SANATIN GÜCÜ İLE SEÇİMLERE GİTMEK

Nicolas Boileau, “Sanatın aynasında güzelleşmeyen hiçbir canavar yoktur” der.
Bu sözün gücüyle her konuda sanatın gücüne başvururum. Siyasetin sanatın gücünden yararlanmasını ne çok yazdım. Ve yazıyorum… Yeni bir dünya yaratmak isteyen herkesin sanatla hem hal olmasının daha yaratıcı olduğuna inanırım. Çünkü sanat zorlukları kolaylaştırır. Ötekileştirmeyi yok eder. Uzakları yakınlaştırır. Acıları dindirir. Umudu tazeler. Sanat iyileştirir. Sanat aşktır. Sanat insanı ‘insanı kâmil’ eyler…
Bir dinletide, bir sergide, bir film izlerken, bir tiyatro oyununu paylaşırken insanlar nasıl da buluşur, kucaklaşır, barışır. Tüm kimliklerinden arınır, tek ses, tek nefes, çok alkış olur. Bu güzelliği yaratan, bu huzuru veren, bu buluşmayı sağlayan sanattır.
Deprem, sel ya da her türlü doğa felaketinden bir sanatçının dayanışması, yaklaşımı, verdiği huzur ve güven herkesten çok farklıdır. Sanatçı olmaktan uzak insanların tavırlarına bu yazıda yer vermek sanata da sanatçıların özlü sözlerine de haksızlık olur.
Sanata yoğunlaşmışken, sanatla buluşmanın, yaratmanın, barışmanın, özgürleşmenin yolculuğunu sürdürmek isterim.
Pablo Picasso diyor ki:
“Her çocuk bir sanatçıdır, sorun büyüdüğümüzde nasıl sanatçı kalabileceğimizdir.”
Bu sözün anlamı çok derinlerdedir. Her çocuk sanatçı doğuyorsa onun sanat adımları, ilk filizleri ailede atılır, çevrede boy verir, toplumda yeşerir. Çocuk aileye yazar olmak istiyorum dediğinde aile “Bu yazarlık karın doyurur mu?” gibi sıradan bir soruyla, onu yüreklendireceğine tam tersi düş kırıklığına uğratır.
Ahmet Say baba olarak Fazıl Say’ın müzisyen olması için bir yaşam adadı… Bu destansı çabayı önceleri kaç yazardan, kaç ressamdan, kaç müzisyenden, kaç Ahmet Say dostundan ve de kendinden dinledim. Ülkemizden dünyaya ses veren bir Fazıl Say böyle yetişti. O verilen emeğin, duyulan güvenin, özündeki cevherin varlığıyla ülkenin gururu, klasik müziğin dünya yüzü oldu.
Belkıs kitabından Belkıs Akkale’nin o yıllarda sahnelere çıkmasının aile içinde ortak aklın, dayanışmanın, inanarak, kenetlenerek çalışmanın meyvesini görüyor, insan. O yıllarda aile her söze, her eyleme unutulmaz bir karşı duruş sergileyerek, o muhteşem sesle bizleri buluşturuyor. Ailenin, Belkıs Akkale’ye verdiği emek, güven, dayanışması Belkıs’ın da o dağları delen sesi ve çabası sadece örnek alınır.
O güçlü ses, o kararlı kadın, türkü söylemekle yetinmeyip türkülerin sevilmesinde gönüllü bir eğitici, yozlaştırılması karşısında acımasız bir eleştirmen, genç kuşakların yetişmesinde sevecen bir anne, yüreklendiren bir dost oldu. O sahnede türkü söylerken; binler düşlere savruldu, özgürlüklere yelken açtı, halay çekti, ortaoyunu oynadı, dertlerini unuttu.
Onun sesinde türkü dinleyen iflah olmaz, artık türkülere sığınır. Türkü sever, insan sever, ülke sever olur.
Bazı aileler özellikle kız çocukları üzerinden baskı kurar bu dünyanın hemen hemen her yerinde böyledir. Sendikacı kimliğimle ülkemi temsil ettiğim Lizbon’da bir akşam Fado dinlemeye gittik.
“Lizbon’da dinlediğim Amaila Rodriguez bir ‘Fado’ sanatçısı bizim ağıtlar gibi şarkılar söylüyor. Öyle muhteşem bir ses ki o söyleyince durgun sular bile kıpırdıyor. Nehirler onun sesini alıp engelleri aşarak denizlere götürüyor. Ağaçlar fırtına ile oynaşıyor, yürekler coşuyor, taşıyor.”
Ona, “Bayan Akdeniz” ya da “Fado’nun Divası” diyorlar.
“Balıkçı kocalarını gemilerle denize uğurlayan, limanda el sallayan kadınlar, sevdiklerinin dönmesini beklerken, umutlarının kesildiği anda duygularını Fadolarla dile getiriyorlar. Lizbon’un meydanlarının denizci heykelleri ile donatılması, bizim dedelerimiz denizciydi dercesine simgelerle kendilerini anlatıyor, kentlerini tanıtıyorlar.
İşte Fado’nun Kraliçesi’nin yaşam öyküsü bu kentte başlıyor:
“Doğum günü bilinmese de 1920 yılında dünyaya geliyor Amalia. Çocukluğu boyunca dokuz kardeşinin geçimine yardımcı olabilmek için sokaklarda meyve satıp terzilik yaptıktan sonra sanat kariyerine tango dansçısı olarak başlıyor.
Amalia Rodriguez, çocukluğunun acılı günlerinden Fado’ya uzanan zorlu yolculuğunu bir röportajında şöyle anlatıyor:
“Ben çok kısıtlı olanaklarla ve çok katı kurallarla yetiştirildim. On altı tane amcam vardı. Annemle birlikte değildim. Anneannem yetiştirdi beni. Bütün ailem Fado söylememe karşı çıktı. Şarkıcı olmama izin vermediler. O zaman bir genç kızın Fado söylemesi ayıptı. Ama ben düşledim, düşümden vazgeçmedim, kararlıydım başardım.”
İki Akdeniz kadının benzer öyküleri sanatla taçlanıyor.
Fransız şair ve eleştirmen Nicolas Boileau’ın “Sanatın aynasında güzelleşmeyen hiçbir canavar yoktur” sözüne vurgu yapmayı yineleyerek deprem ve sel felaketinin acıları içinde yaraları sararken seçim çalışmalarında güzellikleri çirkinleştirmek yerine çirkinlikleri güzelleştirmeliyiz!
Bu seçim başka seçim, alanlara çıkmadan siyaset diline, eylemine, yaklaşımına özen göstermeliyiz. Ekonomik krizden, gerçekleşmeyen toplumsal barıştan, işsizlikten, doğa felaketlerinden yaralı, yoksul, işsiz, insanlarımıza huzur, güven, demokratik, özgürlükçü bir gelecek sözü veren, kadınların ve gençlerin unutulmadığı, çağdaş ve katılımcı demokrasiyi yaşam biçimi seçen bir gelecek sunulmalı…
Sabahattin Ali diyor ki:
Mayıs, ayların gülüdür,
taze bir çiçek dalıdır,
İçerim ateş doludur;
Mayıs‘ta gönlüm delidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi