İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

Sıklet merkezi?


Günün en fazla konuşulan konusu bu!
Aslında Kılıçdaroğlu’nun tam kastettiği şey de bu!..
Perşembenin gelişi misali…

CHP mealen diyor ki:
Evet biliyoruz kardeşim, Erdoğan’ın 3. kez Cumhurbaşkanı adaylığı Anayasa’ya aykırı.
Ancak YSK’nın bunu umursamayacağını ve adaylığını onaylayacağını da bu kurumun cemaziyel evvelinden biliyoruz.

Hukukçularımız elbette tarihe kayıt düşmek adına gerekeni yapacak, tabii ki buna gereken itirazlar yapılacak.

Ancak elimizde; ekonomik yıkım; yolsuzluk; yandaş kayırma; adaletsizlik; çeteleşme gibi sandığa damardan etkili bunca propaganda silahı varken, fiilen sonuç alamayacağımız bir konunun seçim atmosferini sise boğmasını istemiyoruz.
Bu tam da Erdoğan’ın tercihi.
Bomba, onun sis bombası!
Biz neden onun sisli puslu minderinde güreşelim!
Neden ona ısrarla kurmak istediği “Bakın bana muhtar bile olamaz demişlerdi, şimdi yine o günlere döndüler” cümlesini kurduralım!
Neden Erdoğan’ın eline ‘iyi kullandığı tescilli’ bir mağduriyet malzemesini verelim!
Israrlı itirazımıza rağmen, adaylığı onaylandığında seçimi protesto etmek, meclisten çekilmek gibi bir lüksümüz var mı?
Yok!

Karşı çıkanlar ise özetle “Ama Erdoğan mağdur olmasın diye Anayasa’yı mağdur ediyoruz. Sonra şöyle yol olur, böyle içtihad olur..” diye itiraz ediyorlar!
Evet bu itirazlar da doğrudur ama hele şu son paragrafı da bir okuyun!

Bir tv söyleşisinde emekli komutanlardan biri, yanlış hatırlamıyorsam Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz “sıklet merkezi” diye askeri bir terimden söz etmiş ve ”…kazanmak için rakibin en zayıf yerine, en büyük gücünüzü uygulayacaksınız!..” benzeri bir cümle kurmuştu.

Biz karikatürcüler, yaptığımız işin mantığı icabı en kısa yoldan en etkili sonuca odaklı düşünmeye alışmışız!
Aklın yolu bir!
Bana göre de meselenin özeti bu cümlede gizlidir!
‘Sıklet merkezi’ni doğru tespit etmek ve ona uygun davranmak işin özüdür.

Elle yalamak


Elle yalamak nedir?
Dille yalamanın bir tık pişmanlık katılmış versiyonudur..
“Tayyip Abi’nin ayakkabılarını elimizle yalamamız gerekir”
diyerek yalama sanatının doruklarına bayrak diken AKP Ordu Milletvekili, neden doğrudan “yalamamız gerekir” yerine “elle yalamamız gerekir” demiştir?

‘Özüründen’ yola çıkacak olursak, aslında kahramanımız; “ayakkabısını yalamamız gerekir” diyecektir ki, son anda, allahı var; bunun fazla olduğunu amacını aştığını, bir seviye geri çekmek gerektiğini hisseder. Ama cümle bir kez raya girmiş, füzenin fitili ateşlenmiştir. Yerine hızla bir şey bulamayınca ifadenin başına “elle” kelimesini ekleyerek bir ‘motor fren’ efekti yaratmaya çalışır.
Bu kez de cümlenin yapısı mala bağlar!
Artık, “Ayakkabıyı elle yalamak” gibi saçma sapan bir hibrit oluşmuştur.
Halbusu biz biliyoruz ki ‘elle silinir’, ‘dille yalanır!’

Şimdi olayı üniversite 1. basamak, doğru kelimeyi bulma sorusuna dönüştürelim, tatlıya bağlayalım!
Soru: Bir ayakkabıyı elin ile yalarsan neyin ile fırçalarsın?
‘Neyin’ kelimesi yerine doğru kelimeyi yazınız!
a) Sakalının püskülleri
b) Saçının perçemleri
c) Döşünün kılları
ç) Diğer

Al sana fırsat


Gazetecinin işi soru sormaktır.
Makul siyasetçi için gazetecinin sorusu altın değerinde fırsattır.

30 Aralık’tan beri ortada yanıt bulamayan bir soru var!
İşte gazeteci de hazır sormuş.
“Sinan Ateş cinayetini MHP ile ilişkilendirenler var, ne diyorsunuz?”

Gecikmiş ama fırsat bu fırsat deyip açıklayın!
“İlgimiz yok!” deyin o kadar!
Fazla uzun yanıta gerek yok!
“Zinhar ilgimiz yok!” deyin.
Bitsin gitsin!

İşini yapan, doğru soruyu ayağınıza getiren bir kadın gazeteciyi omuzla, dirsekle adeta olay mahallinden uçurmak da neyin nesi?
Hakkı, hukuku, ayıbı bir yana, delikanlılığa aykırıdır!

Haftanın en saçma hesabı!


Geçtiğimiz hafta bu köşede, ekonomist Murat Muratoğlu’nun, twitter hesabında yayınladığı bir espriye yer vermiştik!

“Erdoğan seçimi kaybettiğinde, YSK’ya ‘Benim aslında 3. kez aday olma hakkım yoktu!’ diye itiraz ederek seçimi iptal ettirmeye kalkar mı?” şeklindeki şakanın hafta boyunca ciddiye alınarak çeşitli platfomlarda tekrar edildiğini izledik.

Efendim, böyle esprileri arkasını düşünmeden ciddiye almayın lütfen!
Buyrun algoritmasını çizelim!
Erdoğan kaybedip de “3. kez hakkım yoktu” diye itiraz ederse; iki ihtimal var!
İtirazı kabul edilir ya da reddedilir.
Kabul edilirse: seçim yenilense de aday olamaz, kaybeder
Kabul edilmezse: zaten kaybetmiş olduğu için kaybeder.

Mizahın gerçekle yarışı sürüyor!


Çok beğendiğim bir karikatür ya da bir mizah yazısı gördüğümde “Vaay, çok iyiymiş!” deyip beğen tuşuna basmakla birlikte, ne yalan söyleyeyim, için için de kıskanırım.
“Keşke bunu ben bulsaydım” derim.
Mizahçıların, “Nasıl da bunu en önce ben düşünemedim” dedikleri espriler olur.

Mizahın kendi içindeki doğal yarışıdır bu!
Bazen not aldığın, çizmeyi yarına bıraktığın bir espriyi, bakarsın bir televizyon programında, harcıalem bir muhabbetin içerisinde, birisi fıkra gibi makara yaparak anlatır.
“Tüh be, gitti!” diye hayıflanırsın.

Mizahın içinde; mizahçıların arasında, böyle övgülü, gıptalı, imrenmeli, ama yer yer ‘ayarlı bir kıskançlık’ da içeren yarış doğaldır.

Doğal olmayan; mizahın gerçekle, yani abartının normalle, yani egzajere edilmişin tabii olması gerekenle yarışmasıdır.
Bu normaldışı yarış böyle distopik dönemlerde had safhaya çıkar.

Misal, 21 Ocak tarihli gazetemizde, logonun yanındaki karikatür köşemizde, üstteki karikatür yayınlandı. Karikatürle aynı gün, bütün medyada haber olarak şu meşhur: “Çocuğa karne hediyesi 3 kalem pirzola” haberi yer alınca, bizim karikatür, ustaların deyişiyle ‘ağaca çıktı!’
Çünkü gerçek, o kadar absürtleşmişti ki, bizim abartımızın, olayın mizahını yapmamızın bir anlamı kalmamıştı.

Espri aynıydı, ancak espriyi bulan başka bir mizahçı değil hayatın kendisiydi…

Gerçi sonradan “çocuğa dikte edilmiş” dendi, kanıt olarak kırpılmış bant, ham bant diye yayınlandı, muhabir işten atıldı ama bu haberin kurgu olup olmaması bu memleketteki çocukların büyük çoğunluğunun gerektiği kadar protein alamadığı, ete, süte ulaşamadığı gerçeğini değiştirmiyor.

Çocukların eti ancak bayramdan bayrama ya da karne hediyesi olarak yiyebildiğinin ya da yiyemediğinin gerçek işaretini ham bantlarda aramayın!
23 Nisan’larda bir araya gelen farklı uluslardan çocukların boylarıyla, çocuklarımızın boylarını kıyasladığınızda durumu net bir şekilde anlıyorsunuz..

Rakibimiz gerçek, gerçek de acı olunca mizahın tadı tuzu kalmıyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi