Salgın hukuksuzluğu örter mi?

Küresel salgın ortaya çıktığından beri uygulanan veya uygulanmayan yasaklar, kesilen cezalar, idarenin yaptığı uygulamalar hep tartışıldı. Bütün süreç boyunca salgının kontrol altına alınması, önlenmesi, tedavi, aşılama konularında ortaya çıkan yönetim zafiyeti hepimizin gözü önünde yaşandı. Topluma yalan söyleyen daha sonra söylediği yalana bahaneler ileri süren bakanlar tanıdık.

Bu süreç içinde en az tartışılan konu salgınla ilgili önlemlerin hukuki yönü oldu. Bazıları “ülkede hukuk mu kaldı?” dese de yapılan şeylerin hukuka aykırılığını vurgulamak, kurulmak istenen hukuksuz düzene her koşulda karşı çıkmak ve hukukun üstünlüğünü savunmak gerekli.
Şimdilerde aşının zorunlu olup olmaması, test yaptırmadan belli yere girmenin yasaklanmasına ilişkin genelge, bu konuyu yeniden gündeme getirmiş görünüyor. Bir köşe yazısının sınırlı yeri nedeniyle konuyu bütün yönleriyle anlatmak zor olsa da bazı önemli noktalara değinmek isterim.
Önce şunu vurgulayalım; salgını önlemek gibi meşru bir amaca sahip olmanız size her şeyi, istediğiniz her şekilde yapma yetkisi vermez. Amacınızın meşru olması kullandığınız bütün vasıtaları meşru kılmaz.
Seyahat, vücut dokunulmazlığı, eğitim gibi temel hak ve özgürlüklere yapılacak bütün müdahalelerin meşru bir amaca yönelik olması, amacı gerçekleştirme bakımından orantılı olması ve kanunla düzenlenmesi gereklidir. Bu kriterlere baktığımızda salgınla ilgili olarak alınan idari tedbirlerin meşru bir amaca hizmet ettiği doğru ise de alınan tedbirlerin büyük bir kısmının (örneğin alkol satışının yasaklanması) orantılı ve amaca uygun olduğu söylenemez. Bundan daha vahimi alınan tedbirlerin hemen hiçbirinin kanuni dayanağının olmamasıdır. İl İdaresi Kanunu ve Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda yer alan hükümler yapılan uygulamaların kanuni dayanağı olmaktan çok uzak.
Salgının önlenmesi için bazı tedbirlerin alınması gerekli. Toplumsal bağışıklığın sağlanması için aşı da gerekli. Bilimsel temelden yoksun, içi boş komplo teorileriyle kendisini besleyen aşı karşıtlarına itibar etmenin de anlamı yok. Bilimin şu ana kadar gösterdiği en iyi çözüm aşı olmak. Toplum sağlığı bakımından aşı olmanın sadece bireysel tercihlere bırakılması da kabul edilebilir değil. Ancak tüm bu tespitler, tedbirlerin alınması ve aşılama konusunda idarenin ne isterse yapabileceği anlamına gelmez.

Aşının zorunlu olması, aşı olmayanlara yönelik tedbirlerin ne olacağı konusunda kanun çıkarılması gerekiyor. Daha önce konuyu ele alan Anayasa Mahkemesi, 11.11.2015 tarihli H.S. Aysal bireysel başvuru kararında, “zorunlu aşı uygulamasına ilişkin öngörülebilir nitelikte bir kanuni düzenleme bulunmadığını” belirterek yapılan uygulamayı Anayasa’nın 17. maddesine aykırı bulmuştu. Anayasa Mahkemesi bu kararıyla aşının zorunlu olmasını değil bunun için kanun hükmü bulunmamasını Anayasaya aykırı gördü. Yani zorunlu aşı için kanun çıkarılması gerektiğini vurguladı.
AK Parti iktidarında TBMM 2560 Kanun kabul etti. Bu sayı yaklaşık 19 yıllık iktidar döneminde günde 2,6 kanun çıkarıldığını gösteriyor. İktidar kanun çıkarmadaki bu hızına(!) rağmen bir buçuk yıldır devam eden küresel salgınla ilgili kanun çıkarmadı. Anlaşılan o ki siyasi iktidar kanuna gerek olmadan istediğini yapma konusunda pratik geliştirmek ve toplumu bu yönetim tarzına alıştırmak istiyor. Ayrıca önemli bir kesimini kendi seçmen tabanı olarak gördüğü aşı karşıtlarının oluşturduğu kitleyi karşısına almak istemiyor.

Küresel salgınla mücadele etmek için topluma doğru bilgi veren ve güven duyulan bir yönetime, gerçek yol gösterici olan bilimin ışığında tedbirler alınmasına, toplumsal bağışıklığa erişmek için aşıya ihtiyacımız var. Salgını önlemek için alınan tedbirler ne kadar doğru olursa olsun hukuken meşru olmadıkça elde edilen kazanımlar uzun vadede başka sorunlara yol açacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murat Aydın Arşivi