Ritmik olarak zıpla zıpla zıpla: Heyamo!

An Vokal topluluğu, kadın imecesiyle özdeşleşen Laz türküsü ‘Heyamo’yu çok sesli düzenlemesiyle yeniden seslendirdi. Sabahları neşe içinde işlerine giden kadınları anlatan ve birçok farklı yerden farklı iş kollarından emekçi kadınların yer aldığı videosuyla dikkat çeken şarkı ‘ritmik olarak zıplamak’ için ideal!

Kadınların yaşadıkları için “Yeter!” ünlemli haykırış artık yetmiyor. Nokta! Erkeklik, delikanlılık, namus gibi saçma sapan ‘kelimeler’i referans alan birileri (buraya bir avuç yazmak isterdim ancak maalesef çok fazlalar) kadınları birer birer bu dünyadan siliyor. Her gün gazetelerde, sosyal medyada insanlıktan aciz yaratıkların kadınları katletmesini, yerlerde sürüklemesini, çocuklarının yanında tekme tokat dövmesini okuyoruz, izliyoruz. “Höt” deseniz kaçacak yer bulmak için topukları bir taraflarına vura vura arkalarına bile bakmadan uzayan bu tipler, dünyayı kadınlar için cehenneme çevirmek için uğraşıyorlar.

Bu aklı evvellerin düştükleri en büyük yanılgı, onlar öyle davranınca, vurunca, kırınca kadınlar susacak, ‘kadınlığını bilecek’. Öyle olmuyor işte o işler beyler! Sizin ağzınızdan akan vahşet simgesi salyalarınız var. Kadınların ise gerçek gücü! Onların sanatı var, emeği var, yaşam sevgisi var, mücadelesi var. İşte elimizdeki son örnek: An Vokal.

Topluluk sabah kırlarda, çayırlarda el ele, omuz omuza işlerine giden kadınların dudaklarından neşeyle dökülen bir Laz türküsü. ‘Heyamo’nun bu şarkıya uygun çok da güzel bir klipleri var. Birçok farklı yerden birçok farklı iş kolundan emekçi kadınlar dünyada değil kâinatta da var olduklarını haykırırcasına gülümsüyorlar kameraya.  

Birsen Sığınak, Didem Çimen, Elif Kozan (solist), Gonca Karakuş Soya, Gülşah Gülebakan, Güneş Ertaş Polat, Hüseyin Recepoğlu, İrem Kefeli Ünalan, Kerem Demirkaya, Nurevşan Kırçiçek, Özgür Akbaba, Selim Temiz ve Seyran Kurtuluş Öztürk’ten oluşan An Vokal, topluluğun hikayesini ve hayata bakışını anlattı.

Bize de ‘Heyamo’yu dinlerken ‘ritmik olarak zıplamak’ kaldı!

Hikâyeyi başa almak istiyorum. An Vokal’in kuruluş hikayesini anlatır mısınız?

An Vokal 2019’da kuruldu ama aslında çok daha uzun birçok sesli vokal serüveninin durağı. Haluk Polat’ın 1996 yılında kurduğu Ychorus vokal topluluğunun birikimini zenginleştirerek yola devam ediyoruz. Topluluğumuz birlikte müzik yapmaktan, müziği en iyi şekilde sunabilmek üzerine kafa yorup emek harcamaktan keyif alan, farklı yaşlardan ve geçmişlerden gelen vokalistlerden oluşuyor. Üstelik çoğumuzun asıl mesleği müzik değil! Anadolu’dan Balkanlar’a ve Ortadoğu’ya uzanan bu coğrafyanın halk şarkılarını çok sesli olarak yorumluyoruz ve dinleyicimizle buluşturuyoruz.

An Vokal’in yola çıkış amacı neydi?

Bu toprakların çok renkli, çok dilli kültürünü ve yaşanmışlıklarını çok sesli müziğimizle dinleyiciyle buluşturmak ve farklı bir bakış açısıyla gelecek kuşaklara taşımak için bu yola çıktık. Üstünde yaşadığımız coğrafyanın öykülerini anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Kültürümüze ait halk şarkılarını müzik direktörümüz Haluk Polat’ın çok sesli düzenlemeleriyle uluslararası bir kimlik katarak farklı bir kulvara taşıyoruz.

“Müziğimiz tanıdık, ama aynı zamanda beklenmedik”

“Bu toprakların çok renkli ve dilli kültürünü, çok sesli müzik penceresinden yorumlamak, bu toprakların öykülerini anlamak, anlatmak ve gelecek kuşaklara farklı bir bakış açısıyla taşımak,” istediğinizi söylüyorsunuz. Bu dileğiniz ne derece gerçekleşti?

Repertuarımız farklı bölgelere ait, farklı dillerde şarkıları barındırıyor. Her bir eserin kendi hikayesi, acısı, özlemi, sevinci var. Yola çıkış amaçlarımızdan biri, söylediğimiz şarkıları Anadolu’da yaşayan halkla buluşturmak, şarkıların yaşanmışlıklarını dinleyici ile birlikte hissetmekti.  Pandemi öncesinde Antalya’dan Sinop’a, Ürgüp’e, İstanbul’dan İzmir’e çeşitli şehirlerde sahne alıp müziğimizi dinleyici ile paylaşma imkânı bulduk. Ne mutlu bize ki, her konserden sonra dinleyiciden çok olumlu yorumlar aldık. Müziğimizi, konserlerimizi “tanıdık, ama aynı zamanda beklenmedik” olarak tanımlıyorlar. Yapmaya çalıştığımız şey bildiğimiz şarkıları, türküleri bambaşka bir formda aktarıp duygusunu güçlendirmek ve yeni bir tat kazandırmak; bunun karşılık bulduğunu görmek bize mutluluk veriyor. Pandemi koşullarında konserlere ara versek de her ay bir single yayımlayarak ve sosyal medya hesaplarımızı aktif tutarak dinleyicilerimizle iletişimimizi sürdürdük. Şimdi de sırada baharı karşılaşacağımız, hareketli, beş ses olarak seslendirdiğimiz bir Arnavut halk şarkısı var, ‘Jarnana’. Şimdilik uzaktan müziğimizi paylaşsak da en kısa zamanda yeniden sahnede olmayı iple çekiyoruz.

Yukarıda yapmak istediğinizi belirttiğiniz şeyi yapan birçok farklı grup var. An Vokal’i onlardan ayıran ne?

Türkiye’de çok sesli müzik yapan çok değerli korolar ve topluluklar var. Biz kendimize “vokal topluluğu” diyoruz, çünkü vokalist sayımız bir koroya kıyasla oldukça düşük, bu da her bir vokalistin müziğe kimliğini katması anlamına geliyor. Müziğimizde enstrümanların kullanımı da bizi ayrıştırıyor; hem single’larımızda hem sahne performanslarımızda çeşitli enstrümanlarla müziğimize çeşitlilik katıyoruz. Bir başka farkımız da bu bilindik halk şarkılarını müzik direktörümüz Haluk Polat’ın özgün düzenlemeleriyle seslendirmemiz. Böylelikle kendi yolculuğumuzu ve hikayemizi dinleyiciye anlatma fırsatı buluyoruz. Sahne performanslarında da dinleyiciye yeni anlamlar kattığımız şarkıların hikayesini anlatıyor, anı paylaşıyor ve anlatılan acıyı hüznü, sevinci coşkuyu birlikte yaşamaya çalışıyoruz.

“Çok dilliliği, çok kültürlülüğü yansıtmaya çalışıyoruz”

Heyamo bir Laz türküsü. Klibinde de birçok farklı iş kolundan kadınlar rol alıyor. Ancak burada yıllardır bir paradoksun yattığını düşünüyorum. Bir tarafta Heyamo’daki kadınlar diğer tarafta maalesef artık “Yeter!” demenin çok yetersiz kaldığı kadına şiddet. Aynı şey katledilen Hrant Dink’i anmak için söylediğiniz ‘Sareri Hovin Mernem’ şarkısı için de geçerli. “Keşke kadınlar hak ettiği değeri görse, ‘farklılıklarımız zenginliğimizdir’ düsturumu benimsesek, böyle şeyler olmasa ve bu tür şarkılara gerek kalmasa,” dediğiniz oluyor mu?

Elbette! Hem ülkemizde hem dünyada yaşanan gelişmeleri, içinde bulunduğumuz koşulları yakından takip eden ve dert edinen bir topluluğuz. Sizin de belirttiğiniz gibi, söylediğimiz şarkılarda da bu durumun yansımaları var. Biraz da dinleyicimizle dertleşmek için, içimizi acıtanları ete kemiğe büründürüp bir çıkış yolu aramak için bu şarkıları seçiyoruz. Keşke eşitlik, adalet, özgürlük ve barış yaşama hâkim olsa da bunlara özlem duyan şarkıları söylemeye gerek kalmasa. Biz şarkılarımızı söylemeye, derdimizi anlatmaya ve paylaşmaya devam edeceğiz. Önümüzdeki ay da ‘Sarı Gelin’i buluşturacağız dinleyiciyle iki dilli olarak. Başka bir acının şarkı olup dillenmiş haliyle…

Ezilenden, hor görülenden, katledilenden yanasınız. Bu konular hep tehlikeli görüldü Türkiye’de. Geçmişten günümüze siz de dahil birçok sanatçı bu konulara yer verdi. Baktığımızda elimizde ne kalıyor? Neden hâlâ bunları tartışıyoruz?

Evet bizim bir derdimiz var ve müziğimizi bu eksende şekillendiriyoruz. Biz elimizden geldiği kadar müziğimizde çok dilliliği ve kültürlülüğü yansıtmaya çalışıyoruz. Bu topraklarda yaşamış olan bütün kültürlerin müziğini söylemek, acılarını paylaşmak ve elimizden geldiğince hikayesini anlatmak istiyoruz. Acılar ortak acılarımız. Türkiye’de yaşananlar tüm dünyada yaşananların da uzağında değil. Sanat yoluyla hak mücadelesinde bulunmak dünyanın yer yerinde var olan bir durum. Bizim de yaptığımız bu aslında: ortak acıları sanatla paylaşmak, mücadeleye şarkılarımızla destek olmak. Umudumuzu kaybetmeden, barış için şarkılar söylemek tüm bu zulmü ve cinayetleri kınamanın en önemli yolu bizce. O yüzden, hep söylediğimiz gibi, biz bu topraklarda barış ve adalet gelene kadar şarkılarımızı söylemeyi sürdüreceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi