Rotterdam’dan Altındağ’a

Son Güncellenme Tarihi: Ağustos 13, 2021 / 14:48

Ankara’nın Altındağ Mahallesinde yaşananların daha fazla tırmanmadan bitmesi tek dileğim. AKP yönetiminin ‘olmayan’ göçmen politikası, endişe veriyor. Birkaç sene içinde 6 milyon Suriyeli göçmen ve ardından hiçbir sınır tanımayan kontrolsüz Afgan göçü, ‘infial’ yaratmaya başladı.
Ülkenin ‘demografisi’ bir anda değişti. Her gün toplu taşıma ile seyahat eden ben, çevremde neredeyse Türkçe konuşan kişiye rastlamaz oldum.
Sağlık, eğitim ve sosyal alanda herhangi bir ‘göçmen’ politikası olmayan, AB’den gelen mali destekle bu konuyu tamamen ‘sivil toplum kuruluşlarına’ devreden Türkiye’nin bu durumu, ülkeye gelen yabancılar açısından da içler acısı… Hem Suriyeli ve Afganlar, hem de bu ülkenin vatandaşları mutsuz. Ve Altındağ’da yaşandığı gibi istenmeyen bazı sonuçlar yaratmaya başladı.
Avrupa’daki Türkler
Tamamen organize, kontrollü ve planlı olmasına rağmen Türklerin Avrupa’ya gittiği ilk yıllarda da ‘endişe verici’ olaylar yaşanmış, Türkler özellikle 1972’de Hollandalıların hedefi haline gelmişti. Halbuki Hollanda’ya o yıllarda Türkler, ülkeler arasında yapılan ikili anlaşmalar sonrasında gitmişlerdi. Hem de davul zurna eşiliğinde yapılan karşılama törenleriyle… Anlaşmalar, Türkler’in geleceğini garanti altına alıyordu. Ama Hollanda halkı bunu kabullenemedi. İşlerini elinden alan toplum olarak gördü.
1972 yılında Rotterdam’da ve 1976 yılında da hemen yakındaki Schiedam’da, Türk evlerine ve işyerlerine saldırıların yapıldığı acı olaylar yaşandı. Türklerin otomobilleri alevler içindeydi. Evlerine ve dükkanlarına taşlar yağıyordu.
Ülkenin dört bir yanından gençler, örgütlü bir şekilde Rotterdam’a gittiler. Ve tam bir hafta saldırılar devam etti.
25 Mayıs 1993’te Solingen’de yaşanan katliam ise hiç unutulmadı, unutulmayacak.
Nasıl tartışmalı?
Göçmenlik konusunu, ırkçılık ya da hoşgörü sentezinde tartışmak, konuyu bu alana hapsetmek, çözüm üretmeyi engelleyen bir durum. Yabancı, soru işaretleriyle dolu “şüpheli” bir varlık olarak görülüyor. Yabancı ilk başta, tehdit ve “öteki” olarak algılanır. Yerleşik yabancı, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak ‘uyum’ politikaları oluşturulmadıkça ve yabancıların buna uyumu sağlanmadıkça ülkenin alışkanlıklarını yıkma niyetinde ve çabasında olan düşman bir güçle eş anlam kazanır. Bu kişilerin, istismarcılar tarafından ucuz ve sosyal haklardan mahrum iş gücü haline dönüştürülmesi, sosyal haklar ve düzgün maaş talep eden yerli halkın iş alanını tehdit eder durum yaratır. Sermaye ve esnaf için ‘sığınmacı’ emeği ballı börektir.
Göçmenliği bir tehdit olarak güvenlik sorununa indirgeyen ırkçı yaklaşıma karşı liberal yaklaşım, göçmenliğin bir statü olarak hak temelli biçimde tanınmasını savunuyor. Sorunun çözümünü burada görüyor. Ama bu yaklaşım da sorunu kronik hale getiriyor. Göçmenlik hali, göçmenlerin ikinci sınıf, alt statü, hatta en alt statü halini meşrulaştırıyor. Ayrımcı bakışı yumuşatarak kalıcılaştırıyor.
İşte bu nedenle, 10 yıldan beri ‘göçmen merkezi’ haline dönüşen Türkiye’de ‘kalıcı’ ve uyumu sağlayıcı bir göçmen politikası oluşturmak, sığınmacıların ülkelerinin ‘güvenli alan’ haline dönüşmesine katkı vermek ve dönüşlerini sağlamak, kalanlar için ise eğitim, sosyal ve kültürel destekler vererek yeni vatanlarına uyumlarını kolaylaştırmak gerekiyor. Hiçbir ülke, bir anda 6 milyon ‘sığınmacı’ ile baş edemez. Bunun parayla sağlanacağını düşünmek ise abesle iştigaldir ve bu durum hem bu ülkenin vatandaşlarını hem de bu ülkeye ‘sığınmacı’ olarak gelenleri mutsuz eder.
İşte Altındağ’daki olaylar bu mutsuzluğun en belirgin işaretidir.
Tedirgin olmamak mümkün değil.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top