Sahici olmak

Sahici olmak, kendin olmak, kendi renklerini korumaktır.

Yazarken kutup yıldızım hep Dil Derneği’nin Türkçe sözlüğüdür.

Orada ‘sahici’ sözcüğü şöyle tanımlanır:

Sahici: Düzme olmayan, gerçek...

Yaşamım boyu tüm uğraşlarımda olabildiğince kendim olmaya, taşıdığım değerlere özen göstermeye, içinde bulunduğum örgütün programını, tüzüğünü, ilkelerini okumaya, içselleştirmeye ve kitlelere aktarmaya çaba harcadım. 

Bir de okuduğum kitaplar bu düşüncemi geliştirdi, pekiştirdi.  

2010 yılında ‘Nobel Edebiyat Ödülü’  alan Perulu yazar Mario Vargas Llosa diyor ki: 

“Okuduğumuz o iyi kitaplar olmasaydı, şimdikinden daha kötü durumda, daha uzlaşmacı, daha itaatkâr olurduk; ilerlemenin motoru olan eleştirel ruhun esamisi bile okunmazdı… Roman ve öykü olmasaydı özgürlüğün hayatı yaşanılır kılmadaki öneminin, özgürlüğün bir zorba, bir ideoloji ya da dinin ayakları altında çiğnenmesinin, hayatı nasıl bir cehenneme çevirdiğinin farkında olmazdık. Edebiyatın bizi yalnızca güzellik ve mutluluk düşlerine daldırmakla kalmadığı, aynı zamanda her türlü baskıya karşı gözümüzü açtığından kuşku duyanlar, yurttaşların davranışlarını beşikten mezara kadar denetim altında tutmaya kararlı tüm rejimlerin edebiyatta niçin bu kadar korktuklarını ve neden gözlerini bağımsız yazarların üstünden ayırmadıklarını sorsunlar kendilerine…”

Bir yazardan sonra bir şair, Edip Cansever sesime ses veriyor:

“İnsan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

Suyunda yüzen balığa

Toprağını iten çiçeğine

Dağların, tepelerin dumanlı eğimine”

Bu dizeler,  Zine kitabımdaki Ayşegül’ü anımsattı.

Zine’den o bölüm:

“İstanbul bir büyücü…

Büyücü şehirde büyüleyen bir genç Ayşegül...

Ankara sevdalısı kadın, son yıllarda haftanın üç günü İstanbul’da yaşamaya başlar. Bu zorunlu göçte görür ki, İstanbul insanın kimyasını bozan bir dünya şehridir. İstanbul’da yaşama tutunmak çok kolay görünmez. Sakin bir şehirde yaşama alışanlar için ürkütücü bile olabilir. Sevdikleriniz varsa, ekonomik olarak iyiyseniz, İstanbul sizi ürkütmez, hatta soluk almak tutkuya dönüşür.

Bir sabah, bir sabahyıldızı ile Cihangir’de buluşurlar. Sabahyıldızı Ayşegül, yirmi iki yıllık Amerikan prestijli sanat dergisinin New York editörü olarak yaklaşık on yıldır New York’ta yaşar.

Ayşegül’le konuşurken hem özlem giderir, hem de onu gözleriyle tarar. İstanbul’da Adanalı bir babanın, Erzincanlı bir annenin çocuğu olarak doğup büyüyen, şimdi Amerika’da yaşayan, dört dil konuşan Ayşegül, öyle doğaldır ki; buram buram Anadolu kokar.

Çocukken Yaşar Kemal’in, Yılmaz Güney’in yanağını okşadığı kız çocuğu, çağdaş dünyayla buluşmak için verdiği mücadeleye, birikimine karşın sahiciliğini korur. Anadolu kültürünü içselleştirmiş, sağlıklı eğitim almış, yerelden dünyaya yolculuğun çağdaş örneği; renklerini koruyan bir gençtir.

Ayşegül’le doğallığı, sosyalleşmeyi, ülkeyi, dünyayı konuşmaya doyamaz. Onun doğal saçlarına bakınca, ülkelerinde sıkça tekrarlanan bir sözü paylaşır, birlikte gülerler. “Ay şekerim saçlarını kesince çok modern olmuşsun.” Modernliği saçın boyunda gören bir toplum algısı ikisini de şaşırtır.

Yenidünya düzenini kavramak, iletişim devriminin güzelliklerinden yararlanmak, zararlarına karşı duruş sergilemek konusunda hem fikir olurlar.”

Benazir kitabımdan bir bölümle yazımı sürdürmek istiyorum.

Dünya liderlerinin biyografi, otobiyografi kitaplarında okuyarak bir de dünya kadın liderlerinden Benazir Bhutto’yu yazarak öğrendiğim, gözlemlediğim hepsinin başarısının altında yatan dünya görüşünü sevmek, sahicilik ve renklerini korumaktır.

Benazir Bhutto diyor ki:

 “Biz erken terk ederiz çocukluğumuzu... Dağları, yolları aşmak, dünyayla buluşmak için tek çare okumaktır. Çaresizlerin kaderini değiştirmek için babam siyasete girdiğini söylerdi. Onun ülkesine ve ülke insanına sevgisini beğeniyle dinler ve izlerdim. Babamın anlatıları ile sevdiğim İndüs Nehri’yle aktım. Yerelden evrensele yol almak için başka ülkelerde okudum. Başka nehirler tanıdım. O nehirlerle gönlümdeki nehri buluşturmak için uğraşlar verdim. Sürgünde de olsam mücadelemi inatla, kavgayla, sevdayla sürdürdüm.”

İşte yerelden evrensele yolculuk…

Benazir Bhutto, babasının kurduğu Pakistan Halk Partisi’nin başında çiçeği burnunda bir lider olarak seçim çalışmalarına başlar. Benazir’in coşkusu da hüznü de Pakistan’a benzer. O ülkesinin özelliklerine ve demokrasi aşkına sıkı sıkıya bağlıdır. Giysileri ve kültürel konumu ile tam bir Pakistanlıdır. Onu Pakistanlı kadınlardan ayıran sadece Harvard ve Oxford üniversitelerindeki eğitimi ve dünyayı algılayışıdır.

Başarılarına tanık olduğumuz siyasi liderler, partilerinin belirlediği ilkeleri, programı özümseyen, içselleştiren, seven, çağın gerekleri ile gözden geçiren, ortak akıl, ekip çalışmasıyla üyesinden, yöneticisine buluşturan ve ağız dolusu inançla, tutkuyla savunandır.

Başarılı liderler bu özellikleri ile bulut algısı yaratırlar. Bu dünyadan geçseler de ülkelerini değiştiren, dönüştüren eylemleri, sahici tavırları, siyasi dilleri, siyasete damga vuran sözleri, kendi olmaları unutulmaz.

Sahici olmak, kendin olmak, kendi renklerini korumak ve onları soldurmamaktır!  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi