Bahattin Yücel

Bahattin Yücel

Seçimlere doğru

AKP seçimlerden önce eldeki barutu tüketti. Sürekli dağlara, taşlara yazdıkları; Türkiye Yüzyılı sloganının içini dolduracak, nitelikli bir girişim söz konusu değil. Ay’a füze ile sert iniş, milli muharip uçak, Togg söylemlerinin, seçmenleri zerre kadar etkileyecek yanı kalmadı.

Ekonomik kriz, sabit ücretlileri öylesine vuruyor ki, kimsenin bu söylemlere dönüp bakası yok.

Geriye “Osmanlı ve Dünya egemenliği” ile “Dış güçler” masalları kalmıştı ki, son büyük deprem ile kendi mahallelerinde bile inandırıcılıklarını yitirdiler.

Oysa çok övündükleri Osmanlı’nın, son iki yüzyılının temel karakteristiği, hanedanın 1789 yılında Büyük Fransız Devrimi ile dünyada başlayan gelişmeleri tek boyutlu ele almasıydı.

Eski dünyada sanayileşmenin önünü açan bu devrimin, yüzyıl içinde yeryüzündeki imparatorlukların çoğunu tasfiye edeceği gerçeğini göremediler. Tek kaygıları tahtı kurtarmaktı. Dünyadaki gelişmelere salt bu yanıyla bakıldı. Ülkenin geleceğinin, saltanatı kurtarmak ile eş anlamlı olduğunu düşündüklerine hiç kuşku yoktu.

“Tarım”, “Ham madde ihracı” ve transit ticarete dayalı gelir (=vergi) politikaları, iktidarı sürdürmeyi önceleme yaklaşımıyla ele alındı. Bu süreçte azalan kaynakları elde tutmak için yönetim anlayışının odağında, merkezi yönetimin güçlendirilmesi yer aldı.

Saray ve yakın çevresi Fransız Devriminin ardından, iktidar gücünün ellerinden kayacağından çekiniyorlardı.

Bu politikaların ve sınırları koruma amaçlı savaşların mali yükü, kısa sürede imparatorluğu dış kaynak bulmaya; borçlanmaya yöneltecekti. Gelirlerin hızla tükenmesine karşın, üretim ve vergi gelirleri artmıyordu. Üstelik İspanya ve Portekiz’in G. Amerika’da ele geçirdikleri altın ve gümüş, Avrupa ülkelerinin satın alma güçlerini artırmanın yanında, geçen yıllar boyunca ekonomik merkezi Akdeniz’in dışına taşımıştı.

Osmanlı egemenliği altındaki topraklarda bulunan -özellikle- Uzak Asya ile Avrupa arasındaki ticaret yollarını ele geçirme isteği, İngiltere, Avusturya-Macaristan, Fransa ve son olarak Rusya’nın siyasal ve askeri ilgisini çekmeye başladı.

Geri çekilerek Tuna’ya kadar toprak kaybeden Osmanlı ordusuna sadece mühimmat değil, yeterli erzak bile parasızlık yüzünden sağlanamıyordu. II. Mahmut kaynak bulmak amacıyla ünlü Banker Rothshild Ailesine başvurmak zorunda kaldı. Borç alındıkça kaynağı sağlayan ülkelerle yapılan anlaşmalarda verilen ticari tavizler de artıyordu.

Genelde ithalat serbestleştirilirken, ürünlerin ülke içinde yer değiştirmeleri ve ihracattan alınan vergilerin oranları düşürülüyordu.

İçeride kıtlık yaşanmasını önleyen, ihraç ürünlerinden alınan vergilerin yüksekliği, bu süreçte tersine çevrildi. Yeni tanınan imtiyazlarla ham madde çıkışı kolaylaştırıldı. Doğal olarak yerli üretim azaldı. Denge ithalatın artışı yönünde bozuldu.

Sonuçta Osmanlı ekonomisi dışarı sattığı ürünlerden sağlanan gelirden çok daha fazlasını ithalata ödemek zorunda kalıyordu. Örneğin, Fransa ile sürdürülen ticari ilişkiler 18.YY başlarından, 1789 yılındaki devrime kadar geçen 89 yıl boyunca, önceki döneme oranla tam dört kat büyüdü. Bu ilişkilerde ağırlıklı alıcı yani ithalat yapan taraf Osmanlı’ydı.

İmparatorluğun önemli üretim merkezleri sayılan, ancak donanım açısından Avrupa’daki sanayi ile rekabet edemeyen, el emeğine dayalı üreticilerin yaşadıkları Diyarbakır, Halep, Bursa ve İstanbul’daki tezgahların sayıları, artan ithalata dayanamıyor ve dramatik biçimde azalıyordu.

AKP propaganda makinesinin yarattığı; kendilerini Osmanlı torunları olarak niteleyen kesimin, günümüzdeki davranışları ile iki yüzyıl önceki “devlet” anlayışı ne çok benzeşiyor değil mi?

Seçimler öncesinde muhalefeti oluşturan partilerin, halkta yaygınlaşan umutsuzluğu gidermek amacıyla, kampanyalarında başvurdukları yöntemler, girişte özetlemeye çalıştığımız tabloyu anımsattı.

İçinde bulunduğumuz güçlüklerin, kuşkusuz bu denli ağırlaşmasının baş sorumlusu bu iktidardır. Hiç kuşku yok. Ancak çözüm için gösterilen “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemin” AKP’yi iktidara taşıdığı gerçeğini de hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor.

Muhalefet ülkenin bunalımdan çıkması için demokrasiden ayrılmadan dört ana sorunu, radikal önlemlerle çözmek zorunda.

Tarım başta sanayi ve hizmetler alanında üretimi arttırmak.

Verimliliği sağlamak.

Ekonomiyi en kısa sürede kayıt altına almak.

Ülkenin farklılıklarını gözetip bütünlüğünü koruyarak yerinden yönetmek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bahattin Yücel Arşivi