizi söylemek gerçeği bilenler için pozitif bir gelişme olarak hiçbir zaman nitelendirilmedi. Cari fazla verirken kurların sürekli yükselmesi de bu önermemi kanıtlar nitelikte. Üretimde dışa bağımlı olan bir ülkede yapılacak en doğru iş öncelikle bu gerçeği kabul etmektir. Bunu kabul ettikten sonra bu durumu düzeltmek için atılacak adımlar için kapsamlı bir çalışma yapılabilir.
  • Piyasa ile çatışmak kimseye fayda vermez. Hiçbir devlet piyasadan büyük değildir. Piyasanın varlığı kabul edip şartlarını kabul etmemek gibi bir lüksümüz yok. Belki birkaç defa piyasa oyuncularını üzmek mümkün olabilir ama sonunda üzülen taraf biz oluruz.
  • Dış politikanın gerçek amacının “refahı artırma” olduğu kabul edilmezse, refahı düşüren durumlarla karşı karşıya kalmak kaçınılmaz olur. Sürekli yazılarımda bahsettiğim gibi, Türkiye’nin kiminle müttefik olduğu veya ittifak çalışması başlattığı konusunda kimsenin elle tutulur bir fikri yok. Sürekli olarak “şu bölgeyle görüşmemiz, bir başka bölgeyle sırtımızı çevirdiğimiz anlamına gelmiyor “ diye açıklama yapıyoruz; ancak, bu ittifak arayışı süreci fazla uzun sürdü ve ekonomiye zarar veriyor.
  • Reform süreci ile ilgili taahhütlerin mutlaka yerine getirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde şu an piyasanın ekonomi yönetimine açtığı son kredi de biter. Yapısal reformları gerçek anlamıyla hayata geçirmemiz gerekiyor.
    Bunları yazıyorum ve uyarıyorum sürekli. Beni yeni takip edenler “hocam şimdi mi aklınıza geliyor” diye cevap yetiştiriyor. Gülüyorum. Herhalde 1990’larda bilimsel makale yazmaya başladığımdan beri bu konulara değiniyorum. O senelere doğmuş olanların bunu bilmesi mümkün değil ama bari internetten araştırsınlar önce. O bile zor geliyor sanırım. Laf yetiştirmek daha kolay.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Alkin Arşivi