Serbest düşüş

Son günlerde yaşanan döviz kuru krizi pek çok açıdan ilginçlikler taşıyor. Pek çok şey öğrendik.

İlk olarak dalgalı kur rejimlerinin önemli özelliklerinden biri kur değişimlerinin zamana yayılmasıdır. Serbest kur rejimlerinin tersine işletmeler ve hane halkları yeni seviyelere uyum gösterebilmek için zaman bulabilirler. Fakat bizim ekonomi yönetimi bunun da çaresini bularak dünyaya örnek olmayı başardı.

İkincisi, ev yapımı yani kendi imalatımız olan bir kriz yaratmış olmak. İktisadi sonuçları olan saplantıların esiri olarak iktisat alanında “bir şey denemek” duvara toslamamıza neden oldu. Aşağı yukarı üç yıldır sürdürülen bu saplantılı politikanın her aşamasında ortaya çıkan duruma göre bir kılıf uydurma çabası ise artık gülünç olmayı aştı. Sonuçları itibariyle derin bir yoksulluk ve umutsuzluk yaratarak toplumu derinden sarsan bir “deneye” dönüştü. Aslında bir AKP yöneticisi “Bir şey deneniyor” derken ne kadar samimiydi bilemeyiz ama baş CEO kendisinden çok emin.

Bu üç yıllık dönemde, kur her zıpladığında “Biz kurla ilgilenmiyoruz ki” diyen derin iktisat bilgisine sahip bir yönetici ile karşılaştık hep. Damat Bey’den başlayan bu akım ne yazık ki Merkez Bankası’nın skandal açıklamasına kadar vardı. Gözümüz aydın TCMB kur ile ilgilenmiyormuş, dikkatli olsak çok iyi olurmuş. Daha birkaç gün önce ise cari açık tüm ekonomi politikasının temel hedefiydi. TL’nin değerini düşürerek cari açığı kapatacaktık, aksi açıklanmadığı için bu politikanın yürülükte olduğunu kabul etmemiz gerekiyor ama Merkez Bankası kurlarla ilgilenmiyormuş.

Merkez Bankası’nın ve Damat Bey’in aksine biz kurlarla çok ilgiliyiz, maalesef. AKP iktidarının iğneden ipliğe her alanı dış şoklara açan ekonomi yönetiminden sonra aksi mümkün değil. Herhangi bir ev eşyası alacağız, kurlar fiyatı etkiliyor, çünkü küresel entegrasyon küresel fiyatları dayatıyor, dolayısıyla TL’ye çevirirken döviz kuru devreye giriyor. Pazara çıktık; domates fiyatı kurlarla ilişkili. Çünkü gübreden, tohuma, nakliyeye kadar uluslarası fiyatları devreye soktunuz. Sevgili Asaf Hoca’nın takip ettiği berber fiyatları bile dolaylı olarak kurlarla ilgili. Berberler de ev eşyası alıyorlar, pazara çıkıyorlar. Hayat onlar için de pahalanıyor, dolayısıyla fiyatları artırmak zorunda kalıyorlar.

Bütün bunlar bize döviz kurunun, dışa açık ekonomilerde en kritik “nümerer” büyüklüklerden biri olduğunu gösteriyor. Ama Türkiye’deki deneysel ekonomi yönetiminin ilgisini çekmiyor. Döviz kuru yükseldikçe halkın derin yoksulluğa sürüklenmesi, refah seviyesinin hızla gerilemesi umurları değil. Bir şey denemek daha önemli! Bu deneyin sonuçları dolar ile kazanan, lüks araçlara binen çoluk çocuk ve akrabayı, döviz kuru üzerinden ihale kapan yerli ve milli ve de partili keneleri ilgilendirmiyor olabilir ama biz ölüyoruz, biz çöplerden beslenmek zorunda kaliyoruz, biz derin bir umutsuzluk hastalığına kapılıyoruz. Sağır kulaklarınız ve vicdanlarınız duymaz ama durum budur.

Üçüncü olarak, bir serbest kur rejiminde saniyeler içinde döviz kurunun %10 civarında dalgalanması eskiden pek görülmezdi. Hem de döviz büroları ve bankalar fiyat oluşmaması/kararsızlığı nedeniyle geniş spredlerle fiilen işlem yapmazken. Ancak 2008 krizi ile başlayan rezerv paralardaki aşırı likidite finansal piyasalarda önemli değişikliklere neden oldu. Normalde bildiğimiz piyasalarda bu kadar yüksek likidite, finansal varlıkların aşırı fiyatlanmasına, değer ile fiyatlar arasında akıldışı bir oran ortaya çıktığında da finansal kriz yoluyla varlıkların ve sermayenin değersizleşmesine neden olurdu. Fakat 2003 yılında beş büyük rezerv paranın emisyonu yaklaşık 3.5 trilyon USD iken şu sıralarda yaklaşık 35 trilyon dolara çıktı ancak, köpüğün alınmasına ve sermayenin değersizleşmesine neden olacak bir büyük finansal kriz ile karşılaşmadık.

Bunun nedeni finansal piyasalarda yaşanan büyük keşif. Artık finansal piyasaların önemli bir bölümünde fiyatların değerler ile bağı koptu. Finansal kontratlar, dayanak varlıkların fiyatlarındaki değişim üzerinden yapılıyor. Yani bir tür bahis kuruluyor. Biri kaybederken diğeri kazanıyor. Hatta son zamanlarda popülerleşen coin’leri ise değeri olmayan fiyatlar olarak nitelendirmek mümkün. Bunların her biri artık kendi kodu ile hareket eden piyasalar ve fiyatlar. Yıllar önce Baudrillard Kötülüğün Şeffaflığı adlı kitabında bunları kendi kodu ile büyüyen kanserojen ur olarak nitelendirmişti. Çok haklı. Kansorejen, çünkü kaldıraçlı işlemler nedeniyle oluşan devasa işlem hacmi dayanak varlık olarak adlandırılan emtiaları, kurları ve aklınıza gelebilecek her şeyi etkiliyor. Bunlar ise reel ekonominin yani hayatımızın bir parçası. Ne yazık ki bu kanser önünde sonunda bizim vücudumuzu sarıyor.

Bu yeni durum, ülkelerin ekonomi yönetimlerini son derece bilgili, yetenekli ve aldıkları kararlar ile bu olumsuzlukların ülkede tahribata yol açmasını engelleyebilecek niteliklere sahip olmasını gerekli kılıyor. Merkez Bankasının ehil ellerde ve bağımsız olması bu yüzden çok önemli. Kendisini iktisatçı olarak tanımlayan herhangi bir siyasetçinin her fırsatta saplantılarına uygun görüşleri dile getirmesinin bir sakıncası yok ama, karar süreçlerinde tam hakimiyete sahip olması koca bir ulusu toptan yoksullaştırabilir. Çünkü yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığım gibi, finansal piyasaların yapısı finansal akımların ve spekülasyonların genliğini son derece yükseltmiş durumda.

Son olarak, yandaş basında ve kimi siyasiler ile bürokratlar arasında çokça dile getirilen “TL’nin değerini düşürüyoruz, böylece dış açık azalacak” masalına değinelim. “Döviz kuru ve dış ticaret” başlıklı çizimden de görülebileceği gibi, döviz kurları ile ihracat ve ithalat arasında mutlak bir belirleyicilik yok. Grafikte mor ve kesikli çizgi döviz kurunu kırmızı çizgi ithalatı mavi ise ihracatı gösteriyor. Kesikli çizgi ise 15 Temmuz darbe girişimini. Sağ eksende USD’ın değeri solda ise ithalat ve ihracat değeleri izlenebilir.

Bu dönemde, 2013’ten 2021 Ekim ayına kadar döviz kuru 2 TL’den 9 TL’ye 4.5 kat arttığı halde ithalat ile ihracat arasında görülen paralel seyir bozulmamış. Demek en az döviz kuru kadar önemli başka faktörler de var. Örneğin, ihraç ürünlerinin ithal girdiye bağlı olması gibi. Türkiye’de işletmeler ihracattan değil yurtiçi satışlardan para kazanırlar. Çoğunlukla ihracat yapanlar hacime kavuşarak üretimde ölçek ekonomisi yaratırlar ama asıl olarak yurtiçi satışlardan yüksek kârlılık elde ederler. Değersiz TL girdiyi pahalılaştırdığı için ihracatçıyı da sıkıştırır. Bunun yanı sıra, euro/dolar paritesi, malların talep esnekliğinin çok düşük olması gibi çok sayıda faktör ihracat performansı üzerinde etkilidir. Bütün bunları bir kenara bırakıp giriş düzeyindeki ders kitaplarının analizlerine saplanıp kalmış kişilere mahkum olmak bizim kaderimiz olmamalı.

Çünkü bu iş sonunda gelip bizi vuruyor. Reel efektif döviz kuru (REDK) darbenin büyüklüğünü gösteriyor. Normalde 100 civarında dalgalanması gereken REDK %30’luk son zıplamadan önce 60 seviyesindeydi (mavi çizgi). Gelişmekte olan ükeler karşısında ise 50’ye kadar gerilemişti. Bu serbest düşüşün tek anlamı var: Bütün dünya karşısında derin bir yoksulluğa gömüldük. Bu serbest düşüşe kokpitteki ehliyetsiz kişiler neden oluyor. Artık, buna bir son vermek zorundayız. Bu güzel ülke, ehliyetsiz kişilerin elinde oyuncak olmayı, deney faresi olmayı hak etmiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haluk Levent Arşivi