Popülist demokrasi tuzağı

Bütün dünyada demokrasi hepimizin gördüğü gibi hiç demokratik olmayan bir istikamete doğru evriliyor. Yine hepimizin bildiği gibi popülist politikalar, bu politikalar ekonomiyi de siyaseti de mahvedinceye kadar çok ciddi taraftar buluyor. Trump bence bunun en önemli ve vahim örneği idi. Avrupa’da Macaristan ve Polonya da diğer örnekler. Hele bizim gibi demokrasiyi hiç yaşamamış ama Batı’dan kopyalayarak yaşar gibi yapmış ülkelerin halkları, siyasetçilerin yalan ve dolanları ile uyutulup otokrasi ile sonuçlanan popülist demokrasi tuzağının tam içine çekiliyor.

DİNİN SİYASETE ALET EDİLMESİ
Dünyanın başına en büyük bela hep dinin siyasetçiler tarafından kendi işlerine geldiği gibi yorumu ve neticede siyasete alet edilmesinden geliyor. Bu Batı’da da böyle Doğu’da da. ABD’de Evanjelistlerin önayak olduğu politikalar, Afganistan Irak ve Suriye’nin felaketi ile sonuçlandı. Sadece onların değil çevrelerinin de üstesinden gelmesi güç mülteci sorunlarına yol açtı.

KAPİTALİST SEFALET
Ama bir o kadar önemli olan konu serbest piyasa ekonomisi denilen ve sadece yukarıdaki yüzde 1-2 dünyaları kazanırken alttakilerin adeta yukarıdakilere, onların belirlediği şartlarda hizmetkârlık yapmazsa ve onlara karşı gelirse sefalete mahkûm edilebildiği bir sistem.

Kapitalist düzenin, insanları rencide eden bir diğer tarafı, hep söylenildiği gibi, insanın ekonomik güvencesinin iki dudağın arasında olması. Yani çeşitli şekillerde güya modernleşmiş “ağalık sistemi.” Ve her zaman daha fazla deregülasyon. Yani devletin denetleme görevini de mümkün olduğunca örseleyerek zenginlerin daha zengin olmaları için daha fazla dalavere yapmalarının önündeki tüm engellerin kaldırılması.

NE YAPARSAK KURTULURUZ?
Peki gerçekten ne yaparsak otokrasi ile sonuçlanan bu popülist demokrasi tuzağından kurtuluruz dersiniz? (Middle income curse gibi populist democracy curse terimini kullanabiliriz diye düşündüm.)

Gelinen noktada herkesin şikâyet ettiği mesele kutuplaşma. Bu Türkiye’de de böyle ABD’de de Avrupa ülkelerinin bir kısmında, keza Rusya’da da. Rusya ve Türkiye gibi güya başkanlıkla idare edilen otoriter rejimlerin tamamı popülist demokrasi tuzağına düşürülmüş halklardan oluşuyor. Bu politikaların yürütülebilmesi için liderin dediğini yapanlarla onun halk için hazırladığı tuzağı görüp buna karşı gelenler arasında sürekli bir hesaplaşma ortamının var olmasının sağlanması.

KANDIRILAN TOPLUM KESİMLERİ
Popülist liderin kandırabileceği toplum kesiminin az eğitimli olması büyük önem taşıyor. Mesela ABD’de Trump’ın kemik taraftarlarının da az eğitimlilerden oluştuğu ve hatta “white thrash” veya “Hill Billy” gibi tanımlamalarla anıldıkları bir vakıadır.

Bizim memleketimize baktığımızda ekonomik ve sosyal nedenlerle kırsal kesimde veya varoşlarda az gelirle yaşayan insanlarımız maalesef iyi eğitim imkânlarına ulaşamıyorlar.

Zira eğitimde devletin sağlayabileceği fırsat eşitliği yok.

Bunun yanı sıra AKP hükümetleri, TOKİ’nin kentsel dönüşüm projeleriyle birbirlerinin üzerinde mahalle baskısı uygulayabilecek “dindar” muhafazakârları üst üste yığılmış apartmanlara yerleştiriyor ki kontrolü sağlayabilsin.


BİLİMSEL EĞİTİM YERİNE İMAM HATİP
Çocuklarının bilimsel eğitim yerine imam hatiplerde daha az eğitimle yetinmeleri sağlanıyor.

Bu bahsettiğim topluluklar partilerin mahalle temsilcilerinden muhtarlara kadar yakın takip altında. Bu gruplara -ki yaklaşık 12 milyon kişi olduğu söyleniyor- mutlaka sosyal yardımlar ulaştırılıyor. Bu muhafazakâr ailelerle birebir iletişim kuruluyor.

Bu bakımdan AKP kadın kolları çok etkin çalışıyor.

SAFAHAT ZİNCİRİ
Bir de AKP’nin dağıttığı ihalelerle oluşturulmuş bir safahat zinciri ve gerektiği zaman bu safahat zincirinin halka yapmak durumunda bırakıldığı yardımlar var.

Bunların üstüne yandaş büyük şirketler vasıtasıyla hemen tamamı hükümetin emrine sokulmuş medya grupları var.

Yargı, milletvekili olup olmadıklarına bakmaksızın muhalefeti susturmak üzere görev yapar halde.

Polis, jandarma, asker ve SADAT gibi militan gruplar da hükümetin emri altında.

Bunların arasında bazı görüş ayrılıkları var ama o görüş ayrılıkları ülkenin ancak kaos ortamına itilmesine hizmet edebilir.

KAOS TAKTİĞİ
Zaten siyaseten zor durumda kalındığında bu tür liderlerin başvurdukları başlıca taktik ortalığı karıştırıp ülkenin beka sorununa düştüğünü ileri sürüp büsbütün güvenlikçi politikalarla halkı bastırmak.

Tabii seçime gidip gitmemek de ellerinde.

Anketlerde memleketi düşürdüğü vaziyete rağmen Cumhurbaşkanı’nın şahsi oyunun nasıl hâlâ yüzde 40’ları bulduğunu yukarıdakilere bakınca anlamak mümkün.

Velhasıl elimize tutuşturulan sadaka gibi sosyal yardımlarla bize verilen bahşiş gibi asgari ücretlerle ve çocuklarımızı 21’inci yüzyılda imam hatip okullarına mahkûm etmelerle bu popülist tuzağın içine boğazımıza kadar düşmüş vaziyetteyiz.

GALİP ÇIKMASI MÜMKÜN DEĞİL AMA
Dinciler çok planlı çalışmışlar ama zamanın beklentilerine hitap etmekten çok uzak oldukları için zamanın gerekleri karşısında seçim sandığından normal şartlarda
galip çıkmaları mümkün değil. Ama yapılan tüm hazırlıklarla ülkeyi öyle bir hale getirdiler ki adeta “mantığın bittiği yerde Türkiye başlıyor.”

LİYAKAT MESELESİ…
Türkiye, gerçekten idare edilmesi güç büyük bir ülke.

Onun için memleketi idare edecek olanlarda “kısaca” liyakat gerekir diyoruz.

Zira her şey liderlik yapacak insanların karakteri, psikolojisi, kompleksleri, egosu, sosyal çevresi, öğrenmek için okuyup okumadığı, insanı mı yoksa para kazanmayı mı öncelediği gibi kişisel özellikler üzerinden dönüyor.

Mesela Merkel ile Erdoğan’ı karşılaştırdığınızda dediğimi çok daha iyi anlarsınız.

Bir hükümette görev alacakların, bilim düsturundan şaşmayan ve her sorunun çözümünü bilimsel araştırmaya bağlayan objektif kişilerden oluşması gerekiyor. Hitabetinin değil, bilgi ve becerisinin halkta kendi sorunlarını çözebileceği hissini uyandırması lazım geliyor.

KENDİNE BENZEYENİ SEÇMEK…
Peki ama halkın kendisine benzediğini düşündüğü lideri seçtiğine dolayısıyla hak ettiğini bulduğuna dair düşünceye ne demeli?

Ben Tayyip Erdoğan bağlamında bizim halkımızın reform vaat eden yeni bir parti liderine muhafazakâr yaşam biçiminin de bu arada kendisine benzediğini düşündüğü için rıza gösterdiğini zannediyorum.

2002 seçimleri öncesi siyasetin düştüğü durumun adeta “denize düşen yılana sarılır” misali halkımızın bir dönüşüm ihtiyacına denk geldiğini düşünüyorum.

Yoksa eksikliğini saraylarda yaşayarak telafi edebileceğini zanneden, korkuları yüzünden yüzlerce arabalık eskortla dolaşıp bunu da itibardan sayan ve kendisini kale dahi almayan yabancı liderler karşısında sanki onlara hadlerini bildiriyormuş gibi yapan, ülkeyi ekonomik olarak ve siyaseten perişan etmiş bir siyasetçiye ne o zaman ne de şimdi halkımızın oy vereceğini hiç sanmıyorum. Çünkü böyle birisi Türk halkına hiç ama hiç benzemiyor.

İÇİNDE OLDUĞUMUZ VAHİM DURUM
Bizler maalesef Batı’yı hep geriden takip etmişiz. Ama bugün içinde bulunduğumuz vahim durumdan özgürlük diyerek yeni bir Türkiye için ayağa kalktığımızda bazı Batılı ülkeleri de sollayabiliriz.

Şu anda elimizdeki örnek, popülist demokrasi tuzağından kurtulmamız için halkımızın kahir çoğunluğuna nasıl bir lider seçmemesi gerektiğine dair her türlü ipucunu veriyor.

Murat Özçelik

1954 Ankara doğumlu olan Murat Özçelik Türk diplomat’tır.

TED Ankara Koleji ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü mezunudur.
Dışişleri Bakanlığı’na 1983 yılında girmiştir. 1990 yılında atandığı Cumhurbaşkanlığı’ndan, 1992 yılında kısa bir süre bulunduğu Özel Kalem Müdürü olarak ayrılmıştır. Çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 2005’de Enformasyon Dairesi’nde Daire Başkanı (Dışişleri sözcü yardımcısı) olmuştur. 2007’de Irak Özel Temsilcisi olarak görev yapmış ve 2009 yılında Irak Cumhuriyeti Nezdinde Büyükelçimiz olmuş, 22 Ekim 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan büyükelçiler kararnamesi ile merkeze atanmıştır. 2011 yılının sonuna doğru atandığı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı görevinden Mayıs 2012’de görevden alınmıştır. (Özçelik’in, “Görevimi istediğim gibi yerine getiremiyorum. Ayrılmak istiyorum” talebi çerçevesinde görevinden alınarak ) Dışişleri Bakanlığı müşavirliğine getirilmiştir. Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli olmuştur. Eylül 2014’te Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun danışmanı olmuştur. Ekim 2014’te CHP Parti Meclisi üyesi ve 3 Kasım 2014 tarihi itibarıyla de Dış İlişkilerden sorumlu Genel Başkan yardımcısıdır. TBMM XXV. Dönem İstanbul milletvekilidir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top