“Roboski Katliamı devletin bütün üst kademesinin bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir”

CHP Ankara Milletvekili Levent Gök’ün yazdığı, İmge Kitabevi’nden çıkan ‘Roboski Uludere’nin Gözyaşları’ kitabı, 28 Aralık 2011 yılında Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyünde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bombalaması sonucu yaşamını yitiren 34 yurttaşın katliamının nasıl adım adım geldiğini resmi belgelere dayanarak anlatıyor. Levent Gök, Roboski Katliam için, “Genelkurmayı’ndan başlayarak MİT’i, Milli Güvenlik Kurulu’na kadar uzanan iktidarın da içinde olduğu bir silsile içerisinde devletin bütün üst kademesinin bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir,” diyor.

Ben kitabın sonunda yer verdiğiniz annelerin mektuplarından başlamak istiyorum. Çünkü bölgede bütün bu yaşananların ve hâlâ yaşanmakta olanların kökeninin o mektuplarda olduğu düşüncesindeyim. Özellikle de Şirvan Encü’nün mektubu. Kendilerine “yaşamak” için iki seçenek bırakıldığını söylüyor Encü. Buradan gitmek ya da kalmak. Gidemiyorlar çünkü Türkçe bilmiyorlar. Türkçe bilmiyorlar çünkü devlet okul yapmamış. Belki okul olsa öğretmeni olmayacak. Kalsalar tarım yok, hayvancılık yok ve bölge tampon bölge yapılmış. 50 lira için, bir cep telefonu almak için, mühendis olmak için ölümle yan yana yürüyorlar. Buradan başlayalım mı? Neler söylemek istersiniz?

Roboski’de bu katliam gerçekleştikten sonra ailelerin en büyük arzu ve istekleri adaletten pay almak. Bir devletin ayakta kalması ve uzun soluklu bir devlet olabilmesi devletin bütün hak ve imkanlarından her yurttaşın eşit şartlarda ve eşit oranlarda pay almasına bağlıdır. Bu ailelere zamanın başbakanı tarafından, “Karanlık dehlizlerde kalmayacak,” sözü verildi ve aileler de sabırla beklediler. Ama adaletin de gelmediğini gördüler. Dolayısıyla tam da sizin başta belirttiğiniz gibi aileler şu düşünceler: Biz bu bölgede böylesine bir olay yaşanmış ve 34 kişi ölmüşken buna rağmen herhangi bir adli mekanizma işlemiyorsa demek ki biz eşit yurttaşlar statüsünde değiliz. Demek ki biz kimliğimizden dolayı dışlanıyoruz. Ve ciddi bir duygusal kopuş yaşıyorlar. Bir adalet gelmezse ve siz bunu gerçekleştiremezseniz yurttaşlarınızla devlet eliyle duygusal kopuşa kendiniz yol açıyorsunuz. Bu son derece ciddi ve üzücü bir tablo. Doğal olarak aileler de kendi kimliklerinden dolayı adaletin gelmediği düşüncesini her yıl artarak devam ettiriyorlar.

Bir de burada yaşayan aileler 90’lı yıllarda devletin boşalttığı köylere yerleşenlerin akrabaları değil mi?

Akrabalar, evet. Çok zor bir coğrafyada yaşıyorlar. Tamamen dağlık, sarp bir arazi. Tarım yapmaya uygun bir toprak parçası yok. Ticaret zaten söz konusu değil. Yegane bildikleri iş, devletin de haberinin olduğu bu sınır ticareti, kaçakçılık. Çok zorlu koşullarda yapıyorlar bu işi. Beni burada en derinden etkileyen olaylardan bir tanesi Roboski olayından sonra kamuoyunda ölenlerin kimliklerine dair bilgi paylaşımlar tatminkâr şekilde yapılamadı. Ölenlerin PKK sanki bağlantısı olabileceği tarzında bir algı bugün de ülkemizin birçok yerinde hakimdir. Bu anlayış hemen ilk başta yerleştirildi. Bu anlayışı kırmak da mümkün değil. Vahim olan diğer tarafı da ölenlerin çocuk yaşta olmaları. Ölenler çocuk. Ben bunu anlatmaya çalışıyorum.

Kitap fikri nasıl ortaya çıktı ve 11 yıl beklemenizin nedeni neydi? Nasıl bir araştırma sürecinden geçtiniz?

Olay gerçekleştikten sonra bir iki yıl adli süreç, savcılığın olayı araştırması, meclisteki komisyon devam etti. Bu bir iki yıl bir yargı aşamasına geçilebilir mi beklentisi içinde geçti. Benim öyle bir beklentim yoktu ama sonuçta savcının elinde bir dosya vardı ve takipsizlik kararı verilerek kapatıldı. Sonra ben bu aileleri hem anma günlerinde hem de başka zamanlarda ziyaret ettim. Bu aileler halen yas tutuyorlar. Ağlama ve yas devam ediyor. Her Perşembe günü çocuklarının mezarlarını ziyaret ediyorlar. Aradan zaman geçti. Ben bunu birçok televizyon kanalında anlattım. Ama kamuoyu ilgisi tam da iktidarın arzu ettiği gibi giderek azalmaya başladı. Artık olayın unutturulma safhasına geldiğine gördüm. Olayın yıl dönümü de dahil birkaç televizyon ve gazete dışında haber olmamaya başladı. Ana akım medya görmüyor bunu. Aşağı yukarı iki buçuk yıl öncesinden itibaren de gelen telkinler ve tavsiyeler üzerine bir şeyleri kaleme almaya başladım. Kendimi asla bir yazar olarak görmüyorum. Ben bu olayda, bildiğim ve kamuoyuyla defalarca paylaştığım hususları derli toplu bir biçimde tarihe not düşmeye not çalıştım. Sanıyorum bu çerçevede yazılmış ilk kitap da diyebiliriz buna. Çünkü verdiğim bilgi ve belgelere başka yerlerde rastlamadım. Aşağı yukarı on klasörlük belge ve bilgi var bende konuda. Biz bu kitabın okunmasını istiyoruz. Olayın ana hatlarını, çocukların kimliği, köyün konumu, hava harekatının süreci ki kitaptaki en önemli yerlerden bir tanesi. MİT’in kendisini işin dışında tutmasına rağmen suçüstü yakalanma halleri var. Güvenlik Kurulu’na kadar giden bir olayı inceliyoruz. Devletin de yurttaşlarımızla yüzleşmesini temenni ediyorum burada. Önümüzdeki yıllarda da Roboski’de ne olduğunu öğrenmek isteyenlerin başvuracakları bir kitap olmasını arzu ettim.

“MİT’ten gelen üst düzey bir yetkilinin defalarca söylemesi üzerine bu karar alındı”

Roboski Katliamı’nda, aslında çok da yabancı olmadığımız devlet için bir 'paslaşma’ görüyoruz. İstihbarat konusu, İHA’lar, Pentagon’un Predatörler’in istihbarat getirdiğini kabul etmesi var, Wall Street Journal’ın yalanlanmayan haberi… Ama sanıyorum en önemlisi MİT’in olaydan 12 saat sonra haberinin olduğunu bildirmesi. Bu nasıl açıklanabilir sizce?

Türkiye’nin en önemli istihbarat kurumunun böyle bir yazıyı göndermiş olması kurumu da baştan başa sorgulatır hale getirir. Bu sorunuzun da cevabını İdris Naim Şahin üç yıl sonra verdi. “O zaman işin doğası gereği yalanlanmıştır,” dedi. Çünkü o zaman askerleri, MİT’çileri halkla karşı karşıya getirmemek tarzında bir yol izlediler. Ama İdris Naim Şahin üç yıl sonra Meclis’te kalktı, bunları söyledi.

Ne oldu peki söyleyince?

İdris Naim Şahin’e kimse cevap veremedi. Zaten bu sözleri basında da çok yer almadı. Kendisi o zaman milletvekili de olmadığı için kamuoyu yeni gibi görebilir. Belki de o söylediklerini bu kitap sayesinde öğrenecek. Tabii MİT’in durumu son derece ilginç. İlk bombanın atıldığı 21.39’dan diyor ki, “Ben olayı ertesi gün saat dokuzda öğrendim.” MİT doğru söylemedi o zaman bize. Bu belge kesinlikle doğru bir belge değildir. MİT şunu da kabul edebilir: Eğer on iki saat sonra öğrendim diyorsa o zaman bu MİT ülkede güvenlik istihbaratı sağlayacak bir kurum olmaktan çıkar. Çünkü dört bomba atıldı biliyorsunuz. Dördüncü bomba 22.24’te atıldı. 23.00’te Uludere kaymakamı Şırnak valisin arıyor. 23.00’te valilik tarafından verilen emirle Şırnak’ta bir kriz masası kuruluyor. Son bomba atılmadan bir dakika önce bir arkadaşımız, “Bu gelenler bizimdir,” diyerek askeri yetkililere ulaşıyor. Üçüncüsü aileler dağa tırmanıyorlar. O anda çok uzun sürmeden hemen öğreniliyor. Yaralılar geliyor katır sırtarında. Öyle bir ortamda aileler yaralılarla hastaneye gidiyorlar. Ayrıca birkaç tane haber ajansı da bu olayı geçiyor. MİT bir kere bu yazısıyla kendisini sabıkalı hale getirmiştir. Olay günü, Milli Güvenlik Kurulu’nun olduğu günden bir önce MİT’in yine istihbarat bilgisi var. MİT’in cevap veremeyeceği sorular var. İdris Naim Şahin’in anlattıkları Milli Güvenlik Kurulu'nda yaşananlardır. Çünkü Necdet Özel o anda Genel Kurmay Başkanı. Genelkurmay İkinci Başkanı Hulusi Akar da, İstihbarat Daire Başkanı, şu anki Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler bu hava harekatı kararını birlikte alıp, sınır ötesi harekat olduğu için de Necdet Özel’e bildirmek durumundaydılar. Necdet Özel’i aradıkları zaman da kendisi Milli Güvenlik Kurumu’nda toplantı halindeydi. İdris Naim Şahin açıklamalarında yine söylüyor: “MİT’ten gelen üst düzey bir yetkilinin defalarca söylemesi üzerine bu karar alındı,” diyerek neyin ne olduğunu da ortaya koyuyor. İdris Naim Şahin’in bu sözleri de şimdiye dek hiçbir yerde yalanlanmadı.

Kitabınızda dönemin siyasi isimlerinin yer verdiğiniz açıklamalarının hiçbirinde, “Burada ölen 34 kişi sivil yurttaşımızdı,” denmiyor. Dönemin başbakanını Recep Tayyip Erdoğan, “hep sivil, sivil sivil” denmesini, bir “akıl muayensine” benzettiğini söylüyor mesela. Bunu ifade etmek, kabullenmek bu kadar zor mu?

Kitabımdaki ana temalardan bir tanesi devletin bütün kademesinin karar birliği içerisindeki yetersiz sorumluluğundan kaynaklanıyor. Kritik karar şuydu Burak Bey: İnsanın hava araçlarıyla izlenen grubun kaçakçı kimliği biliniyordu. Bunda bir tereddüt yok. Ama içlerine Fehman Hüseyin’in karıştığı varsayılıyordu. Eğer bu kaçakçılar içinde Fehman Hüseyin vurulursa kamuoyu diğer ölen grubun kaçakçı kimliğini düşünmez, mazur görür. “Vuralım!” Bu çok sakıncalı bir karardı. Bu grup dört parça halinde geliyor. Bu grup eğer teröriste içerde yakalanmaları zaten söz konusuydu. Mülkiye Müfettişi buna çark etmiştir. Bunlar top atışlarına rağmen kaçmıyorlar. Bu bir teröristin göstereceği refleks değil. Dolayısıyla karar süreçlerinde çok ciddi yanılmalar, değerlendirme hataları var. Ama kritik karar da bu grubun kaçakçı kimliğinin bilinmesidir. Fehman Hüseyin’in bu gruba karıştığı farz edilerek kamuoyunun da bunu haklı bulacağı gerekçesi ile alınmış bir karardır. Fehman Hüseyin neden önemli siyaset ve asker açısından? Yine kitapta belirttim. Fehman Hüseyin o zamanlarda TSK’ya karşı çok ağır kayıplar verdirtmiş bir isimdir. Onun yakalanması hem PKK’nın askeri kanadının çökmesi anlamına gelebileceği gibi siyasal iktidar açısından da Abdullah Öcalan’ın yakalanmasına benzer bir siyasi kat sayı sağlayacaktır. Herkes Fehman Hüseyin’in ele geçirilmesi istemiştir ama bu gerçekleşmemiştir. Sizin az önce ifade ettiğiniz, Recep Tayyio Erdoğan’ın “hep sivil, sivil, sivil” sözcükleri olayı unutturmaya, karartmaya çalıştıklarının çok açık bir belirtisidir, göstergesidir. Komisyonda AKP’li vekillerin yazmaya çalıştığı raporda da olaydan sonra orada bir iki PKK’lının kaçtığına dair ibareler kullanmışlardır. Halbuki o kişiler çocuklarını aramaya giden ailelerdir. ASELSAN raporunda bu ortaya çıkmıştır. Bunun arkasına sığınarak ellerindeki medya gücüyle kamuoyuna o algıyı yerleştirmeye çalışmışlardır. Öldürülen kişilerin kamuoyunda yaratacağı travmayı önlemek adına, kendilerini kurtarmak adına bir algı operasyonunu başından beri istisnasız sürdürmüşlerdir.

Türkiye’de devletin adının geçtiği, ‘faili belli’ ‘faili meçhul’ olaylarda her zaman devletin son basamağına gelip orada asılı kalıyoruz. Sadece Roboski olayıyla değil şu ana kadar yaşanmış bütün benzer katliamları göz önüne aldığımızda Türkiye Cumhuriyeti bir dehliz ülkesi olmaktan ne zaman çıkacak?

Bu iktidarın zamanında mümkün değil bu. Bu iktidarın anlayışı ve olaylara bakışı bu. Dolayısıyla bu iktidardan bir an önce kurtulduğumuz zaman diyelim. Yapılacak seçimden sonra biz bu olayları Türkiye’nin gündeminden çıkartırız. Çünkü bu ülkede iktidar güvenilirliğini kaybetmiştir. Bu olaylar karşısında gösterdiği reflekslerinde, tavırlarında ve özellikle kendi oluşturdukları yargı mekanizmalarının gücüyle bu olayları kapatmaya çalışıyorlar. Yargı ellerinde, bürokrasi ellerinde, meclisin çoğunluğu ellerinde. İlk seçimde bu mekanizmalar süratle değişecektir ve bütün bunların her biri ortaya çıkartılacaktır. Çünkü bir toplum ve devlet bu olaylarla yüzleşmezse, kapalı kapılar arında bilinmeyenler, sırlar kalırsa zaten o ülkede yaşayanlar kendilerini güvende hissedemezler. Bunlarla hesaplaşmak, yüzleşmek ve gereğini yapmak gerekir. Roboski’deki aileler iki ay sonra bu olayın on birinci yıldönümü olacak. On bir yıldır üzeri kapatılmış, üzerinde konuşulmasının adeta sansürlendiği bir süreçten geçiyoruz. Ama 34 tane parçalanmış beden var ortada. Ben bütün yurttaşlarımızın kendilerini o annelerin babaların yerine koymalarını isterim. O insanlar hâlâ ağlıyor. O yüzden kitabın adı Uludere’nin Gözyaşları. Yas dinmedi. Herkesin empati yapması gerekir.

Son olarak toparladığımızda Roboski katliamının, devletin en yüksek yetkililerinin durumdan haberdar olmasına rağmen gerçekleştiğini söyleyebiliyor musunuz?   

Evet. Ben kitabımda açıkça yazdım zaten. Genelkurmayı’ndan başlayarak MİT’i, Milli Güvenlik Kurulu’na kadar uzanan iktidarın da içinde olduğu bir silsile içerisinde devletin bütün üst kademesinin bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi