Rosenbergler’den Tarkan’a günah keçisinin tarihi üzerine

Seçilecek bir kişi, olay, olgu ya da topluluğun varlığı, arzu ettiğine ulaşamayanlar için nedenleri sorgulamakta hep bir örtü görevi görmüştür. Böylece sorunun temeline inmeden yapılacak acil müdahaleler birey ve halk nezdinde vicdanların rahatlatılmasını sağlayacak, derin düşünme, çözüm arama gibi üst düzey bilişsel faaliyetler (!) için çaba harcamak zorunda kalınmayacaktır. Şov kaldığı yerden devam edecek, insanlar alıştıkları enjekte edilmiş mutlu yaşamlarına devam edebileceklerdir.

Bazı filmler vardır hani. Zihninizin bir köşesinde yer ederler. Üstleri tozlansa bile kimi zaman bir yolculukta, kimi zaman bir dost sohbetinde, sahne sahne düşüverir aklınıza. Senaryosundan, yönetmenine, oyuncularından müziğine kadar kolektif bir başarının sonucudur bu.

Feride Çiçekoğlu’nun senaryosunu yazdığı, Tunç Başaran’ın yönetmenliğini yaptığı Uçurtmayı Vurmasınlar benim için işte bu tarz filmlerden biri. 1989 yapımı filmin büyük kısmı Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevinde gerçekleştirilmiş. 26. Altın Portakal Film Festivali’nden dört ödülle dönen bu başarılı yapım, annesi cezaevine düşen küçük Barış’ın dünyasını anlatıyor. Dört duvar arasına sıkıştırılmış bir çocukluğu onunla yaşıyoruz Barış’la. Umudu, özgürlüğü, hayal kurmayı, masmavi gökyüzünü… İnsan olmayı, insan kalabilmeyi görüyoruz sahne sahne… Ve bir sahnede Barış bize insanoğlunun varolduğu günden bu yana kullandığı bir arka kapıyı gösteriyor.

Yatağına kaçırdığı için “Ne bu rezillik yine!” diye söylenmeye başlanan annenin öfkesine karşı minik Barış kendisini savunmaya çalışıyor ve “Ben işemedim ki!” diyor. Annesinin “Kim işedi peki?” sorusu üzerine Barış donunun üstündeki fare resmini gösterip  “Miki işedi.” diyiveriyor. Çocukça bir masumiyetle içine düştüğü bu zor durumdan sıyrılmaya çalışan Barış kendisinden önce yaşamış milyarlarca insandan farklı bir şey yapmıyor aslında. Pek çoğumuz gibi o da kendine bir günah keçisi arıyor. Bakışları başka yöne çevirmesini sağlayacak.

Tek fark, onunki daha masum.

Pharmakos

Oysa insanlık tarihi kendisine bir günah keçisi arayan, bulan insanlarla ve toplumlarla dolu. Yazar Charlie Campbell’a göre “Günah Keçisi” teriminin kökeni Yahudi inancındaki bir ritüele dayanıyor. Buna göre Kefaret günü seçilen iki keçiden biri İsrail’i affetmesi için tanrı Yehova’ya kurban edilir, parçaları uzakta bir yerde yakılırdı. İkinci keçi ise yeraltı tanrısı olan Azazel’e adanır; bu keçiye İsrailoğulları’nın tüm günahları yüklenir ve çöle gönderilirdi. Keçinin boynuzuna bağlanan kırmızı püskülün rengi solana kadar geçen süre içinde tüm günahların affedildiğine inanılırdı. Benzer bir ritüel eski Yunan’da da vardı. Ancak bu kez günahların yüklendiği varlık bir hayvan değil kanlı canlı insandı. Hem de bir kadın bir erkek olmak üzere iki kişi. “Pharmakos” olarak adlandırılan bu insanlar genelde toplumdan dışlanmış kişilerdi. Halkın vergileriyle beslenirler,  şehir bir saldırıya uğrar yahut bir felaket yaşanırsa bu seçilmişler (!) güzelce giydirilir, şehirde dolaştırılır daha sonra şehrin dışında ya taşlanarak ya da uçurumdan aşağı atılarak öldürülürdü. Böylece şehir halkının günahlarından kurtulduğu yahut kurtuluşa ereceğine inanılırdı.

Antik Roma’dan Anadolu’ya, Tibet’ten Paskalya yerlilerine kadar insanlar ve toplumlar daima kendilerine bir günah keçisi yaratmada maharetli olmuşlardır.

Seçilecek bir kişi, olay, olgu ya da topluluğun varlığı, arzu ettiğine ulaşamayanlar için nedenleri sorgulamakta hep bir örtü görevi görmüştür. Böylece sorunun temeline inmeden yapılacak acil müdahaleler birey ve halk nezdinde vicdanların rahatlatılmasını sağlayacak, derin düşünme, çözüm arama gibi üst düzey bilişsel faaliyetler (!) için çaba harcamak zorunda kalınmayacaktır. Şov kaldığı yerden devam edecek, insanlar alıştıkları enjekte edilmiş mutlu yaşamlarına devam edebileceklerdir.

William Holman Hunt: The Scapegoat, 1854.

Bu arayış tıpkı donundaki Miki figürünü suçlayan küçük Barış gibi çocukluğumuzdan gelir yerleşir dünyamıza. Masaya başını çarpan çocuğun ebeveyni koşar gelir ve cezalandırıverir masayı. Çocuğunun canını yanmıştır. Sorun çocuğun yahut ebeveynin dikkatsizliği değil masanın orada olmasındadır çünkü. Sahi o saatte bir başına ne arıyordur masa orada? Şaplağı yemişse de hak etmiştir değil mi? Zira o bir günah keçisidir artık.     

Okul süreci başladığında da başka başka günah keçileri girer çocuğun yaşamına. Her evde zeki ama çalışmayan bir çocuğun bulunduğu bu kadim coğrafyada çocuğun başarısızlıkları ya hocanın takmasındandır ya da arkadaş çevresinin bozukluğundan. Askerde komutan, işte patron, evde eş, yolda Güneş sürekli sorun yaratıyordur. Birey aslında doğrudur da şartlar onu eğiyordur çoğunca.

Tarih kitapları da kendisi iyi ama çevresi kötü olan liderlerle doludur mesela. Onca acının, sıkıntının yaşanması liderin duyarsızlığından ziyade ona yanlış bilgi aktaran astlarının kötülüğündendir. Zaten pek çok liderin günah keçisi yaratmada pek bir maharetli olduğunu da görürüz azıcık sayfalar arasında dolandığımızda.

“Liderlik sanatı kitlelerin dikkatini tek bir düşmana odaklamaya ve hiçbir şeyin bu dikkati dağıtmasına izin vermemeye bağlıdır.“ diyen Adolf Hitler izlenecek yolun güzergâhını tarif etmiştir hali hazırda.  

Züğürt Ağa ve Şıh

Günah keçisi seçmek bir arka kapı aralamaktır. Cereyan yaratır böylece. Toplumda ya da bireyde oluşacak basıncı hafifletir. Gazını alır bir nevi. Şener Şen’in şaheser niteliğindeki Züğürt Ağa filminde de benzer bir yola tevessül eder köyün şıhı. Yağmur duasına çıkılmış ancak beklenen yağmur gelmemiştir. Şıh kendisine yöneltilen suçlamaları savuşturmak için cemaatteki olası abdestsizleri suçlar. Onlar yüzünden kabul olmamıştır dualar. Yoksa şıh kusursuzdur.

İnsanlık geçmişi grotesk bir tiyatroyu anımsatır şekilde günah keçisi seçilen canlılar ve nesnelerle doludur. Kimi zaman bir böcek, kimi zaman bir ceset, kimi zaman da bir kilise çanıdır günah keçisi seçilen. Bazen McCarthy döneminde komünizm tehdidine karşı bir gövde gösterisinin kurbanı seçilen Rosenberg çifti olarak düşer önümüze, bazen de Mao dönemi Çin’inde tarlalara zarar verdiğine inanıldığı için katledilen onbinlerce serçe olarak.

Bu haftanın günah keçisi koltuğuna uzun bir aradan sonra tekrar Tarkan oturmuş olarak görünüyor. Sezen Aksu tartışmalarının reyting irtifa kaybına uğradığı bir dönemde Tarkan’ın parçası ilaç gibi geldi kimi çevrelere.

Kapı aralandı. Cereyan yaratıldı. Basınç azaltılacak şimdi.

Zira kişilere odaklanmak sistemdeki bozukluğa karşı insanları kör ve sağır kılıyor böylece.

Kaynak: Günah Keçisi -Başkalarını Suçlamanın Tarihi-, Charlie Campbell, İthaki Yayınları, Çeviren: Gizem Kastamonulu

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi