Ritüellerini Yitiren Dünya

Aynılık cehennemi yaratan küreselleşme ve bireyin arzularını, isteklerini cilalayan, egoyu öne çıkaran neoliberal düşünce “Biz”i yaratan ritüelleri ve nezaketi yavaş yavaş toplum yaşamından silmekte, geriye tüm çıplaklığıyla ve aval bakışlarıyla safi “Ben” kalmaktadır.

                Kendimizi güvende hissederiz evimizde. Dışarıdaki dünyanın yoran, yıpratan hırçınlığına, acımasızlığına karşın bu engin gezegende bir sığınaktır bizim için. Bu duyguyu en iyi Fransız filozof ve yazar Gaston Bachelard ifade etmiştir:

            “Ev insanı gökten inen fırtınalara karşı koruduğu gibi, yaşamdaki fırtınalara karşı da ayakta tutar. Ev hem beden hem de ruhtur. İnsan varlığının ilk dünyasıdır. Aceleci metafiziklerin vazettiği gibi insan ‘dünyaya fırlatılmış’ bir varlık olmaktan önce, evin beşiğine yatırılmış bir varlıktır...Yaşam güzel başlar; evin kucağında kapalı, korunmuş, ılık mı ılık”

•  •  •

                Ev hem fiziksel bir mekan olarak hem de ruhumuzu sığdırabileceğimiz bir sığınak olarak sarar bizi. Orada beğenilerimizden, isteklerimizden ve gündelik rutinlerimizden bir mikro kozmos yaratır, kendimizi ifade edebileceğimiz bir alan açarız medenileştiğinde daha da vahşileşen bu cangılda.

                Bizi yansıtıyordur evimiz. Onunla ancak biz olmuştur. Kendi düzenimizi var etmişizdir. Rutinlerle, ritüellerle şekillendirdiğimiz bir düzen. Bardaklar şuradadır, şeker kabı burada. Sözlük kitaplığın üçüncü rafında, yazlıklar bazanın altında, kışlık botlar ayakkabılığın üstündedir. Çorapların yerini, kablo dolu kutunun nerede olduğunu bilmek farkında bile olmadığımız bir güven duygusu verir. Hayatımızda ihtiyaç duyduğumuz istikrarın bir kısmı o kapının ardındadır. 

•  •  •

                İnsan fırlatıldığı bu gezegende en çok güven duygusunu arar. Dünya o duygunun yüzü suyu hürmetine dönmektedir zira. Evin verdiği güven duygusunun benzerini dahil olduğumuz toplulukta buluruz çoğu zaman. “Ben”i kuvvetlendirmek gerekir evet. Ayakları üzerinde durabilmeli, “Ben”, “Ben varım!” diyebilmelidir. Ancak geriye dönüp baktığında da bir “Biz”in parçası olduğunu bildiğinde “Ben” daha güçlü olacaktır.

•  •  •

                “Ben”e asıl gücünü kazandıran “Biz”le kurduğu bağlardan biri de yüzyıllar içinde imbikten çekilerek gelen ritüellerdir. Birey ya da gruplarla ilgili bazı değerlerin, uygun zamanlarda, sembolik ve aşağı-yukarı değişmeyen ardışık davranış biçimleri ile tekrarlanması olarak tanımlanıyor ritüeller.1 Standartlaşan ve tekrar kazanan ritüeller zaman içerisinde bireysellikten grup bilincine ulaşmayı, bilgi aktarımını ve geçmişle bugün arasında bir bağ kurmayı sağlıyorlar.

•  •  •

                Genel kabule göre ritüeller geçiş/giriş ritüelleri, takvimsel ritüeller ve bunalım/kriz dönemi ritüelleri şeklinde gruplandırılmıştır. Bir statüden başka bir statüye geçişi kapsayan geçiş/giriş ritüelleri doğum, evlilik, ölüm ve üyeliğe kabul gibi durumları içerir. Takvimsel ritüellere ise genellikle mevsimlerin başında ya da sonunda yapılan merasimleri içerir. 21 Mart’ta kutlanan nevruz gibi. Toplum yaşamında kriz etkisi yaratan hastalık, kıtlık, yangın, sel, deprem gibi durumlarda ise kriz ritüellerinin izlerine rastlanır. Yağmur duası bir kriz ritüelidir örneğin.

•  •  •

                Toplumsal bağlılığı ve grup bilincini arttıran ritüeller zamanın tezgahında dokunmuş ve süreç içerisinde olgunluğa erişerek anlamını ve değerini bulmuştur. Böylece içinde yaşadığı, dahil olduğu grup içerisinde bireye güven duygusu vererek onu kimlik bunalımından ve yabancılaşma duygusundan ari tutmaya çalışır.  Süreklilik hissi sağlayan ritüeller böylece birey için bir kimlik oluşturma aracı haline gelmiştir.

•  •  •

                Hayatımızda varolan kimi “aynılık”ları seviyoruz. Bize güven veriyorlar. Tıpkı evimizde, kendi yarattığımız o mikro kozmosta kurduğumuz düzenin verdiği güven gibi dahil olduğumuz topluluğun tarihsel süreçten geçerek bugüne ulaşan ritüelleri yaşamımıza istikrar sağlayan unsurlar oluyor. Oysa üretim-tüketim döngüsünde hareket eden çarklar coşkun deveranı ile her şeyi bozuyor, sığlaştırıp içini boşaltıyor. Toplumsal yaşama incelik, nezaket ve diğerkamlık kazandıran ritüellerin üretim-tüketime odaklı bir dünyada ayakta kalması giderek daha zor hale gelmektedir. Teknoloji ve modernite toplumların kendi yeni ritüellerini yaratmasını sağlasa da bu ritüellerin boş ve rutinleşmeye başlayan katı çehresi insanları yeterince mutlu etmemektedir (Karahan,2010).

•  •  •

                “Biz”den “Ben”e geçişi arzulayan ve destekleyen neoliberal sistem toplumu atomize hale getirmekte, bireyi cilalayıp parlatarak zaman içerisinde oluşan bağları birer birer koparmaktadır. “Biz” diyen bir topluluğun tüketiminde kolektif ihtiyaçlar önceliklendirilirken atomize edilen, bireylere indirgenen toplumda bireylerin arzu ve istekleri önceliklendirilecek, ortaya çıkan manzara o manzarayı yaratanların yüzünü daha çok güldürecektir. Ritüeller çerçevesinde şeyler tüketilmez veya harcanmazlar sadece kullanılırlar. Akıllı telefonların bu denli tutulmasının sebebi de tüketime açık halleridir üzerinde düşünme ihtiyacı hissetmeden yumuşacık tüketme…

•  •  •

                “Ritüellerin Yok Oluşuna Dair” kitabında Byung-Chul Han bu duruma şu ifadelerle dikkat çeker:                          “Neoliberal rejim ahlakı sömürmektedir. Otantiklik, kendine özgürlük süsü verdiği anda tahakküm tamamlanmakta ve yetkinleşmektedir… İnsan kendisini gerçekleştirdiği inancı içinde gönüllü olarak kendini sömürmektedir… Otantiklik zorlaması narsistik bir içe-bakışa insanın sürekli kendi psikolojisi ile uğraşmasına yol açmaktadır.”

                Böyle atomize edilmiş, egolara teslim edilmiş bir dünyada ritüeller elbetteki anlamını yitirmeye başlayacak, yaşama “ego” camlarının ardından bakan bireyler için boş ve anlamsız gelecektir. Bu ayıklamaktan ziyade tümden bir tasviye süreci haline geldiğindeyse bireyin yaşamında anlam yitimi fırtınaları yaşanacak, nezaket gibi değerler bu fırtınada savrulup dağılacaktır. Nezaketten bahsetmişken sözü burada bir kez daha Han’a verelim:

                “Kapitalizm arzu ekonomisine dayanmaktadır. Dolayısıyla ritüelleşmiş toplumla bağdaşmaz. Ritüelleşmiş biçimin yoğunluğu, varlığını bambaşka bir haz biçimi üreten kural tutkusuna borçludur…Nezaket saf bir biçimdir…Nezaket, ritüelleşmiş bir biçim olarak yürekten, güçlü istekten, arzudan yoksundur. Ahlaktan ziyade sanattır.”

•  •  •

                Aynılık cehennemi yaratan küreselleşme ve bireyin arzularını, isteklerini cilalayan, egoyu öne çıkaran neoliberal düşünce “Biz”i yaratan ritüelleri ve nezaketi yavaş yavaş toplum yaşamından silmekte, geriye tüm çıplaklığıyla ve aval bakışlarıyla safi “Ben” kalmaktadır.

•  •  •

                Toronto Üniversitesi öğretim görevlisi ve araştırma psikoloğu olan Nick Hobson’a göre tahmin yapabilen (kesin olan) bir beyin , insanın kendini güvende ve mutlu hissetmesini sağlıyor. Tahmin edemeyen (belirsiz olan) bir beyin ise, insanı tehdit altında ve endişeli hissettiriyor. Buna göre beyin her şeyi önceden tahmin edemez, çünkü her an ihtiyacı olan tüm bilgileri toplaması imkansızdır. Bu durumda da belirsizlik ve kaygı kaçınılmaz hale gelir. Böylesi bir dünyada ritüeller doğası gereği düzensiz ve kaotik olan bir dünyaya düzen ve yapı getirirler. Ritüeller, bizi belirsiz olayların saldırısından koruyan etkili bir kalkandır.

•  •  •

                Elimize tutuşturulan teknolojik aletlerin, yaratılan konforlu mekanların, ışıltılı hayatların karşılığında elimizden alınan/çalınan ve bizi “Biz” yapan değerlerden biridir sadece ritüeller.

1Ritüellerin Toplumsal Etkileri, Kasım Karahan, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2010

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi