‘Postmodern maganda’nın ekofeminist hidayeti: Recep İvedik/7

ilk olarak 2005 yılında televizyonda Şahan Gökbakar’ın “Dikkat Şahan Çıkabilir” programı içinde skeçler halinde doğan “Recep İvedik” karakteri 2008’de sinemada ilk beliriminden bugüne yaklaşık 15 yıl sonra şimdi 7’inci filmiyle karşımızda. Ama bu süre içinde köprülerin altından da çok su aktı. Hem de öyle bir aktı ki daha öncesinde politik olarak gayet “steril” yol almış, olsa olsa çok dolayımlı mahiyette politik dokundurmalarda bulunmuş ve statüko karşısında hayli dikkatli olup fincancı katırlarını ürkütmemeye gayret etmiş Recep İvedik, şimdi ülkede mevcut iktidarın hiç mi hiç haz etmeyeceği bir yörüngede çevreci hassasiyetle ve feminist motiflerle sivriliyor. Peki ne oldu da böyle oldu?..

Togan-Şahan Gökbakar Kardeşler’in “Recep İvedik” serisinin sonuncusu çok dikkat çekici bir kırılma ile karşımızda. Daha doğrusu bir rota kırma durumu söz konusu ve buna isterseniz “Recep’in politikaya atılması” da diyebilirsiniz. Çünkü serinin önceki örneklerinde hiç olmadığı ölçüde politik sularda kulaç kulaç yüzmeye başlamış görünmekte bizim Recep İvedik…

Üstelik bu “politik” açılım, Recep’in bunca yıllık “kültürel örüntüsü” düşünüldüğünde bir “yazım hatası” gibi de gelebilir! Karşımızda hem çevrecilikle hem de ondan daha öte feminizmle haşir neşir, sarmaş dolaş, can ciğer kuzu sarması olmuş bir Recep var. Halbuki serinin önceki filmlerinde pek çok sahneden hareketle “misojinist” ithamlar eksik olmamıştır ona yönelik olarak…

Aynı fikirde olmadığımı ve ta en baştan itibaren kurguda esas vurgunun kadınlı-erkekli, yani cinsiyet ayrımı yapmaksızın “monden” bir elitizme yönelik eleştirellik olduğunu söylemekle yetinerek (ki aşağıda yeri geldiğinde buna tekrar değineceğiz) şu an Disney+’ta gösterimdeki “Recep İvedik 7” üzerine değerlendirmemize başlayalım!..

Dikkat: Bundan sonra Spoiler!
“Recep İvedik 7”, “yeryüzüne ölümü indirmiş”1 bir ekonomi-politik işleyiş ve o işleyişin bu topraklardaki sürümüne karşı deyiş yerindeyse bodoslama bir “yerli ekofeminizm”i, elbette o hep alışık olduğumuz formatında, yani kaba-güldürü (vulgar comedy) tarzında seyre sunuyor. Film, bu ülkede özellikle son 20 yıldır doludizgin işlerlikteki inşaat kapitalizminin, bir başka deyişle (filmde bu yönde bir ima yoksa da hepimizin bildiği üzere) dinbazlıkla sarmalanmış müteahhit iktidarının çevreci bir duyarlılıkla reddiyesine gitmekte.

Bu yapılırken son derece ilginç, eğlenceli, çarpıcı ama hepsinden öte inandırıcı bir kültürel temsil sunulmakta bize. Adeta bir Ağaoğlu-Cengiz kırması gibi tasarımlanıp üretilmiş bu karakter, “Çökelek Holding” sahibi Enver Çökelek (Mehmet İlhami Adsal) ve bakın nasıl da hepimize yahu benim gözüm de kulağım da bunu bir yerden ısırıyor dedirten laflar ediyor seyrin orta yerinde:

Ben Enver Çökelek. Çökelek Holding’in yönetim kurulu başkanıyım. İsterim, olur! Yapıcam derim, yaptımm!.. Ben yıllar evvel Yutan Köyü’ne geldiğimde buraların ayrı bir güzelliği olduğunu fark ettim. Fark eder etmez dedim ki buralar benim olmalı, benimm!.. Sonra şifalı Yutan çamuru ile tanıştım. ‘Al bu çamuru, yüzüne sür, gençleşiyosun’ dediler. Aldım bir avuç, alnıma koydum bu çamuru. Valla on dakka geçti, nerdeyse gençleştim yauvv! Yauv, dedim, bu bi mucize!.. İşte o gün, bu çamuru almalıyım, herkesin alnına koymalıyım dedim. Hepinizin alnına koyacağız inşallah! Bütün milletin alnına koyacağız!..



Müteahhit iktidarına “NAH!”
Şifalı çamur, Recep’in (Şahan Gökbakar) babaannesinin köyü Yutan’da (Ayvalık) hayvanların serinlemek için yattığı çamurdur. Recep, babaannesinden kendisine kalmış bir evin de bulunduğu bu köye “şifalı çamur” bahanesiyle “çökme” girişiminde bulunan Çökelek Holding’in “Yutanbiance Thermal Resort Hotel” projesinin karşısına “Babaannesinden yadigâr köyü de ormanları da” kurtarmak üzere, yani topraktan-ormandan, kuştan-kuzudan, börtü-böcekten, kısacası doğadan yana bir motivasyonla dikilir. Kendisinin yanında da önce papaz sonra kanka olduğu, dedesinden kalma ve Recep’in evine komşu toprağa karavanıyla (bir bakıma kentten köye “tersine-göç” şeklinde) kamp kurmuş bir kadın var: Hayatın içinde tek rakibi “Avukat Sera”, nam-ı diğer “Lilit” Sera (Kadıgil) olabilecek Avukat Büşra (Öznur Serçeler) bu!..

Recep’le Büşra’nın, “medeniyet timsali” bir öğretmenle (Eray Türk) birlikte, kocaları kendilerinden habersiz olarak evlerini ve topraklarını Çökelek’e peşkeş çekmiş köy kadınlarını da yanlarına alarak bir yandan hukukî bir yandan da “Recebî”, yani harala-gürele mücadelesi içinde akan filmin mesajı şu: Çökelek Holding temsili üzerinden, aslında çok uzun zamandır bu memlekette kâr-büyüme-kalkınma efsunu içinde betona-tapar hale gelmiş, bu yolda önüne dağ-vadi-orman, ne çıkarsa dümdüz etmeye azimli bir iktisadi işleyişe kocaman bir “Nah” çekmek… Zaten böyle bir “NAH”la ve Ayten Alpman’ın Memleketim şarkısı eşliğinde de seyre nokta konulmakta.

İnşaat kapitalizmi, doğa düşmanlığı ve ataerkilliği aynı kefeye koyup bir güzel çırpan filmin en ilginç ve sevimli yanlarından biri, şahane kadın-âşıklardan (ki bu da bir başka feminist motif olarak kayda değer) şahane doğa-dostu deyişlerin aralara serpiştirilmesi. Bu aslında filmin destanlaştırılmış bir özet-hikâyesi mahiyetinde ve başta işaret ettiğimiz “politik” tavrı daha da barizleştiriyor Buyursunlar, misal:

Mosmor oldu Çökelek Çökelek
Arkandan çaldı dümbelek dümbelek
Ha böyle de yapışıp kalırsın da
Nah bu köyden bir karış alırsın…



“Şaban”dan “Recep”e, değişen Türkiye
Recep İvedik’i bir “kültürel temsil” olarak gerek sosyolojik gerek antropolojik çerçevede hayli önemsediğimi yazılarımı takip edenler bilir. Şahan’ın da yazdıklarımın farkında olduğunu yıllar önceki bir sosyal medya mesajından biliyorum. Burada bir taraftan meraklısı için o yazılarımdan birine yönlendirmede bulunurken2 bir de özet tekrar yapalım:

Recep İvedik, bir “postmodern maganda” olarak hayal evrenimizde, ama elbette gerçek hayatın içinden izdüşümlerle 2000’ler dönümünde doğuş bulmuştu. Simgesel olarak kaydetmek gerekirse “Güngören”le “Cihangir”in; yani köyden kente göç temelinde bir sosyolojik olgu olarak karşımızdaki “şehirdeki köylülük” ile Batılılaşma maceramızın ve küresel kültürel etkileşimin bir türevi olduğu söylenebilecek ultra-modern kentsoyluluğun yüzleşmesi, birinciden yana ve elitizm-karşıtı bir motivasyonla işlenmekteydi kurguda.

Defalarca yazdım, Recep, esasen “İnek Şaban”ın intikamıdır diye…

1975’te sinemamızda Hababam Sınıfı film serisinde Kemal Sunal’ın efsane performansıyla karşımıza çıkan “İnek Şaban” karakteri, o dönemde kent kıyılarındaki gecekondularda biriken köylü göçmenlerin şehrin egemen kültürel iklimi içerisindeki ezik, çaresiz, gariban halinin komediye vurulmuş temsiliydi. Bundan 30 yıl sonra 2005’te karşımıza çıkan “Recep İvedik” ise artık şehrin “ezici” hâkimi haline gelmiş aynı kitlenin patlamış bir özgüvenle hareket edebildiği ve “varoş”un merkezileştiği yeni toplumsal-kültürel dokuyla uyarlı bir kültürel temsildir.

Her iki kurgu karakter de üretildikleri zaman ve mekânın ekonomik, toplumsal ve kültürel dinamikleriyle uyarlıca, o dinamiklerden izdüşümlerle karşımızda oldular. Ve şehrin “kültürel” dokusundaki değişmeye bağlı olarak onların psikolojik alımlanmaları da birbirinden farklı oldu.

“Şaban”a gülerken söz gelimi, alttan alta bir küçümseme, aşağılama, acıma hissi de içkindi seyredenlerde. Ama “Recep”e gülerken hiç kimse öyle bir hissiyata sahip değil. Aksine çekiniyor, ürküyor, “tırsıyoruz” ondan…

“Şaban” alık, ürkek ve ezikti. Recep ise zehir gibi zeki, alabildiğine pervasız ve yırtıcı.

“Şaban”, kendi dönemiyle özdeş şekilde Orhan Gencebay’ın “Ben doğarken ölmüşüm” terennümünün komik karşılığıydı. “Recep”, yine kendi dönemiyle özdeş şekilde İbrahim Tatlıses’in “Ben de isterem” terennümünün komik karşılığı…



Önce Şahan, sonra Recep politikleşti!
Bu doğrultuda ilk olarak 2005 yılında televizyonda Gökbakar’ın “Dikkat Şahan Çıkabilir” programı içinde skeçler halinde doğan “Recep İvedik” karakteri 2008’de sinemada ilk beliriminden bugüne yaklaşık 15 yıl sonra şimdi 7’inci filmiyle karşımızda. Ama bu süre içinde köprülerin altından da çok su aktı. Hem de öyle bir aktı ki daha öncesinde politik olarak gayet “steril” yol almış, olsa olsa çok dolayımlı mahiyette politik dokundurmalarda bulunmuş ve statüko karşısında hayli dikkatli olup fincancı katırlarını ürkütmemeye gayret etmiş Recep İvedik, şimdi ülkede mevcut dinbaz iktidarın hiç mi hiç haz etmeyeceği bir yörüngede çevreci hassasiyetle ve feminist motiflerle sivriliyor.

Peki ne oldu da böyle oldu?..

Akla ilk gelen, son iki yaz dönemi boyunca, siz deyin bir kısım yurdum insanının mangal keyfine ya da orman kıyısına izmarit fiskelemesine; ben diyeyim küresel iklim kıyametine ya da “Antroposen”e, daha da doğrusu “Kapitalosen”e bağlı olarak yeryüzünün cayır cayır ısınması sonucu yanan ormanlarımız karşısında Şahan’ın çok ciddi ve takdire şayan bir çırpınışa girmesi… Bu çırpınış sürecinde de iktidarın hem “resmî” ağızlarından, hem de sivil yancıları ve trollerinin ağızlarından tedibe, tehdide ve tahkire uğraması…

Bu “keyfiyet” onu, kendisi istese de istemese de bir parça politize etti denilebilir.

Eh, Recep de elbette varlığını borçlu olduğu Şahan Abi’sine yapılanları kimsenin yanına bırakacak değil ya!.. O da koptu gitti, milletin orasına-burasına musallat olan beton-sevicilerin dikildi karşısına işte…

Yine de uslu-terbiyeli bir karşı-çıkış
Elbette abartmamak ve şu notu düşmek durumundayız: Öne çıkan bir politik dinamik olsa da sonuçta alabildiğine radikal ve sistemi topyekûn değiştirmeyi öneren “devrimci” bir çıkış yok tabii ortada.

“Recep İvedik 7”, evet, memleket sathında halihazırda mevcut “müteahhit iktidarı”nı, ona dayalı yolsuzluk ve yozlaşmaları karşısına alıyor, ama bu kategorik olarak devleti karşısına alma noktasına varmıyor.

Dolayısıyla sistem-içi, reformist ve optimist bir kulvarda yurdundan ümidi kesmediği gibi, “Devlet Baba”dan da ümidi kesmeksizin şekillenen, ama işte önceki filmlerle karşılaştırıldığında da göreli olarak siyasal enerjisi hayli yüksek bir Recep İvedik var ortada demek en doğrusu.



“Bir idik bin olduk, bir karış toprak için!”
Sonuçta politikadan kaçış yok. O, her yerde. Evde-işte-sokakta…

Ve önümüzdeki dönemin bir numaralı politik meselesinin aslında tüm canlılık (biyosfer) için hayat-memat meselesi anlamına gelen iklim krizi olduğunu hanidir söylüyoruz. Üstelik bu artık sadece tuzu-kuru bir elit-entelektüel-seküler marjinallik de değil. O çok uzaklardaki ve bizi pek “kazımayan” buzulların kuruması ya da kutup ayılarının içler acısı durumu kadar, artık yanı başlarındaki göllerin-derelerin kuruduğunun; balıkların-kuşların yok olduğunun; buna bağlı olarak toprak, çiçek, çam yerine çimento koklandığının; buğday ekecek tarla kalmadığının; toprağın betona boğulduğunun farkında insanlar…

O yüzden çevreci siyasete kulak, gönül ve destek vermek artık sadece şehirli-seküler elit ya da iktidar ağzında hep hakaretamiz bir vurguyla kullanılan “Beyaz Türkler”le sınırlı değil. Baksanıza Recep’in köyünde kadın-âşık ne de güzel döktürüyor:

Kuş için ağaç için
Geldiler orman için
Bir idik bak bin olduk
Bir karış toprak için…”

“Halk ne derse o, Oolum!

Dolayısıyla siz isteseniz de istemeseniz de ya da ne kadar uzak durmaya çalışırsanız çalışın, politikanın sizi bulacağı, içine çekeceği, eyleme iteceği bir yol ayrımında insanlık… Recep ne yapsın, ya siyaset ya kıyamet mevzubahis olan ve o da politikleşti, postmodern magandalıktan ekofeminist hidayete erdi işte!..

Dahası, yaşadığı “Köy”ü kendine mahkûm etmekten başka bir şey düşünmeyen iktidar sarhoşu bir “Muhtar”a neler neler söylüyor gümbür gümbür, duyan duysun da duymayana söylesin (ne olur-ne olmaz, mimiklerin bile ceza yediği şu “Bizim Köy”de Recep’in dilini de bir parça törpüleyerek paylaşalım!):

N’oldu?! Halk seni seçerken iyiydi. Yere göğe sığdıramıyodun. Şimdi seni seçmeyip gönderince mi kötü oldu?.. Halk ne derse o, Oolum! Yürü git buradan! Şu kadar onurun-gururun varsa gidersin bu köyden… Yürü!..

1 Elbette burada referans olarak son kitabım, “Yeryüzüne Ölümü İndirdik Gülüm!: Homo Demonus Üzerine Antropolojik Serzenişler”i (Oğlak Yayınları, 2022) işaret etmek durumundayım.

2 Tayfun Atay, “’İnek Şaban’ın intikamı: ‘Recep İvedik’, T24/Haftalık, 15 Aralık 2018.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi