Renklerimizi soldurdunuz

Son Güncellenme Tarihi: Ocak 22, 2022 / 12:57

Geçtiğimiz ay toplanan 20. Milli Eğitim Şûrası’nda 4-6 yaş grubu çocuklara din eğitimi verilmesini öngören bir tavsiye kararı kabul edildi.

Bilgisayara alıştıralım demediler. Arapça Kuran okusun dediler.
En büyük eksiğimiz buydu besbelli…
Eğitim uzmanları bu yaştaki çocuklara dini dersler verilmesinin pedagojik açıdan doğru olmadığının altını çiziyorlar. “Çocuklara yapılacak en büyük kötülük budur” diyorlar. “Bu tür eğitim alan çocuklar edilgen, sorgulamayan, neden-sonuç ilişkisi kuramayan bireyler olarak yetişiyor” diyorlar.
İktidarın amacı tam da bu değil mi?
Kimse sormamalı, sorgulamamalı, herkes güce biat etmeli…
4 yaşından itibaren din eğitimi verelim. Arkasından imam-hatip okullarında tornadan geçirelim. Tarikat yurtlarında boğazlarını sıkalım. Cemaat evlerinde beyinlerini yıkayalım. Tekkelerde badeleyelim. Medreselerde fenafillah mertebesine erişirler.
Sormanın, sorgulamanın, merak etmenin, araştırmanın, şüphe etmenin, akla yatmıyorsa itiraz etmenin teşvik edilmediği bir eğitim sistemi “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirebilir mi?
Bu nesillerden bilim insanı çıkar mı?
Araştırmacı çıkar mı?
Mucit çıkar mı?
Peki sanatçı çıkar mı?
Ressam çıkar mı mesela?
Heykeltıraş çıkar mı?
Müzisyen çıkar mı?
Piyanist? Orkestra şefi?
Ama “Çıkmazsa çıkmasın” değil mi? Çıkmasın zaten! Ne lüzum var.
Varsın sanat olmasın, müzik olmasın…
Zaten insan sıfatının resmini yapmak haram.
Heykel daha da haram.
Bale “belden aşağı”.
Tükürün içine gitsin.
Hayat doğumdan ölüme kadar dini kurallarla, yasaklarla, ayıplarla, “ne derlerle” tanzim edilen renksiz, neşesiz, yaşama sevinçsiz, asık suratlı bir süreçten ibaret olsun istiyorsunuz.
Gülmek, eğlenmek olmasın.
Hele kadınlar!
İnsan içinde yüksek sesle gülmesin.
Sokağa çıkmasın öyle gebe gebe.
Flört etmesin.
Erken yaşta evlendirilsin.
Öyle kızlı erkekli ortamlar olmasın.
Zaten kadın erkek eşitliği de fıtrata ters.
İnternet kısıtlansın.
Bütün dünyanın izlediği, izleyebildiği siteler yasaklansın. Sosyal medya kontrol altında olsun.
Aykırı fikirler yasaklansın.
Aykırı paylaşım yapan izlensin, yakalansın, hapse atılsın. Erişim engeli getirilsin.
Sokağa dökülmek mi? Zinhar olmasın. “Kovalansın!”
Kaliteye, iyiye, güzele düşmanlık edilsin. Bütün üniversiteleri Boğaziçi düzeyine çıkarmaya çalışmak yerine, o canım üniversitenin boğazına yapışılsın, o da çölleştirilsin.
Vatandaşın kulakları sabahtan akşama kadar kin, nefret söylemleriyle, hakaretlerle, tehditlerle doldurulsun.
Muhaliflik yapana “terörist” denilsin. “Hain” denilsin. “Sözde aydın” denilsin. “Sanatçı müsveddesi” denilsin. “Satılmış kalem” denilsin. Karakollarda, mahkemelerde süründürülsün sanatçılar, aydınlar.
“Türk’ün sillesini indiririz”. “Osmanlı’nın tokadını yerler”. “Çelik irademiz tepelerine balyoz gibi inecektir.” “Kaşlarının ortasından vururuz” denilsin dursun sabahtan akşama.
“Dilini kopartırız” çıktı en son…
Üyesi olduğumuz, yargı yetkisini kabul ettiğimiz ve bu sayede kendimizi bir hukuk devletinde yaşıyor addettiğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargılama yetkisi bir anayasal zorunluluk iken, mahkemenin kararlarına uyulmasın ve ülkemiz bir “haydut devlete” dönüştürülsün.
Bütün dünyanın tanıdığı ve saygı gösterdiği Osman Kavala gibi bir sivil aktivist kişisel bir kin nedeniyle 1500 küsur gündür tutukluyken, “dava arkadaşı” olarak bağırlarına bastıkları mafya liderleri baş tacı edilsin.
İktidarın “yeni ve konforlu cezaevleri” inşa etmekten başka bir vaadi kalmasın.
Anayasa Mahkemesi hemen kapatılsın.
Türk Tabipleri Birliği derhal kapatılsın.
HDP zaten kapatılsın.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı cuma namazını müteakip minbere çıkarak sanatçıyı tehdit etsin, hedef göstersin.
Sezen Aksu’nun dili kopartılsın.
Kur’an’ın cahil dediği Adem’e cahil dedi diye!
Öteki de “Serçeysen serçeliğini bil, kuzgunluğa heves etme” diye çemkirsin.
Sezen Aksu’yu kaçırırsınız bu ülkeden -ki imkanı vardır gider- Beykoz’da oturacağına, gider Beverly Hills’te oturur.
Giderse Türkiye kaybeder. Hepimiz kaybederiz.
Size de lanet okunur.
“Efendiler; hepiniz milletvekili olabilirsiniz. Bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatçı olamazsınız” dediydi Büyük Atatürk.
Bugün konumuz dil kopartma.
Bu ülkeyi çoraklaştırdınız. Çölleştirdiniz. Renklerini, çiçeklerini, kelebeklerini yok ettiniz. Taliban Afganistanı’na çevirdiniz Atatürk Türkiye’sini.
İşte bu nedenle göçüyor doktorlar, mühendisler yurt dışına…
Bu nedenle daha ortaokulda başlıyor gençlerimizin kaçma hayalleri…
Neşemizi yok ettiniz.
Yaşama sevincimizi yerle bir ettiniz.
Ümitlerimizi söndürdünüz.
Renklerimizi kararttınız.
Sinirlerimizi bozdunuz.
Hadi gidin artık.

Kaya Türkmen (d. 30 Eylül 1956, Brüksel), Türk diplomat.1974 yılı Saint Joseph Fransız Lisesi ve 1979 yılı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunudur. 2007-2010 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin Lizbon Büyükelçisi olarak görev yapmış, 2010 yılında Türkiye’nin KKTC Lefkoşe Büyükelçiliği görevine atanmıştır. Emekli Büyükelçi Doğan Türkmen’in oğlu, eski Hamburg Başkonsoloslarından Galip Evcen’in torunudur. KKTC halkı ve yönetimi ile Türkiye’nin karşılıklı anlayış ve güven ilişkisini daha ileri seviyelere taşımak için çabalarda bulunan Kaya Türkmen Şubat ayında Lefkoşa Büyükelçiliği görevinden ani bir şekilde alınarak merkeze atanmış ve bu durum KKTC halkı ve yönetimi tarafından üzüntüyle karşılanmıştır. Kasım 2011 – Eylül 2013 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı Avrupa Genel Müdürlüğü görevinde bulunmuştur. Eylül 2013 – Kasım 2017 tarihleri arasında Stokholm Büyükelçisi olarak görev yapmış ve merkeze dönerek kendi isteğiyle emekli olmuştur.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top