SANAYİ KENTİNDEN SANAT KENTİNE: BURSA

Bursa’da özellikle Nilüfer Belediyesi katkıları ile artan kültür ve sanat çalışmalarına önceki bir yazımda değinmiş, Tiyatro Dot organizasyonu ile geçtiğimiz sonbaharda parkta izlediğim tiyatro oyununu sizlerle paylaşmıştım. Bursa, bu kez çağda sanat alanında yeniliklerle öne çıkıyor.

Bursa denilince akla muhtemelen hemen İskender, kestane şekeri gibi yiyecekler geliyor. Türkiye’nin kentleri de artık kendilerine özgün ürünleri ve üretimleri coğrafi işaret denen bir sistem ile tescillemeye başladı. Belirgin bir niteliği, ünü veya başka özellikleri ile belli bir coğrafyaya ait olduğu ispatlanan ürünler bu ünvanı alarak tescillenebiliyor. Coğrafi işaretli ürün demek, kökeninin bulunduğu yöreyle, bölgeyle veya ülkeyle  özdeşleşmiş ürün demek. Başta gıda ürünleri olmak üzere tarım, maden, el sanatları veya sanayi ürünleri coğrafi işaret tesciline konu olabiliyor.

Bana göre Türkiye’nin açık ara en lezzetli kenti olan Gaziantep coğrafi işaret konusunda lider konumunda. Bursa da bugüne dek pek çok konuda başvuruda bulunmuş. Örneğin Gemlik zeytini, Bursa şeftalisi pek çok başka gıda gibi tescillenmiş. Türk Patent Enstitüsü’nün “Coğrafi İşaret Portalı” isimli bir sitesi var. Buradan tüm kentlerin hangi ürünlerine bu tescili aldıklarını veya başvurularını takip edebiliyorsunuz. Asında bu belgeleri incelediğinizde biraz da nasıl özgünlükten uzaklaşıldığını görebiliyorsunuz. Bir yörenin nerede ise tüm sebze-meyve üretimini sıraya sokar ve tescillerseniz, o beldeyi size tek seferde anımsatacak asıl marka değerini zedelemiş oluyorsunuz. Diğer yandan muhtemelen İnegöl’ün pırasası “Benim kestaneden eksiğim ne?” diye soruyor, yetkililer de bu işaretlemeyi yapıveriyor.

BURSA’NIN COĞRAFİ İŞARETLERİ

Bursa kuşkusuz sadece gıda ile anılamayacak kadar zengin bir yer. Hayatımda altı yıl yaşadığım bu kentin tarihi katmanları bir yana, üretimin de merkezi olduğunu söylersek hata etmeyiz. Bu nedenle hemen baktığım ürünlerden bir kaçını bu listede bulabildim ve sevindim: İznik’in çinisi, Bursa’nın havlusu, bıçağı ve döner kebabı da kestanesi gibi bu yöreye özel olarak tescillenmiş; artık bir ipek merkezi olmasa da neyse ki ipeği ve ipek ipliği de bu tescili almış. Bana sormazlar ama, o kadar gıda maddesinin yanında hani Uludağ’ın çileğini görememek üzücü. Şaşırtan bir şey, 2002’den bu yana Gemlik Atı’nın da bu yöreye tescillenmiş olması!

Neden önemli? Dediğinizi duyar gibiyim. Bu tür tesciller sadece ismi geçen ürünleri değil, onların üretim kültürlerini de korumayı ve yaşatmayı hedefler. Bu tür bir belgeyi alan ürün, o yörenin üreticileri tarafından daha büyük bir özen ile ele alınsın istenir. Geleneksel üretim yöntemlerin ve süreçlerin yaşatılması beklenir, ki böylece bilgi birikimi ve deneyim bir nesilden ötekisine geçsin.  Bu konu toplumda yaygınca tartışıldığı üzere, yoğurt Yunanistan’ın mı yoksa Türkiye’nin mi biçiminde bir gurur meselesi değildir. O yoğurdu mükemmel olarak üretebilmek, lezzeti ile fark yaratabilmek ve markalaştırarak, Kanada’da yaşayan kızıma Türkiye’de üretilmiş o mükemmel yoğurdu ulaştırabilmek meselesidir. Coğrafi işaret bir nicelik konusu değil, nitelik konusudur özetle.

Böylece kültüre dayalı üretimler yaratıcı bir eyleme dönüşebilir. Bu ürünler başka kültürlere değerli bir mal olarak sunulabilir ve sıradan, özelliksiz bir ürünün yarattığından çok daha fazla değer yaratabilir. Bu değer  o ürünle anılmanın ve gururlanmanın ötesinde ekonomik bir katma değerdir.

Yüzyıllar boyu Çin porseleni, Çin ipeği, Fransız şarabı veya peyniri ve daha yüzlerce yöreye ait binlerce ürün bu biçimde tüm insanlık tarafından anılırlar, aranırlar, talep görürler ve üreticisine büyük takdir ve kazanç sağlarlar. O üretici de o ürünü yüz yıllardır nasıl üretiliyorsa o biçimde  ortaya çıkarmaya, temel ve önemli özelliklerini kaybetmemesine, tasarımla, yaratıcılıkla geliştirmeye gayret eder.

BURSA’NIN SCENIUS’U

Bir yerin yaratıcı eylemleri ne kadar çok olursa, scenius’u da o denli gelişir. Tam Türkçe karşılığı bulunmayan bu kelimeyi muhtemelen hala sadece ben kullanıyorum ve önemsiyorum. 

Brian Eno’nun ortaya çıkardığı bu terim, deha anlamına gelen genius ile, sahne anlamına gelen scene kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Scenius insanlardaki yaratıcılığın gelişmesi için, uygun ortamların motive edici olduğunu anlatmak için kullanılıyor Eno tarafından; örneğin 70’lerin müzik ortamındaki üretkenliği scenius ‘a bağlıyor Eno. Pek çok yaratıcı müzisyenin, söz yazarının, menajerin ve plak şirketinin birbirlerinden nasıl da etkilendiklerini, bunların moda üzerindeki etkisini, müzisyenlerin çağdaş sanatçılarla, galeri sahipleri ile bir araya geldikleri ortamların birbirlerinin sanatsal üretimi üzerinde nasıl da etkili olduğunu görüyoruz o yıllarda. Aslında halen geçerli bir kavram scenius, sadece çokluk içerisinde fark edilmiyor olabilir.  Büyük bir pencereden bakıldığında, örneğin bir Avrupa kentinde açılan sokak kahvesinin tentesinden sandelyesine kadar gösterdiği özenin,veya kasabının astığı tabelanın o kentin geçmişten gelen ve önem verilen tarihi ve sanatsal üretimi ile doğrudan ilgisi var. Bu tür bir estetik bütünlük ister mimari üretimde olsun ister günlük yaşamda, zorlamalar veya kurallardan daha çok bireysel kültür bilinci ve toplumsal hassasiyet ile sağlanıyor.

Farklı alanlardan insanların bir araya gelip etkileşimde bulundukları bu yaratıcı ağın ortaya çıkardığı sahne, içinde bulunanları da izleyenleri de mıknatıs gibi daha büyük bir üretkenlik içerisine çekiyor. Bir bakıma rutin hayata karşı tepkime ile bir tür uygunsuzluk içinde gelişen bu ortam (scenius) deneyselliğe, yardımlaşmaya, ortak takdire ve bir arada tek ses olmaya yatkınlığı ile eşsiz bir bölgesel kültürü ifade ediyor. Yeteneklerin buluştuğu  bir tür ekolojik sistem kendiliğinden oluşmuş oluyor.

İşte Bursa’nın scenius’u da bugünlerde hızla yükseliyor bana göre. Zaten tarihi zenginliklere sahip olan bu kent, yukarıda bahsettiğim gibi coğrafi olarak özgün üretimlere ve ürünlere, yani o üretimler için uzmanlaşmış, bilgi birikimini yaşatan dehalara sahip. Üniversite öğrencileri ile genç bir nüfusa ev sahipliği yapan bu kentte, yeni olan her şey de bu dinamizm içerisinde büyük ilgi görüyor olmalı. Böylece artık Bursa’da kamusal alanda yerleştirilen sanat eserlerini, açık havada düzenlenen konserleri, ormanda tiyatroyu daha çok duyuyoruz.

BURSA’NIN İMALAT-HANE’Sİ

Bu yeniliklerden sonuncusu daha çok taze. Henüz dün kapılarını açan İmalat-hane, Bursa’nın çağdaş sanat alanındaki ilk girişimi. Genç girişimci Bora Gürarda tarafından hayata geçirilen bu proje aynı zamanda önemli bir sanayi kenti olan Bursa’nın Organize Sanayi Bölgesi içerisinde açılmış bir ham mekan. İlk bakışta bir sanat galerisi olarak algılanabilecek bu mekanda sadece sergiler açılmayacak. Gürarda’nın uzun vadeli bir planı var. Burada yer yaştan izleyici için sanat odaklı söyleşiler, atölye çalışmaları ve buluşmalar da gerçekleşecek. Sanat danışmanlığını Murat Alat’ın üstlendiği İmalat-hane, Bursa’nın da ülke çapındaki hatta global sanat ortamına katkı sunmasını istiyor. Çok yeni açılan bu mekandaki ilk sergi olan Açık Mekan 3, Nuri Kuzucan’ın sergi fikri ve çağrısı ile bir araya gelmiş çok değerli isimleri Bursalılara sunuyor. 9 Nisan tarihine kadar açık kalacak sergide eserleri yer alan sanatçılar: Murat Akagündüz, Suat Akdemir, Nermin Er, Deniz Gül, Ali Kazma, Nuri Kuzucan, Sinan Logie, Seçkin Pirim, Kemal Seyhan, Canan Tolon, Nil Yalter.

İmalat-hane çok net bir hedefi ortaya koyuyor, kendi ifadesi ile şöyle bu hedef:

  “İmalat-hane, programını Bursa’nın ekonomik, toplumsal ve coğrafi altyapıları üzerine düşünen çalışmalarla kurgular. Sanatın ekolojisi ile ekonomisinin birlikte çalışabileceği bir ağ oluşturmaya gayret eder. Farklı kesimlerden paydaşların desteğiyle kendi kendine yeten bir ekonomik sistemi hayata geçirerek sanatsal üretimin bağımsızlığını sağlamaya çalışır.

Bir süredir yakından takip ettiğim ve açılışında bulunduğum bu yepyeni mekanda sadece kent adına konmuş iyi hedeflere değil, ülkemizdeki genç kuşağın yaratıcı ve girişimci ruhuna tanık oldum. İyi eğitim alan pek çok gencin beyin göçü içinde bulunduğu bu günkü ortamda, Bora Gürarda’nın uzaklaşmayı tercih etmeyip aksine, doğduğu coğrafyadaki bu eksikliği analiz ederek burada bu işe kalkışması umut verici değil de nedir? Hiç şüphem yok ki, Bursa, İmalat-hane ile sanatsal tartışma ve üretim adına çok derinlik kazanacak. İlk sergi ile görüyoruz ki, kendi coğrafyasının dışındaki yaratıcı üretimi de kendine çekerek burada işte o çok sevdiğim scenius’un önemli halkalarından biri olacak. Bundan en büyük faydayı Bursalılar kazanacak.

Türkiye’nin tekstil, otomotiv ve metal eşya üretiminin merkezi olan Bursa, yöresel üretimlerinin dışında sanayi gücü ile öncü bir değer. Gel gör ki, 19. Yüzyıldan itibaren ipek dokuma fabrikalarına, Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte kamu yatırımı ile kurulan Merinos halıcılık fabrikasına ev sahipliği yapmış bu köklü kent bu iki değerine bile sahip çıkamamış. Oysa bu iki alanda da rahatlıkla dünya çapında ekonomik ve tasarıma dayalı katma değer sağlanabilir ve  öncü olunabilirdi.

Üretimin ve ticaretin her zaman sanat ile iç içe olmasının bu tür kıymetleri anlamakta önemli olduğunu düşünmüşümdür. İyi müzik dinleyen bir siyasetçinin, müzeleri gezen ve sanat eserlerini irdeleyen bir sanayicinin, tasarıma meraklı bir öğretmenin, tarihi ve kültürel değerlere meraklı bir annenin, toplum üzerinde yaratacağı fark kuşkusuz yaşamı sadece kendi işlerinden, mesleklerinden ibaret yaşayanlara göre daha belirgindir.

Bu nedenle İmalat_hane ve benzeri girişimler bu Uludağ’ı ile müstesna Ulu kent için aslında fazlası ile geç kalınmış gelişmeler. Hiç olmamasındansa geç olması iyidir diyorum yine de ve biraz kırgın olduğum Bursa’yı 20 yıl sonra yeniden ekliyorum takip listeme. Hoş geldin İmalat-hane!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi