RENKLERLE AVRUPAYA BAKMAK ! ÜÇ RENK ÜÇLEMESİ: BEYAZ, KIRMIZI VE MAVİ

Kieslowski’nin “Üç Renk Üçlemesi”, gerek dünyanın içine sürüklendiği ekonomik, siyasal ve toplumsal krizin gerekse de insan hakları ve özgürlükler açısından dünyanın merkezini temsil ettiği varsayılan Avrupa özelinde yaşanmakta olan krizi; yaklaşık otuz yıl önce görebilen, tespit edebilen bir auteur yönetmenin usta işi hikaye anlatımı, Slawomir Idziak’ın görkemli sinematografisi  ve Zbigniew Preisner’in muhteşem film müziklerinden aldığı destekle anlatıyor.

Polonya sinemasının üç kare ası Andre Wajda, Roman Polanski ve Krzysztof Kieslowski olarak bilinir. Bu üç yaratıcı sinemacı, salt ulusal boyutta değil evrensel boyutlarda etkili olmuş  sanatçılardır.

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ VE İKİ KUTUPLU DÜNYA

2. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan soğuk savaş dönemi ve iki kutuplu dünyada, Polonya komünist  yönetimi ve üretim biçimiyle sosyalist blok içinde yer alan ülkelerden birisiyken; 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyet Blokunun dağılmasından sonra, Polonya’da 1990’larda komünizmin yerini liberalizm ve demokratik bir yönetim aldı. Bu süreç uzun tarihi boyunca çeşitli işgallere uğrayan ve varolma savaşı veren Polonya’nın, Batı kampına yanaşmasına ve süreç içinde 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi ülkelerden biri olmasıyla sonuçlandı.

Kapitalizm ilk büyük bunalımını başta 1930’larda Amerika yaşamış; bu süreçten ders çıkaran kapitalizm, takip eden yıllarda dünyayı büyük bir tüketim kültürünün içine sürüklemiştir. Bu süreç 2. Dünya Savaşı’yla insanoğlunun naifliğine zarar vermiş, aynı zamanda doğanın da tahrip edilmesine ve günümüzün ilkesiz ve insani değerlerini neredeyse kaybetmiş bir dünyanın ortaya çıkmasını hızlandırmıştır.

AVRUPA BİRLİĞİ BLOKU

Bu sürecin ipuçları belirdiğinde, özellikle Sovyetlerin dağılması sonrasında iki kutuplu dünyada tek kutup haline gelen ve süper güç olan Amerika ile birlikte, kökleri Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET-1957) ile  atılan ve Avrupa ülkelerinin siyasi ve ekonomik bir örgütlenmesi olan günümüzde 27 ülkeden oluşan yeni bir blok, Avrupa Birliği kuruldu ve oyuna bir denge getirilmek istendi. AB üyesi ülkelerin aralarındaki sınırlar kalktı ve çoğunlukla tek para birimini, Avro’yu (Euro) benimsediler. Bu süreçte genelde batı kampının (kapitalist blok) yeni, sosyalist blokun eski üyeleri, kırılgan ekonomileriyle de beklediklerini tam olarak bulamadılar; Avrupa’nın güçlü ülkelerinin metaforik anlamda “fahişeleri” oldular.

Sinema bulunuşu sonrasında 2. Dünya Savaşı’na kadar, Sovyet Gerçekçiliği, Dışavurumcu Alman Sineması ve Fransız Şairane Gerçekçiliği dışında, büyük ve derinlikli sanatlar arasında yer alabileceğini henüz ispat etmemişti. Bir sanat olarak eğlenceyi önceleyen sinema, 1950’lerle birlikte derinlikli ve büyük sanatlar olan resim, müzik ve edebiyatın arasına katıldı; düşünceyi görüntünün dili yaptı... Bu sürecin motoru temelde Avrupa sineması, özellikle İtalyan ve Fransız sinemaları olmuştur.

ÜÇ RENK ÜÇLEMESİ

Sanat yaşamı anlatır. Sinema sanatı, yaşamı aslına en yakın şekliyle gerçekmiş gibi yeniden ürettiği için, diğer sanat dalları arasında kitlesel bir ilgiye de mazhar olmuştur. Çağdaş sinemanın en büyük ustalarından birisi kabul edilen Polonya’lı yönetmen Krzysztof Kieslowski, bu özetlediğimiz sürece Üç Renk Üçlemesi: “Üç Renk Mavi” (1993), “Üç Renk Beyaz” (1994) ve “Üç Renk Kırmızı” (1994) filmleri aracılığıyla etkili görsel düşünme yolları açmıştır.

Bu filmler isimlerini ve esin kaynaklarını kökleri Fransız İhtilali’ne kadar giden, Fransız bayrağının renklerinden almıştır. Beyaz eşitliği, kırmızı kardeşliği ve mavi özgürlüğü temsil eder. Üç filme de ağırlıklı oranda Fransa ev sahipliği yapar. “Üç Renk Üçlemesi” bu aralar internet ortamında etkili sinema sanatı örneklerini barındıran içerik platformu MUBI ekranlarında gösteriliyor.

KİESLOWSKİ MODERN ZAMANLARIN EN İYİ İKİNCİ YÖNETMENİ

Krzysztof Kieslowski, British Film Institute tarafından yayınlanan “Sight&Sound” dergisi tarafından  modern zamanların “En İyi On Yönetmeni” listesinde Martin Scorsese’nin ardından ikinci sırayı alan önemli bir yönetmendir (Sight&Sound | Modern Times, 6.06.2012). Kieslowski’nin, “Öldürme Üzerine Kısa Bir Film”  (1988), “Aşk Üzerine Kısa Bir Film” (1988) ve “Veronique’in İkili Yaşamı” (1991) gibi filmleri de dikkati çekmiştir.

Kieslowski, soğuk savaş döneminde sosyalist blok içinde olan ülkesi Polonya’nın, yaklaşık elli yılına tanıklık eden ve sosyalist blokun yıkılması sonrasında “özgür dünyanın yanılsamasını” da yaşamış; duyarlı ve derinlikli sinematografik anlatımıyla, sinema tarihine imzasına atan büyük bir yönetmendir. 2016 yılında Erasmus dersi vermek için bulunduğum Polonya’nın Lodz şehrinde, Kieslowski’nin mezun olduğu Polonya Film Enstitüsü’nün kütüphanesinde mezuniyet tezini ve fotoğraflarından oluşan bir sergiyi de görme fırsatını bulmuştum.

Kieslowski’nin Üç Renk Üçlemesi, gerek dünyanın içine sürüklendiği ekonomik, siyasal ve toplumsal krizin gerekse de insan hakları ve özgürlükler açısından dünyanın merkezini temsil ettiği varsayılan Avrupa özelinde yaşanmakta olan krizi; yaklaşık otuz yıl önce gören, tespit eden bir auteur yönetmenin usta işi hikaye anlatımıyla, Slawomir Idziak’ın görkemli sinematografisi  ve Zbigniew Preisner’in muhteşem film müzikleriyle yansıtıyor.

İlk film Üç Renk Mavi, kendisi de müzisyen olan Julie’nin (Juliet Binoche) önemli  besteci eşi Patrice de Courcy  (Hugues Quester) ile küçük kızını bir trafik kazasında kaybetmesi sonrasında, yaşama tutunma mücadelesi üzerine yoğunlaşır. Genç kadın bu süreci atlatmakta zorlanıp intihar teşebbüsünde bulunsa da, kocasının ölümü öncesinde Avrupa Birliği’nin kuruluş kutlaması için üzerinde çalıştığı ve yarım kalan bestesini tamamlar. Filmin isminin temsil ettiği renk bağlamında özgürlüğe gönderme yapan film, burjuva toplum yapısındaki özgürlük kıstaslarını ve onun temsiliyetlerini felsefi bir görsellik içinde yansıtır.

Üç Renk Beyaz, Fransız karısı Dominique (Julie Deply) aracılığıyla oturma izni ve vatandaşlık almaya çalışırken genç ve güzel karısı tarafından terk edilen Romen vatandaşı Karol’un (Zbigniew Zamachowski), ülkesine geri dönmek zorunda kaldıktan sonra, zengin olup kendisine kötü davranan karısından intikam almasının öyküsünü anlatır. “Eşitlik” bağlamında göndermeler içeren bu film, eşit vatandaşlık olgusunun evlilik aracılığıyla elde edilmesinde evliliği bir metafor olarak kullanıp, AB çatısı altında bir araya gelen, bir bakıma nikah kıyan Avrupa’nın farklı uluslarının farklı dinamiklerinin yarattığı eşitsizliğe de dikkati çekiyor... Polonya’da komünizmin çökmesini sevinçle karşılayan Kieslowski’nin, liberalizm görüntüsü altındaki kapitalizmin gerçek yüzüyle karşılaşmasının yarattığı memnuniyetsizliğe ilişkin de göndermeler içeriyor.

ÜÇLEMENİN EN İYİ FİLMİ “KIRMIZI”

Üçlemenin son halkası ve genelde eleştirmenler tarafından serinin en iyisi olarak kabul edilen “Üç Renk Kırmızı” ise, İsveç’li öğrenci ve model Valentine (Irene Jacob) ile emekli bir yargıç (Jean-Louis Trintignant) arasında oluşan tesadüfi bir arkadaşlığı anlatır. Film ulaşılamayan, yitirilen, kader gibi insan yaşamı üzerinde etkisi olan kavramlara göndermeler içerir. Valentine, Londra’da yaşayan sevgilisi Michel ile bir araya gelemezken, yargıcın Valentine ile karşılaşmasına neden olan kader, yargıcın bilinçaltında kırk yıl önce Valentine gibi biriyle karşılaşsa yaşamının bütünüyle farklı olabileceğini düşündürtürken; Valentin’in karşı sokağında oturan ve bir türlü yolları kesişmeyen genç yargıç Auguste ise, emekli yargıcın yaşamını geri dönüşe gerek kalmadan izleten bir izdüşümüdür sanki... İkisi de sevdikleri insanlar tarafından aldatılmıştır.  Yargıç erken emekli olmuş, sinik bir adama dönüşmüş, Valentine ise bir türlü buluşamadığı sevgilisi Michel’i görmek için feribotla İngiltere’ye giderken, feribot batmış ve tesadüfen gemide bulunan Auguste ile kazadan kurtulmuştur.

Üç Renk Üçlemesinden ise, Mavi’nin etkili finalinde Patrice de Courcy’nin AB kuruluş yıldönümü için yaptığı ve karısı Julie’nin tamamladığı bestede koronun sözleriyle seyirciye atılan derin, düşünsel çizikler kalır: “Diller yokoldu, bilgi kayboldu. Geriye iman, umut, sevgi kaldı. En güçlüleri ise sevgiydi”...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bülent Vardar Arşivi