Saba Melikesi Belkıs - II

Belkıs konusunda bu türden bir gözden düşürme en azından Batı sanatında görülmez, büyük olasılıkla Süleyman’la yaşadığı ilişki sayesinde; onu kötülemek bir yerde -Musevi ve Hıristiyanlar için yarı peygamber sayılan- Süleyman’ı da zayıf bir kişilik olarak göstermek olur çünkü

Geçen hafta Saba Melikesi Belkıs öyküsünün kanonik sürümünü anlatmıştık. Bu, bazı farklılarla ve Belkıs’ın adını vermeden, Eski Ahit ve Kuran’da da geçen bir söylence; sözlü anlatımlarıysa daha ilginç. Örneğin kimilerinde Belkıs’ın bir peri kızıyla bir cinin aşkından doğduğu, hatta bacaklarının tüylerle kaplı ve ayaklarının da toynaklı olduğu anlatılır. Derler ki Süleyman bu söylentinin doğruluğunu anlamak için önceden saray avlusunu altından sular akan cam bir döşemeyle kaplatır ve suya süs balıkları koydurur. Belkıs saraya ilk geldiğinde sudan geçeceğini zannederek eteklerini kaldırır, böylece bacaklarının tüysüz olduğu görülür (kimilerinde bir bacağının tüylerle kaplı olduğu söylenir).

Süleyman  Oğlu Menelik

Ancak bu öykülerdeki daha ilgi çekici bölüm Belkıs’la Süleyman’ın ilişkisi aslında. Bunlara göre Süleyman Belkıs’ı çok beğenir ve kalması için aklını çelmeye çalışır. Süleyman’ın niyetini sezen Belkıs gönülsüzlük gösterince Süleyman, “Sen bana ait olan bir şeyi almadığın sürece ben de sana yaklaşmayacağım” diyerek söz verir. Ancak bir gece yarısı Belkıs’ın uykudan su içmek için kalktığı bir sırada Süleyman onu görür, içtiği suyun ona ait olduğunu ve o yüzden ettiği yeminin hükümsüz kaldığını söyleyerek aklını çeler. O geceyi birlikte geçirirler. Sonraki günlerde Süleyman ne kadar üstelese de Belkıs ülkesinden çok uzun süre ayrı kaldığını söyler ve Saba’ya geri döner. Ancak, Süleyman’dan hamiledir, ülkesine döndüğünde bir oğlan dünyaya getirir. Menelik adı konulan oğlan Museviliğe uygun olarak yetiştirilir.

Menelik yirmili yaşlarında Kudüs’e gider ve ilk kez babasıyla tanışır; Süleyman’ın, İsrail’de kalması ve kendinden sonra ülkeyi yönetmesi ısrarını nazikçe geri çevirir ve ülkesine geri dönmeyi arzu ettiğini söyler. Kral’ın, ülkesini Tevrat’a uygun biçimde yönetebilmesi için yanına kattığı çok sayıda din adamı ve askerle birlikte Saba’ya döner ve “Solomon” (Süleyman) Hanedanı’nın ilk kralı olur. Süleyman ayrıca ünlü “Ahit Sandığı”nı() da armağan olarak Menelik’e verir(1).

Saba Ülkesi’nin, bugünkü Afrika Boynuzu ülkeleri yani Etiyopya, Eritre ve Somali ile karşı kıyıdaki Yemen’in kıyı bölgesini kapsadığı düşünülüyor; eski kaynaklarda ülkenin en önemli gelir kaynağı olarak günlük reçinesi ve mürrüsafinin(2) sayılması da bu kanıyı destekliyor, çünkü eski çağlarda ilaç ya da dini törenlerde tütsü olarak kullanılan bu değerli reçineler çoklukla sözü edilen bölgede yetişmekteydi.

Marib Seddi

M.Ö. 8. yüzyıldan M.S. 3. yüzyıla dek bölgenin en güçlü ve zengin devleti olan Saba, Romalılarca Arabia Felix (Mutlu Arabistan) olarak adlandırılırdı. Bunun nedeni, Güney Arabistan’dan Mısır ve Doğu Akdeniz’e(3) uzanan “Baharat Yolu”nun getirdiği zenginlik olmalı. İlginç olan, ülkenin çeşitli antik kaynaklarda “Yeşil Saba” olarak da geçmesidir. Belli ki o zamanlar, bugün dağlık bölgeleri dışında pek az yağmur alan ülkenin yağış rejimi daha farklıdır, ülke daha yeşil ve verimlidir. Yağış kadar önemlisi, Sabalıların sudan yararlanmayı iyi bilmeleridir.

M.Ö. 8. yüzyılda, ülkenin başkenti olduğu düşünülen antik Marib kenti yakınında inşa edilen Marib Seddi, 15 metre yüksekliği ve 650 metreyi bulan genişliğiyle bugünün ölçülerine göre bile devasa bir barajdır. M.Ö. 145’te(4), komşularıyla yıllar süren bir savaş yüzünden her yıl yapılması gereken onarımların yapılamaması nedeniyle yıkılan baraj, bölge halklarının belleğinde o denli yer etmiştir ki, Kuran’da bile - bu kez Tanrı’nın verdiği bir ceza olarak- kendine yer bulur, “’Rabbinizin verdiği rızıktan yiyiniz, ona şükrediniz. Güzel bir beldeniz, çok bağışlayıcı bir rabbiniz var’ denildi. Fakat onlar yüz çevirdiler. Bu sebeple üzerlerine Arim selini gönderdik ve o iki bahçelerini buruk yemişli, acı ılgınlı, içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki (verimsiz) bahçe haline getirdik(5)”. Barajın yıkılmasının etkileri o denli yıkıcıdır ki, neredeyse bütün bölge halkı daha kuzeye göç etmek zorunda kalmıştır.

Yeniden  Belkıs’a dönersek, gerçekten yaşayıp yaşamadığı kesin olarak bilinmiyor ancak Güney Arabistan’ın küçük kabile-devletlerinde başka kadın hükümdarların da görülmüş olması onun gerçek bir kişi olma olasılığını arttırıyor. Belki de bu tür söylencelerde çok görüldüğü gibi, gerçekten yaşamış birden fazla kişinin ve farklı olayların birleştirildiği karma bir karakter Belkıs.

Süleyman Hanedanı

Kudüs ziyaretinden sonra Belkıs’a ne olduğu pek anlatılmıyor söylencelerde, ancak oğlu Menelik ve soyunun öyküsünden Etiyopya’nın “Kebra Nagast” (Kralların Görkemi) yazmalarında sıkça söz ediliyor. Orada yazılanlara göre, Kudüs’ten kucağında bebeğiyle Etiyopya’daki Aksum(6) kentine dönen Belkıs, oğlu Menelik büyüyünce tahtını ona devreder. Menelik’le birlikte başlayan “Süleyman Hanedanı”, araya Zagwe Hanedanı’nın hüküm sürdüğü uzun zaman dilimleri  girse de, 1974’te o zamanki Başkan Haile Selassie’nin askeri bir darbe ile yönetimden uzaklaştırılmasına dek sürer. Bu da “Süleyman Hanedanı”nı tarihte görülen en eski ve en uzun ömürlü hanedanlar arasına sokuyor.

[Musevilik, hanedanın ilk kuşakları tarafından benimsenmiş olsa da Etiyopya’da geniş bir yaygınlık kazanamaz. M.S. 330 yılında devlet dini olarak kabul edilen(7) Hıristiyanlık, o zamandan bu yana ülkedeki en yaygın dindir(8). Ülke nüfusu içindeki oranları gitgide azalan Etiyopya Yahudileri, 1977’de İsrail’in -uzun iç tartışmalar sonunda- çıkardığı bir yasa sayesinde İsrail’e göç hakkı kazanır; 80’li ve  90’lı yıllarda ülkedeki Yahudi nüfusunun çoğunluğu İsrail’e göç eder; bugün İsrail’de göreceğiniz siyahi Yahudilerin anayurdu Etiyopya’dır.]

Belkıs’ın ilginç öyküsü, Piero della Francesca'dan Handel’e, Boccaccio'dan Rudyard Kipling’e kadar pek çok batılı sanatçıya esin kaynağı olur. Ancak, büyük olasılıkla siyahi olan Belkıs, neredeyse betimlendiği tüm resimler ya da canlandırıldığı filmlerde beyaz ve hatta batılı bir kadın gibi sunulur. Çok başarılı bir kadın hükümdar olan Semiramis’in Batı’da zamanla nasıl şehvet düşkünü bir figüre dönüştürüldüğünden söz etmiştik. Belkıs konusunda bu türden bir gözden düşürme en azından Batı sanatında görülmez, büyük olasılıkla Süleyman’la yaşadığı ilişki sayesinde; onu kötülemek bir yerde -Musevi ve Hıristiyanlar için yarı peygamber sayılan- Süleyman’ı da zayıf bir kişilik olarak göstermek olur çünkü. Daha çok Ortadoğu kökenli öykülerde özellikle vurgulanansa, Belkıs’ın bir cin olan babasından aldığı olağanüstü güçlere sahip olduğudur. Burada da ataerkil geleneğin bilinçaltındaki, bir kadının ancak kötücül güçlerin yardımıyla güçlü ve başarılı olabileceği yönündeki küçümseyici bakış konuşuyor olmalı büyük olasılıkla.

  • Bazı öykülerde, Süleyman’ın Menelik’e yalnızca sandığın üzerindeki değerli örtüyü armağan ettiği ancak Kudüs’te kalamadıkları için kızgın olan adamlarının Menelik’in haberi olmadan sandığı çalarak Saba’ya götürdükleri anlatılır.
  • Mirra, mirha, mür zamkı; reçinesi ilaç, esans ve tütsü olarak kullanılır.
  • Özellikle Gazze, ticaret limanı olarak çok önemliydi.
  • Baraj, tarihi boyunca birkaç kez yıkılmıştır; önceleri kerpiçten yapılan baraj duvarı sonradan taş tuğlalarla inşa edilmiştir.
  • Sebe’ 34/15-16. Burada sözü edilen iki bahçe, barajın güney ve kuzeyindeki geniş iki ovadır.
  • Kebra Nagast yazmalarına göre Saba’nın başkenti Aksum’dur.
  • Etiyopya, Ermeni Krallığı’nın M.S. 301’de Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul etmesinden sonra Hıristiyanlığa geçen ikinci devlettir.
  • Nüfusun 2/3’ü Hıristiyan, kalanıysa çoğunlukla Müslümandır; yerel dinlere ve Museviliğe bağlı toplulukların genel nüfus içindeki oranı düşüktür

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi