SAKLI HAZİNE: SUAT DERVİŞ

Önceki haftalarda Suat Derviş’i ‘Efsane Bir Kadın ve Dönemi’ kitabının yazarı Liz Behmoaras’la konuşmuştuk. Bu hafta ise Suat Derviş’i günümüz okuruyla henüz buluşmamış eserlerini ortaya çıkaran Araştırmacı, İthaki Yayınları Suat Derviş Külliyatı Editörü Serdar Soydan anlatacak. İthaki Yayınları Suat Derviş’in eserlerini yeniden yayımlıyor.  Yazarın gazete ve dergilerde çıkan röportajlarını ‘Çöken İstanbul’ adıyla kitaplaştırdı. Ayrıca Suat Derviş’in edebiyatını inceleyen ‘Yıldızları Seyreden Kadın’ adında kapsamlı bir kitap yayımlandı.

Araştırmacı Serdar Soydan, başka bir konuyla ilgili gazete ve dergi ciltlerini tararken Suat Derviş imzasıyla karşılaştığını ve ona ait yazılar birikince Suat Derviş’i araştırmaya başladığını belirtiyor. “Çok geniş bir külliyatla karşılaştım. Okudukça ne kadar kıymetli olduğunu anladım. Suat Derviş’i var etmek, gün yüzüne çıkarmak benim tutkularımdan biri oldu. Hâlâ büyük bir tutkuyla araştırıyorum” diyor. Yaşamı farklı şehirlerde, ülkelerde geçen Suat Derviş arkasında toplu halde eserlerini bırakamamış. Yayımlanan kitaplarının yanı sıra Rusya’da basılan bir kitabı, Fransa’da bulunan çocuk romanları, takma adla yazdığı isimler de bir hazine gibi gün yüzüne çıkarıldı.  İthaki Yayınları Suat Derviş’in ellinci ölüm yıl dönümünde yazarın mezar taşının da yapılması dahil, edebiyatına, yarattığı karakterlere, feminizme bakışına kadar pek çok konuda panel düzenledi. Yakın zamanda da Sanatkritik’in Beyoğlu’ndaki mekânında ‘Ben Yazar Suat Derviş’im’ isimli bir sergiye imza attı. Suat Derviş külliyatına yaptığı araştırmalarla katkıda bulunup genişleten Araştırmacı, İthaki Yayınları Editörü Serdar Soydan’la, Suat Derviş’i, yaşamını, kitaplarını, ilk dönem romanlarının ardından eserlerinin toplumcu gerçekliğe nasıl dönüştüğünü konuştuk.

Suat Derviş çok üretken ancak değeri bilinmemiş, adeta unutturulmuş bir yazar.

Gazeteci aynı zamanda. Çöken İstanbul kitabında İstanbul sokaklarındaki yaşamı, yokluğu, yoksunluğu bize sahadan bildiriyor. Politik bir kimliği de var. Hepimizin aklında farklı Suat Derviş imgeleri var. Suat Derviş’le ilgili kapsamlı araştırmalar yapan biri olarak siz onu nasıl tanımlarsınız? Karşımızda nasıl bir yazar var?

Bir insanı ne kadar çok tanırsanız onu tanımlamak o kadar zorlaşır. Çünkü onun farklı yönlerini bilirsiniz. Suat Derviş zengin bir kaynak. Çünkü cesur bir kadın. Hayatını ve kariyerini defaatle sıfırlamış bir kadın. Başka coğrafyalarda kendini sıfırdan var etmiş cesur bir yazar. Bir taraftan asi biri. “Ben Suat Derviş’im” de bir isyan. Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner’in eşi diye tanıtıldığında “Hayır Ben Suat Derviş’im” diyor. “Ben kimsenin eşi, kızı olarak yad edilemem, benim başlı başına bir kimliğim var” diyor. Ahlâklı bir zanaatkâr. Gazeteler “Bize yetmiş gün sürecek bir roman yazın” dediğinde istenilen sürede yazıyor o romanı. Eserin sipariş olduğunu ortaya koyan doneleri de eserin içinde veriyor ama özenle her işini hazırlıyor. En çalakalem gözüken işlerinde bile bir cevher parıldıyor. Bu sayede doksanların ikinci yarısından itibaren var olabildi. Türk Edebiyatı’nın unutulan pek çok yazarı var. Suat Derviş’in konuşulmasının sebebi üretkenliğinin yanında belirli bir cevheri ortaya koyması.

Suat Derviş’le ilgili bu külliyatı oluşturmaya nasıl karar verdiniz?

2000 yılında gazete ve dergi ciltleri taramaya başladığımda başka temalar ve isimler üzerinde araştırma yapıyordum ama karşıma hep Suat Derviş çıkıyordu. O güne kadar sadece Fosforlu Cevriye’nin 1968 baskısını okumuştum. Hakkında hiçbir şey bilmiyordum, araştırmaya başladım. Pek çok insan gibi kadın olduğunu öğrendim. Karşıma çıkan eserlerini not etmeye başladım. Sayfalar süren notlarım oldu.  Çok geniş bir külliyatla karşılaştım. Okudukça ne kadar kıymetli olduğunu anladım. Suat Derviş’i var etmek, gün yüzüne çıkarmak benim tutkularımdan biri oldu. Hâlâ büyük bir tutkuyla araştırıyorum.

Suat Derviş mutlu bir çocukluk geçiriyor. Paşa torunu. Dedesi Osmanlı’da çağdaş kimya derslerini başlatan Mehmed Emin Derviş Paşa. Usul-i Kimya adıyla ilk ders kitabını yazıyor. Babası tıbbiyeli, kadın doğum uzmanı. Yaşamı Moda’da geçiyor. Üç kardeşler. Evde özel eğitim alıyor. Nasıl bir çocuk?

Aristokrat bir ailede büyüyor. Devletin çeşitli görevlerinde bulunmuş bir aile. Anne tarafından da saraydan yetişme bir kadının kızı. İyi eğitimli bir ailenin çocuğu. Evde eğitim alıyor. Arapça, Farsça, Fransızca dersleri alıyor. Ud eğitimi alıyor. Bu eğitimi tamamladıktan sonra diploma almak için bir okula gidiyor. 1918 yılında yurtdışına gönderiliyor. Osmanlı tebaası kadınların yurtdışında eğitimi için devlet bir burs açıyor. Safiye Ayla da bu isimlerden biri. Suat Derviş ise ailesinin finansmanıyla 1918 yılında konservatuvarda okuması için Almanya’ya gönderiliyor. Berlin Konservatuvarı’na gidiyor. O dönem yüksek eğitime devam eden ender kadınlardan biri. Eğitimini yarıda bırakıyor. Felsefe eğitimi alıyor. Doğu dilleri ve felsefe derslerine giriyor. Konservatuvarda başladığı eğitimine Edebiyat Fakültesi’nde devam ediyor ama hiçbirini bitiremiyor. Suat Derviş’in yüksek eğitim diploması yok. 1920 yılında ilk eseri yayımlanıyor. 1921 yılında bir gazetenin Berlin muharriri olarak çalışmaya başlıyor. Türkiye’de matbuat ve yazarlık faaliyetlerine paralel olarak Almanya’da eserlerini çevirtip yayınlatmanın yollarını arıyor. İlk eserlerini Alman gazete ve dergilerinde yayınlatmayı başarıyor.

GERÇEK ADI HATİCE SAADET

Suat Derviş’in asıl adı; Hatice Saadet. Adının neden Suat olduğunu da şu sözlerle anlatıyor: Annemle babam bana Suat adını takmak istediklerinde oldukça ters bir adam olan imam, ‘Haşa! Erkek adıdır olmaz!’ diye karşı çıkmıştı. Çaresiz, kayda, aşağı yukarı aynı anlama gelen Saadet adı geçildi, ama ailem ve dostlarım, bana hep ‘Suat’ diye hitap ettiler!*

*Efsane Bir Kadın ve Dönemi, Liz Behmoaras

Suat Derviş “Gazeteciliğim romancılığımı beslemektedir” diyor. Gazeteci olmasının yazım sürecine nasıl bir katkısı olmuş ve elbette eserlerinde bunun izlerini görmek de mümkün. Araştırmanız sırasında siz neler gözlemlediniz?

Suat Derviş 1933 yılında Türkiye’ye döndükten sonra bambaşka bir profil çiziyor. Babasını kaybetmiş, Moda’da konakları yanmış. 1933 yılında keyif için değil para için yazan biri haline gelmiş. Matbuatın, Bâb-ı Âli’nin ne kadar adaletsiz olduğunu, insanları ezdiğini, sömürdüğünü, ufak teliflerle onları zor durumda bıraktığını fark ediyor. Emek sömürü düzleminde bakıyor. Gazeteler için röportajlar yapmaya başlayınca toplumun görünmeyenleriyle; iş kazası geçirenler, suçlu çocuklar, iş arayanlar, veremlilerle bir araya geliyor. 1936 yılında Tan Gazetesi’nde ‘Suçlu Çocuklar’ diye bir röportaj dizisi yayımlanıyor. 1936 yılında Türkiye’de çocukların özel olarak yargılandığı mahkemeler ve ayrı hapishaneler yok. Sabiha Sertel ve Suat Derviş bunun eksikliğini görüp yazı dizisi yapıyorlar. Adalet Bakanlığı’na mahkemeler ve hapishaneler yapılması gerektiğini söylüyorlar. 1940’lara kadar Suat Derviş o güne kadar görmediği, uzaktan gördüğü insanları yakından tanıyor. Bu ister istemez onun yazarlığını da etkiliyor. 1930 yılında Emine romanında öksüz ve yetim bir kızın hayatını anlatır. 1950 yılına geldiğimizde ‘Gel Eve Dönelim’ romanındaki Şevkiye de öksüz ve yetimdir.  Fakat onu anlatırken kelime hazinesinin nasıl değiştiğini görürüz. Artık anlattığı insanların dilini iyi bilmektedir. Emine ne kadar İstanbul Türkçesi konuşuyorsa Şevkiye de taşranın diline hakimdir. Argo sözcüklerle konuşur. Kitaplarındaki karakterlerin sorunları, çatışmaları başkalaşır.

ÇÖKEN İSTANBUL  

Suat Derviş’in gazete yazılarını, röportajlarını ‘Çöken İstanbul’ kitabında bir araya getiriyorsunuz. Çöken Boğaziçi başlığı altında Beylerbeyi ve Çengelköy’le ilgili yaptığı röportajlar var. Toplumun farklı katmanlarını, semtlerini gösteriyor okura. Bazen bir kasapla, kuaförle konuşuyor bazen verem hastalarıyla bazen de bir kulübede yaşamaya çalışan insanlarla. Bir de ‘İstanbul’un altında kimler yaşıyor?’ başlıklı bir yazısı var. Kitabın adına nasıl karar verdiniz? Neden ‘Çöken İstanbul’?

Cumhuriyet’in onuncu yılından bir, iki sene sonra Suat Derviş İstanbul’a dair röportaj dizileri yapmaya başlıyor. İsyankârlığı ile de ilgili ama Suat Derviş her zaman ötekini görmüş, ötekinin sesini kalemiyle yükseltmeye çalışmış. Onunla yer altına gidiyoruz, Beyoğlu’nda sabaha karşı sokakları dolaşıyoruz, veremlilerle sokak sokak, ev ev dolaşıp, sanatoryumlarda yer bulamayan, sırası gelmişken çoktan ölmüş insanların hikâyelerini dinliyoruz. Fabrikada çalışan iş kazası geçirip işten atılan ama hiçbir tazminat alamayan işçilerin hikâyelerini okuyoruz. Sur kavuklarında, cami avlularında, teneşirlerde yaşayan insanların hayatlarını anlatıyor. Onun için İstanbul; büyüyen, gelişen bir İstanbul değil, çöken bir İstanbul. Çöken Boğaziçi’ni yazmış. Onun yazdığı bir kelime. Röportajlarının ikinci cildi de çıkacak. ‘Önce Kadınlar ve Çocuklar’. ‘Kadınlar nasıl iş bulur?’, ‘Genç Kızlarımız’, ‘Suçlu Çocuklarımız’, ‘Çocuklarımız Ne Halde?’, ‘Dünya Feministleriyle Görüştüm’ başlıklarını içeren röportaj dizilerini ikinci ciltte okuyacağız.

FEMİNİST BİR YAZAR

Farklı makalelerden oluşan ‘Yıldızları Seyreden Kadın’ kitabında Erendiz Atasü “Suat Derviş’i vefasız ülkemizin dipsiz unutuş kuyusundan feministler çekip çıkardılar” der. Suat Derviş’in feminizme bakışını sormak isterim. Onu feminist bir yazar olarak tanımlayabilir miyiz?

Ellinci ölüm yıldönümü kapsamında ‘Yaz Sıcağında Bir Esinti’ başlıklı bir podcast yapıldı. Orada Suat Derviş’in farklı yıllarda verdiği röportajlar ve yazdığı yazılardan yola çıkarak kariyerinde bir kadın olarak yaşadığı ayrımcılık ortaya koyuluyor. Yazılarında ne kadar güçlü bir feminist olduğunu görüyoruz. 1920’lerin ortasından itibaren ana akım gazetelerde ilk müstakil kadın sayfasını hazırlayan kadın olduğunu söyler. İkdam Gazetesi’nde çalışmaktadır. Yazıları imzasızdır, üslubuna bakarak kanıtlayabiliyoruz ama Suat Derviş Bâb-ı Âli’de kadın var oluşuna, özgürleşmesine en çok hizmet eden isimlerden biri. Bâb-ı Âli’de bir kadın olarak kendisini var edebilmiş. Sabiha Zekeriya Sertel de öyle. Suat Derviş’in var oluş mücadelesine baktığımızda feminist duruşu tartışmaya açık bile değil!

SOKAKTAKİ İNSANIN DERDİ YAZARLIĞINI ETKİLİYOR

“Ben bebeklerimi tavan arasına attıktan sonra, kendim kitaplarımda bebekler yarattım, hayatla, hakikatle ve muhitle alakası olmayan bebekler ve onlara kâh Zehra, kâh Fatma, kâh Zeliha isimlerini koydum” diyor.  İlk dönem romanları daha farklı. İnsan psikolojisinin derinliklerine inen kitaplar. Daha sonra toplumcu gerçekçi bir yazar haline nasıl geliyor? Almanya dönüşü mü yazıları toplumcu gerçekçiliğe evriliyor?

Tam olarak değil. Almanya dönüşünde 1933 yılından itibaren ‘Onları Ben Öldürdüm’, ‘Hiç’, ‘Onları Bekliyorum’, ‘Kadın Aşksız Yaşamaz’, ‘Sen Benim Babam Değilsin’, ‘Baba Oğul’ romanlarını yazıyor. Bir kısmı çıktı bir kısmı çıkmadı. Temalarına baktığımızda önceki kitaplarıyla bütünlük arz ediyorlar. Sokaktaki insanların dertlerini dinledikten sonra Suat Derviş başka bir insan haline geliyor. 1967 yılında basılmış Aşk Romanları diye Rusça yazılan bir kitabı var. O eserin ön sözünde “Konu seçmiyorum, o beni buluyor. Konular sokaklarda, caddelerde, evlerin sofalarında bizi bekliyor” diyor. “Oralara giriyorum o konuları görüyorum ve onları yazıyorum” diyor. 1935-1939 yılları arası röportaj dizilerini yaptıktan sonra başkalaştığını söylemek yanlış olmaz.

Aşk Romanları kitabı henüz yayınlanmadı değil mi?

Hazal Yalın tarafından Türkçe’ye çevrildi. Acıklı bir hikâye. 1966 yılında Bir Türkolog olan Radi Fiş Türkiye’ye geliyor, Suat Derviş ve Reşat Fuat Baraner’i evlerinde ziyaret ediyor. Bu ziyaret sırasında Suat Derviş ona el yazması romanını veriyor. “Burada bastıramam ama çevirip sen orada bastır istersen” diyor. Rusya’ya dönünce orada bastırıyor. Roman yüz bin basıyor ve baskı tükeniyor. Suat Derviş’e bunu bildiriyorlar ve parayı Rusya’ya gelip almasını istiyorlar. Suat Derviş sancılı bir süreçte Rusya’ya gidip o parayı alıyor. Suat Derviş bildiğimiz ya da bilmediğimiz başka bir isimle Aşk Romanları’nı tefrika ettirmiş mi bilmiyoruz şimdilik.

“SUAT DERVİŞ, ORHAN KEMAL’İN USTASIDIR”

Toplumsal gerçekçi edebiyatta Suat Derviş’in önemi nedir? Erendiz Atasü çok temel bir noktaya dikkat çekiyor. “Suat Derviş niçin toplumcu gerçekçi edebiyatımızın ustası Orhan Kemal’le aynı düzeyde görülmemiştir?” diye soruyor. Bunun nedeni nedir? Nasıl açıklayabiliriz?

Başlıca sebebi cinsiyetçilik, kadın olması. Kerime Nadir, Muazzez Tahsin gibi. Bu yazarları söylerken bile cinsiyetçiliği tekrarlıyoruz. Romanlarını detaylıca okuyup da mı değerlendiriyoruz? Aşktan başka bir şey anlatmadığını söylüyoruz. Aşkın nasıl anlatıldığı, nasıl alımlandığı da toplumsal olarak pek çok şeyi ortaya koyar.  Kadın pembe roman yazarıdır gibi bir algı var. Feride Celal, Nezihe Muhiddin gibi pek çok yazarımıza aynı şekilde bakılıyor. Kitaplarında ne anlatıyorlar diye bakılmamış. Kadınlar tarafından yazılmış eser sayısı çok az. Edebiyat kanonu erkeklerin eserleri üzerinden şekillendiği için bu isimlerin adları geri planda kalmış. Suat Derviş bir anlamda Orhan Kemal’in de ustasıdır aslında. Böyle de bakabiliriz.

BEN YAZAR SUAT DERVİŞ’İM SERGİSİ

Beyoğlu’nda Avrupa Pasajı’nda Sanakritik’te Suat Derviş’le ilgili bir sergi açıldı. Sergi için nasıl bir hazırlık yapıldı?

Suat Derviş’in ellinci ölüm yıldönümü. Onun her geçen sene biraz daha var olduğunu söyleyebiliriz. Eserleri yayınlandıktan sonra okuyucu tarafından kabul ediliyor, alınıyor ve üzerine yazılar yazılıyor. Suat Derviş hangi amaçla yazarsa yazsın anlattıkları sürükleyici, insanları içine alıyor. Romanlarını okuyunca gözyaşlarına boğuluyoruz kâh kızıyoruz kâh ağlıyoruz. Bu dünyayı röportajlarında da kuruyor. O atmosferi bize yaşatıyor. Bu onun en büyük başarısı.

Bir mezar taşı dahi yoktu. Mezar taşının yapılmasından, panellere, sergiye kadar pek çok etkinlik tasarladık. Ancak serginin pek çok açmazı vardı. Suat Derviş bazen zorunda kalarak, bazen gönüllü olarak ülkeden ülkeye, şehirden şehre gezmiş. Arkasında

evrak-ı metruke bırakamamış. Suat Derviş’in böyle bir imkânı olmamış. Yapayalnız ölmüş. Hiçbir eserini yanında tutamamış. Sergiye giriştiğimizde “Eyvah ne yapacağız?” dedik. O kadar yazmış ki gazete kupürlerinden, fotoğraflarından bile bir sergi oluşturabileceğimizi fark ettik. Sergi gazete ve dergilerden damıttığımız hayatını içeriyor. Sergi alanında camlarda da göreceksiniz, Derya Ülker tarafından camlar teker teker resimlendi. Gazetelerin tefrika kültürünü ve bu geleneğin mekânla nasıl uyum sağlayacağını ortaya koymaya çalıştı.  Bugüne kadar onunla ilgili iş üretmiş Figen Aydıntaşbaş, Eşref Yıldırım gibi sanatçılarla iletişime geçip onların eserlerini bu sergide yeniden sergiledik. Küratörümüz Eda Yiğit’e de teşekkür etmek istiyorum.

FRANSA’DA BULUNAN ÇOCUK MASALLARI

Bundan sonra okuru nasıl bir sürpriz bekliyor? Yeni bir çalışma var mı?

Rusça olan kitabı; Aşk Romanları otobiyografik bir roman. Komünist olduğu için ayrımcılığa mahkûm olan bir yazarın çektiği çileleri anlatıyor. Kurmaca bir karakterle anlatmış bunu. O kitap gün yüzüne çıkacak. Suat Derviş’in polisiye romanları var. ‘Bu Başı Ne Yapalım?’ diye bir romanı yayımlandı. ‘Ankara Canavarı’, ‘Kadıköy’de Muhakkak Bir Define Var’ kitapları yayımlanacak. Röportajları yaklaşık dört, beş cilt tutacak kadar fazla. O yayımlanacak. Ancak kağıt fiyatlarından ve dolardaki iniş çıkıştan ötürü yayıncılık sektörü yavaşlamak zorunda. Suat Derviş’in bir de gotik bir tarafı var. Korku edebiyatına dair metinlerinin yenilerini okuyacağız.

Bu yaz yeni bir takma adını buldum. Emel Rıza adıyla 1935 yılında ‘Yalnız Genç Kızlar’ adında bir roman tefrika ettirmiş. Berlin’de bir evlilik romanı var. Bu romanın tefrikasından önce Resimli Ay Gazetesi’nde bu okulu anlatan bir yazı kaleme almış. Okulla ilgili araştırmalarından sonra buradan bir roman çıkarıyor. Suat Derviş’in sürprizleri bitmiyor. Yeni Suat Dervişler buluyoruz. 1962-63 ve 64 yıllarında Fransa’da çıkan sekiz çocuk masalı bulundu. Saadet Özen buldu. Kendisi Fransa’da Suat Derviş üzerine çalışan bir akademisyen. Onun bulduğu masallar da bize yeni kapılar açtı. Suat Derviş, Behçet Necatigil’e yazdığı mektubunda “Para kazanmak için pek çok çocuk masalı yazdım” diyor. 60’larda yazdığı gazeteleri tarayıp masalları bulmaya çalışacağız.

Çocuk Kitapları

Mira Her Şeyi Bilir

Luigi Ballerini                                                                                                       Türkçesi: Tülin Sadıkoğlu                                                                                     Günışığı Yayınları

Vera bu duyguyu biliyordu, bir yalanı keşfedersin ama bir an için tekrar inanmak istersin. Çünkü daha rahattır, çünkü daha acısızdır, çünkü seni huzur içinde uyuduğuna inandırır; oysaki yalnızca uyuşturulmuşsundur. Gözler kapalı, ama rüya yoktur. Mesajı tekrar okudu, sonra gönülsüzce küçücük parçalara bölerek limonatanın içine attı. Ale’nin mesajını saklamayı ne kadar isterdi ama çok riskli olurdu. İz bırakamazlardı. Protokol gereği matarayı salladı ve iki numaralı kâğıdı aldı. Çağdaş İtalyan edebiyatının ödüllü yazarları Luigi Ballerini, distopik romanında okuru, teknolojiyle biçimlenen karanlık bir yolculuğa çıkarıyor. Teknolojinin sınırlarını sorgulatan, hür irade ve özgürlük gibi kavramları çarpıcı örneklerle işleyen Ballerini, geleceğin dünyasından bir soru soruyor: Distopya ne kadar uzakta?

Yüksekten Korkan Tırtıl

Yazan: Ayşen Boşkuş

Resimleyen: Sultan Özdemir

İthaki Çocuk

Minik bir tırtıl olan Pırtıl, bir gün kelebeğe dönüşeceği için çok endişeliydi. Çünkü halinden memnundu ve bir de… yüksekten çok korkuyordu!

İçinde ona hep, “Ya uçamayıp düşersen? Ya bir yerini incitirsen? Ya arkadaşlarına rezil olursan?” diyen bir ses vardı. Pırtıl onu tanıyordu: Bu, korkusunun sesiydi… Pırtıl’ınsa artık onu dinlemeye niyeti yoktu! Buna bir son vermenin zamanı gelmişti! Ağacın dalından yukarı, en yukarı tırmanacak ve korkusunu sonsuza dek susturacaktı. İthaki Yayınları’ndan çıkan ‘Yüksekten Korkan Tırtıl’ kitabını Ayşen Bozkuş yazdı, Sultan Özdemir resimledi.

Mahir Mercan

Filiz Özdem

Resimleyen: Buket Topakoğlu

Yapı Kredi Yayınları

Oraya nasıl ve neden geldiğini hatırlayamaz ama emin olduğu tek bir şey vardır: Kâhini görmesi gerekmektedir. Mahir evine geri dönebilmek için Bilinmezler Labirenti’nden çıkmalı, yaşlı adamın yanına gitmeli, yaşlı adam onu kâhine götürmelidir. Mahir kar kabuğuyla kaplı şehirden, gece gibi karanlık insanların diyarından geçer ama evin yolunu bulmak pek öyle umduğu kadar kolay olmayacaktır. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Mahir Mercan”ın hikâyesini Filiz Özdem yazdı, Buket Topakoğlu resimledi.

Haftanın Kitapları

Ten ve Gölge

Hulki Aktunç

Yapı Kredi Yayınları

Hulki Aktunç, üçüncü öykü kitabı “Ten ve Gölge” için “Kentli bireyin kıstırılmak istendiği şablondan dışarıya sıçrama çabalarını saptayan öyküler” diyor. Gerçeğin algılanma biçimi; biçemi; dili ve modern öykücülüğümüze getirdiği yenilikler bakımından her zaman öne çıkan bir kitap “Ten ve Gölge”. “Dinleyecek kimseler bulayım bulmayayım. Kimse nedir zaten. Kimse de benim, böylece kendi kendime mufassal kıssa başlayıp uzun efsane söylüyorum. Birileri oluyorum ben, söyledikçe söyledikçe. O birilerine anlatırken de bir küçük tatlı ölümün çırpıntısıyla yalanlar söylüyorum ey düş. Ey kara esi.”

Annelerin Kutsal Pazarı

Graham Swift

Çeviren: Didar Zeynep Batumlu

İş Bankası Yayınları

Annelerin Kutsal Pazarı, mart ayından kalma bir yaz günü, yıl 1924. İngiliz taşrasındaki köşklerden birinde hizmetçilik yapan Jane Fairchild’ın ziyaret edecek bir annesi olmadığından izin gününü nasıl geçireceğine dair bir fikri de yoktur. Yıllardır gizli bir ilişki yaşadığı komşu evin tek vârisi Paul Sheringham’dan gelen telefon, hayatını bütünüyle değiştirecek bir dizi olayın da başlangıcı olur. Eserleri otuzun üzerinde dile çevrilen, Booker Ödülü sahibi Graham Swift, savaşlarından, facialarına; kadın erkek ilişkilerinden, sınıfsal çatışmalarına bir yüzyılı, geleceğin sıra dışı yazarlarından biri olacak genç bir kadının kendini keşfetme öyküsünü anlatıyor.

Etimoloji Işığında Kelimelerin Dünyasında Gezintiler

Bülent Aksoy

İletişim Yayınları

Bülent Aksoy, Kelimelerin Dünyasında Gezintiler’de Türkçe’nin Arapça, Farsça ve Batı dilleriyle etkileşiminden, bu etkileşim sonucu dilimize yerleşen kelimelerin bugünkü algılanışlarına; zamanla anlam değişikliğine uğrayanlardan, yanlış yerde kullanıla kullanıla “galat-ı meşhur”a dönen kelimelere uzanan geniş bir alanda dil üzerine düşünüyor. Bunu yaparken, dili sadece bir iletişim aracı olarak görmeyip, kelimeler, insan ve toplum arasındaki dönüştürücü ve besleyici ilişkiyi göstermeyi de ihmal etmiyor.

Çok Satanlar

1. Seninle Başlamadı, Mark Wolynn

2. Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig

3. Mermer Adam, Jean- Christophe Grange

4. Kaplanın Sırtında, Zülfü Livaneli

5. Mutlu Olma Sanatı,  Arthur Schopenhauer

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi