Problem eba’nın çökmesinde değil temelde

Eğitim Bilişim Ağı (EBA) da yaşanan sorunlar bitmiyor. Sistemin çökmesi, bakanlığın “Talep çok” sözlerinin ardından yaptığı siber saldırı açıklaması tartışmaları dindirmedi. Eğitim İzleme Raporu’nu hazırlayan Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yelkin Diker Çoşkun problemin sistemin çökmesinde değil, temelde olduğunu söylüyor. Diker “EBA tek merkezden yönetilmeye çalışılıyor oysa öğretmenlerin öğrencilerine uygun programları kendilerinin hazırlamaları gerekirdi.” Diker, Sağlık Bilim Kurulu gibi bir Eğitim Bilimi Kurulu’nun da oluşturulması gerektiğinin altını çiziyor.

Eğitim Bilişim Ağı’na (EBA) ilk ders gününde öğrencilerin girememesi çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi. Sisteme ulaşmak isteyen öğrenciler “Çok kalabalık” uyarısıyla karşılaşmıştı. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ise sistemin çökmesini sevinçle karşılamış, “Bu bizim için olumlu bir haber çünkü inanılmaz bir talep var” diyerek tartışmaya yol açmıştı. Milli Eğitim Bakanlığı daha sonra EBA’ya siber saldırı yapıldığını belirterek bakanla çelişen bir açıklama yaptı.
EBA’nın Fatih Projesi’yle tanıtılan bir sistem olması ve projenin üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen hala sorunlarla gündeme gelmesi pek çok soruyu akla getiriyor. O günden bugüne EBA’ya neden yatırım yapılmadı? Temel problemimiz EBA mı? Müfredatı ne zaman konuşmaya başlayacağız? Sorularımızı Eğitim Reformu Girişimi’nin yayınladığı Eğitim İzleme Raporu’nu hazırlayan Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yelkin Diker Çoşkun yanıtladı.
◼ EBA 10 yıllık bir proje olmasına rağmen öğrenciler sisteme girdiklerinde “çok kalabalık” uyarısıyla karşılaştı. Bakanlık siber saldırı açıklamasında bulundu. Sistemde yaşanan problem nedir?
Aslına bakarsınız 10 yıllık değil daha çok geçmişi olan bir yapıdan bahsediyoruz. Çünkü Fatih Projesi’nin geçmişi daha fazla ve EBA, Fatih Projesi’nin bir parçası. İlk haline göre bir gelişim gösterdi şu an daha farklı bir noktada. Özellikle pandemi döneminde içeriği daha çok zenginleştirildi. Ancak nasıl ki iyi planlanmamış binanın içinin güzel olması onun herhangi bir riske karşı korunaklı olduğu anlamına gelmiyorsa EBA’da öyle. İlk yapılandırıldığında iyi planlanmış bir ara yüze sahip değildi.
Pandemi döneminde EBA’da yapılmaya çalışılan düzenlemeler ve değişiklikler uzaktan eğitiminin gerektirdiği bazı şeylere cevap vermekte eksik kaldı. Örneğin senkron, canlı derslerde. EBA bir portal. Bu portalın içinde öğrenci ve öğretmenlerin kullanacağı uzaktan eğitim materyalleri var. Bu anlamda EBA yeterli ama ihtiyacımız olan şey uzaktan eğitimi senkron olarak, canlı derslerle gerçekleştirmek. Biz bunu tek bir merkezden yapmaya çalışıyoruz hatalı olan şey bu.
“SORUN EBA’NIN ÇÖKMESİNDE DEĞİL, TEMELDE”
◼ Peki nasıl olmalı?
Öğretim programları nasıl ki öğretmenler tarafından uygulanıyorsa uzaktan eğitim de sınıf öğretmenleri tarafından senkronize eğitim araçlarıyla yapılmalı. EBA’nın çökmüş olması çok da bir şey ifade etmeyecek. Yani asıl sorun daha temelde. Öğretmenlerin kendi öğrencilerine uygun programları hazırlamaları gerekirdi. Teknolojik alt yapı ihtiyaçları hızla giderilmeli. Uzaktan eğitim fırsat eşitsizliği anlamında da dramatik bir şey çıkardı ortaya. Bir sürü öğrencinin internete, tablete, bilgisayara erişimi yok. Oysa Fatih Projesi kapsamında her çocuğun bir tableti olacaktı. Bu dönem için her çocuğun bilgisayara erişimi sağlanmalı, öğretmenlere ücretsiz internet desteği sağlanmalı, öğretmenler de kendi öğrencileri için senkronize dersler oluşturmalılar, okul temelli çözüm üretilmeli. Öğrencinin uzaktan hiç tanımadığı öğretmenden ders dinlemesi daha zor. Temel eğitim için özellikle onu bilen, tanıyan öğretmenden dinlemesi daha etkili. Okul bazlı bir çözüm üretilmeli. Bir araç ortaya kondu herkes bu araçtan yararlansın denildi ama ihtiyaca dönük bir araç değildi. Öğrenme kayıplarıyla ilgili tedirgin olmamız gereken bir durum.
◼ Eğitim İzleme Raporu’nu ve çözüm önerilerinizi Milli Eğitim Bakanlığı’na ulaştırdınız mı?
Eğitim Reformu Girişimi her yıl bu izleme raporlarını yayınlıyor. Eğitimi takip eden herkesle, kamuoyuyla paylaşılıyor. Raporda kullanılan istatistikler resmi bilgiler, bakanlığın sayfasında da yayınlanan veriler. Eğitimdeki uygulamaları basite indirgemeci yaklaşımlarla eleştirmemek gerekir. Ne yapılmış, konuyu geliştirmek ve çözüm üretmek için ne yapılmalı noktasında şeffaflık ve bilimsellikle hareket etmek gerekiyor. ‘Çocuğun iyi olma halini’ göz önünde bulundurmalıyız. Bu önemli bir kavram. Çocuğun bilişsel, duyuşsal, psikososyal olarak sağlıklı büyümesini destekleyecek her türlü eğitim ortamını sağlayabilmek sadece Milli Eğitim Bakanlığı’nın değil, eğitimcilerin, ebeveynlerin, herkesin derdi olmalı.
◼ Özel okullarda da çocukların uzun süre ekran karşısında kalması eleştirildi. Birtakım kararlar alınırken çocuğun iyi olma halini ıskalıyor muyuz?
Eğitim felsefemizin çarpıklığıyla ilgili bir durum. Bizim eğitim felsefemiz çocuğun iyi olma haliyle ilgili değil. Yani çocuğun sosyoekonomik durumu iyi de kötü de olsa çocuklar bu tür plansız durumlardan kötü etkileniyorlar. Çocuğun altı, yedi saat ekran karşısında tutulması, öğretmen tarafından soru sorularak etkileşim kurulmaya çalışılsa da çocuğun edilgen, dinleyici olarak ekrandan öğrenmesi pedagojik olarak da doğru değil. Bu yaş grupları için ekranın kısıtlı ve süreli olmasını tavsiye ederken çocukları ekranın karşısına monte ettik. Benim en büyük kaygım bu neslin özellikle küçük yaş grubunun ekranın karşısında zorla tutulması ve uzaktan eğitime erişememenin yarattığı dezavantajların çocuklar tarafından öğrenme ve eğitim kavramına yüklenmesi ve olumsuz tutum geliştirmeleri. Bunun önüne geçmeliyiz.
Okul çocukların sadece öğrenim gördükleri bir yer değil, onların kişiliklerini sergilemelerini, var olmalarını sağladığımız bir alan. Birçok çocuk kendi evinde kendisi gibi davranmıyorken okulda arkadaşları ve öğretmenleriyle kendi kişiliklerini ortaya koyabilecekleri için daha huzurlu ve mutlu hissediyor olabilir.
“SALGINLA BİRLİKTE EĞİTİM BİLİMİ KURULU OLUŞTURULMALIYDI”
◼ Okulların açılmasının gerektiğini düşünüyor musunuz?
Bir eğitim kurulu oluşturulmalıydı. Nasıl ki bir sağlık kurulu oluşturuldu, eğitim bilimciler de okulların tekrar nasıl açılabileceğine ilişkin tartışıp buna göre sonuca varabilirlerdi. Koskoca bir yaz tatili geçirdik. Belki bütün çocukları değil ama 1. sınıfları okula erken çağırabilirdik. Böylelikle en azından kalem tutma becerisi, temel yetkinliklerin kazandırılması gibi kritik kazanımları erkenden almalarını sağlayabilirdik. Grip mevsimi başlamadan hem öğretmenleri hem de arkadaşlarıyla fiziksel mesafeye uygun eğitim düzenlemeleri yapılabilirdi. Yetki ve sorumluluk okul müdürlerine verilebilirdi. Oluşturulan Eğitim Bilimi Kurulu bununla ilgili öneriler sunardı. Sadece EBA var demek yeterli değil. Ebeveynler de çocukların eğitimiyle ilgili endişeli ama okulların paydaşı değil. Herkes birbirine bakıyor, olan çocuklara oluyor.
◼ Raporunuzda uzaktan eğitimde sınıf içinde uygulanan müfredatın kullanıldığını, ancak bunun sadeleştirilmesi gerektiğine değiniyorsunuz. Ne yapılmalıydı?
Şu anda yürütülen program sınıf içi uygulamalara dönük kazanımların oluşturulduğu bir içeriğe sahip. İçerik, ölçme değerlendirme çalışmaları, uygulanan teknikler sınıf içinde yapılan eğitime yönelik, uzaktan eğitime uygun bir müfredat değil. Okulların öğretmen temelli çözümleri olsaydı zaten online eğitime uygun içerikler oluşturulabilirdi. Ancak online eğitimde olabildiğince etkileşim gerektiren içerikler olmalı. Sınıfta da bu böyledir, çocuklar etkileşime girip, bilgiyle ilgili merak duygusunun tetiklendiği, bazı konuları sorgulayabildikleri durumlar yaşarlarsa daha iyi öğrenirler. Başka türlü belirli konuları ezberler, sınavdan sonra da unuturlar. Daha üst beceriler kazanabilmeleri için sınıf içinde de uzaktan da olsa etkileşimli bir ortam sağlanmalı.
EBA’nın televizyondaki ilk yayınına Türkçe dersiyle başlanmıştı. Oysa çocukların psikolojik sağlıklarını artırmak üzere pandemi döneminde kendilerini nasıl koruyacaklar, evde neler yapabilecekler gibi beceriler kazandırılmalıydı. İhtiyaca yönelik bir eğitim içeriği oluşturulmalı. Çocukların ihtiyaç duyduğu şeyler öğretmiyoruz.
“EĞİTİM FELSEFEMİZİ SORGULAMALIYIZ”
◼ Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’na (PİSA) göre Türkiye’de özellikle fen ve matematik alanlarında verilen eğitimin niteliği artırılmalı. Ziya Selçuk’un sosyal medya üzerinden bir paylaşımı olmuştu. Bakan matematikle barışma çağrısında bulunmuştu. Ancak öğrenmeyi sevdirmek üzerine bir müfredatımız olmadığını söylüyorsunuz. Bu nasıl olacak?
Her şeyden önce mükemmel bir müfredat olsa bile uygun bir öğrenme ortamı, iyi bir sınıf ortamı yoksa yani psikososyal destek araçları dediğimiz spor salonları, müzik salonlarıyla desteklenmeyen bir eğitim yoksa dünyanın en iyi ortamı da olsa işlemez. Milli Eğitim Bakanlığı farklı programları uygulamaya çalıştı ama bilmemiz gereken şey şu; program bir araçtır. O araç ancak doğru ellerde doğru şekilde uygulanırsa işe yarar. Finlandiya’da işe yarayan bir programı burada uygulayamazsınız. O program oradaki öğrencilere ve o okul ortamına göre hazırlanmış bir program. Bizim eğitim felsefemizi sorgulamamız gerekiyor. Biz çocuklarımızı okula neden gönderiyoruz? Sınavlarda başarılı olsun diye mi yoksa 21. yüzyıla hazır bireyler olarak yetişmeleri için mi?
Raporda teknoloji okuryazarlığının gerekliliğine de yer veriliyor. Öğretmenlere bu eğitimler yeteri kadar veriliyor mu?
Öğretmenlerin ciddi formasyona ihtiyaçları var. Bilim teknoloji anlamında desteklenmeliler. Bilgisayar öğretim teknolojileri mezunu olan öğretmen adaylarının istihdamının artırılması gerekiyor. Son yıllarda az sayıda atamaları yapılıyor. Bu öğretmenler diğer branş derslerinin de teknolojik alt yapılarının oluşturulmasında yardımcı oluyorlardı. Pandemi sürecinde bu eksikliği gördük.
Duyma, görme engelli, disleksi olan çocuklar var. Bu süreçte engelli çocukların öğrenme kayıplarını konuşmadık. Raporda bu çocukların öğrenme kayıplarına ilişkin bilgi var mı?
Rapor kapsamında bazı derneklerin çalışmalarına yer verdik. Bu çocuklar diğer çocuklardan daha fazla kısıtlama hissettiler. Bireysel özelliklerinin getirdiği olumsuzlukların yanında uzaktan eğitim araçlarına ulaşamadılar. Uzaktan eğitimle ilgili bazı uygulamaları bakanlık geliştirdi ancak yine ihtiyaca yönelik değildi. Normalde desteklendiği takdirde okuma yazma öğrenebilecek disleksi olan bir öğrencinin desteklenmemesi durumunda ülkemize maliyeti çok daha fazla.

ÇOCUKLARIN İYİ OLMA HALİ NEDİR?

Çocuğun iyi olma hali, çocuğun yaşam kalitesini ve memnuniyetini ön plana alan ve belirlenmeye çalışılan temel göstergeler çerçevesinde yapabilirliklerini arttırmayı hedefleyen bir yaklaşımdır. Çocukların yaşam koşullarını belirleyen unsurları hem nesnel hem de öznel göstergeler eşliğinde bütünsel ve çok boyutlu bir yaklaşım içinden anlamayı hedefler. Çocuğun iyi olma hali yaklaşımı sağlık, maddi durum, eğitim, ev ve çevre koşulları, ilişkiler gibi farklı alanlarda çocuğun ‘iyi’ olmasını hedefleyerek, çocuğun refahına ve gelişmesine bütünsel olarak yaklaşır. 1990 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi çocukların iyi olma halini anlamaya yönelik normatif çerçeveyi çizmiştir. (Kaynak: www.unicef.org)
◼ Doç. Dr. Yelkin Diker Çoşkun kimdir?
Yelkin Diker Çoşkun lisans ve lisansüstü eğitimini Hacettepe Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü-Eğitim Programları ve Öğretim Anabilim Dalı’nda tamamladı. Ulusal ve uluslararası akademik dergilerde yayınlanan çok sayıda makalesi bulunan Doç. Dr. Yelkin Diker Çoşkun, halen Yeditepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı’nda görev yapıyor. Çoşkun, öğretim programlarının geliştirilmesi ve değerlendirilmesi, öğrencilerde akademik ve sosyal becerilerin geliştirilmesi, yaşam boyu öğrenme alanlarında çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi