Rant Ekonomisi ve son deprem

Son Güncellenme Tarihi: Şubat 15, 2023 / 08:35

Tarihimizin en büyük depremlerinden biri daha geride kaldı. Yaraları sarma süresi kuşkusuz tartışılabilir. Ülke nüfusunun yüzde 13,5 ini, GSMH’nin yüzde 8,9’unu oluşturan, 10 ilimizin bulunduğu bölgede çok önemli tarihsel varlıklarımızı da yitirdik.

Kaybettiklerimizin geri gelmesi olanaksız.

Depremin sismik değil, yapısal nedenleri üzerinde yeterince durulursa, ileride benzer tablolar ile karşılaşma olasılığının azalacağını söyleyebiliriz. Felaketi bu yönüyle sorgularsak, son sarsıntıların, yapıları, köyleri, mahalle ve kentleri yıkmakla kalmayacağını, AKP’nin 20 yılı aşkın İktidarını da çökertebileceğini düşünebiliriz.

Gölcük depreminden sonra söylenegeldiği gibi, “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”; bu varsayım ilk bakışta doğru. Ancak iktidara 1999 depremi ile gelen AKP’nin, yaşadığımız son depremin ardından, kendiliğinden gidebileceğini öne sürmek, depremin nedenleri ve çözümün hangi yöntemle aranacağına bağlı.

Sorunu; birkaç müteahhidin imar planları ve denetim mekanizmalarını aşarak, yol açtıkları yıkımdan ibaret sanmak yanıltıcı olabilir. Salt artan nüfus, kırsaldan kentlere göç ile açıklamak da öyle.

Bu kez yıkımlar ve bölgenin genişliği kadar, AKP’nin güç aldığı duyarlıkların da farklılaştığı anlaşılıyor. Seçmene sunulan; yerli otomobil, uçak, aya gidiş, ihracattaki artışta ulaşılan sanal başarılar, yıkıntılarda geleceklerini yitirenler açısından baktığımızda, Jules Verne’nin romanlarından öteye etki yapacağa benzemiyor.

Bölgedeki yayınlar, bu partiye güveninin azaldığını gösteriyor. Önümüzdeki dönemde yaşanması kaçınılmaz güçlüklerin de verilecek tepkileri arttıracağını fark etmek için kâhin olmaya gerek yok. Ancak çarpıklığın temel nedenlerini irdelemeden, yardımdaki gecikmeleri, enkaz altında soğuk ve açlığa terk edilen, bölge halkının bu acılardan çıkaracakları dersleri şimdiden kestirmek hiç kolay değil.

Gözlerden kaçan en önemli neden; Türkiye’nin üreten bir ekonomisinin bulunmayışıdır. Dış kaynakla büyütülen ve iç pazarını uluslararası sermayeye açan bu siyasal sistemin, ülkenin yaşam düzeyini yükselten, kalıcı başarılara ulaşamayacağı gerçeği bir kez daha anlaşıldı.

Ülkede rant ve kamu gücünün ardına saklanan yasadışı gelirlerden, beslenen bir düzenin geçerliliğini fark edenlerin sayıları kuşkusuz artıyordu. Ancak herkesin bildiği sırlar ülkesine dönüşen, Türkiye’de bu çarpıklığın üzerine yeterince gidilemiyordu.

Örnek verelim.

Uzmanlara göre, bölgede deprem olasılığı artıyordu. Yıkıcı ve büyük bir tehlike kapıdaydı. Bu süreçte neden yüksek katlı ve imar barışı ile denetim dışı yapılaşmaya izin verildiği sorusunun yanıtı, kuşkusuz kayıt dışından beslenen rant ekonomisini yönetenlerin kimliklerinde gizliydi.

Türkiye’de siyaset uzun yıllar boyunca bu düzeni değiştirmek yerine, hataları örtmeyi önceleyen bir anlayışla yürütüldü. Örtülü hedef; Başkent Ankara ile simgelenen iktidarı ele geçirmek ve olabildiğince tutmaktı.

Yönetimler;- dışa vurulmasa da- kamu gücüyle toplanan kaynakları kullanmayı amaçlıyorlardı.

Kamusal yetkilerin belirli çıkar gruplarının yararları doğrultusunda kullanılması, AKP ile başlayan ve yeni bir olgu değildi. Ancak son 20 yılda temel yönetim biçimine dönüşmesi ve sonuçta AKP’nin kimliğiyle özdeşleşmesi, imar afları dahil bir çok sorunu açıklar.

Geride bıraktığımız 21 içinde vergi oranları sürekli arttırılırken, kamu harcamaları üzerindeki ve TBMM’nin üç temel işlevinden biri olan denetimin zayıflatılması, Kamu İhale Yasasının ihale alan şirketlerin kar amaçlarına uygun biçimde sürekli değiştirilmesi, AKP’nin tanımıyla Yeni Türkiye’nin kurulma süreciydi.

Türkiye’de 80’li yılların sonlarına doğru palazlanan, büyük ölçüde kamu yatırımlarını üstlenen bir müteahhit grubu ülke ekonomisinin kaynaklarına kolayca egemen oldu.

“Yap-İşlet-Devret “projeleriyle piramidin en üstünde yer edinen bu kesimin dışında, son dönemde özellikle büyük kentlerde; nüfusun hızlı artışı yüzünden, -başta İstanbul- kalabalık yerleşim merkezlerinde konut talebi doğdu. Bu gelişme imar planlarında değişiklik için baskı yarattı. Yetersiz alt yapı ve verimli kent içi ulaşım ağları yapımı göz ardı edildi.

Benzer model yerel yönetimlerde de karşımıza çıktı. Başlarda yandaş şirketlere göre hazırlanan, piyasada “adrese teslim” olarak adlandırılan şartnameler, ihale alınırken düşük verilen fiyatlar, kısa sürede ek birtakım talepler yoluyla, kazanan müteahhitlere tanınan parasal ayrıcalıklar, kamuoyunda yeterince tepki görmedi.

Rant ekonomisi, gelir dağılımında adaletsizliği tırmandırırken, acil yardım konusunda Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana çalışan, kurumsal yapının dağıtılmasına neden oldu.

TSK, Kızılay ve yerel yönetimlerin hızla karar alacakları mekanizmalar yok edildi. İlk müdahalede yaşamsal önem taşıyan, yerinde ve acil karar verme yetkisi merkezileştirildi.

Ve sonunda rant ekonomisi, binlerce masum insanın toprağa gömülmesine yol açan bir felaketin en önemli etkeni oldu.

Bahattin Yücel (1949, Nazilli, Türkiye), Türk siyasetçi.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. Türkiye Seyahat Acenteları Birliği Yönetim Kurulu Başkanlığı, XIX. ve XX. Dönem İstanbul Milletvekilliği ile Turizm Bakanlığı yaptı. Evli ve iki çocuk babasıdır. Ayrıca Okan Üniversitesi Danışma Kurulu üyesidir.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top