Sıradaki salgın

Son Güncellenme Tarihi: Ocak 23, 2021 / 15:20

Yaşadığımız pandemi sürecinde özlediklerimizle buluşmak için yeni yöntemlere tutunduk. Tutunmaya da devam ediyoruz. Belirli gün ve saatte ekran karşısında görüntülü buluşmalardan bahsediyorum. Birkaç gün önce ilaç sektöründen bir dostum ve tıp doktoru bir yakınımla, elde kahve ve çaylarımızı yudumlayarak buluştuk. Eski günlere dair komik olaylarımızı hatırladık. Eski deyince, neresinden baksanız yirmi beş seneyi aşan bir eskilik söz konusu… İyi geldi, hatırlamak, gülmek.

Konular döndü dolaştı ve öyle bir noktaya vardı ki sonunda Sisifus’un (Sisyphus) sırtladığı kaya bloğunu yamaçtan yukarı taşımasındaki gibi bir sonsuz uğraşla baş başa kaldık. Zeus’un tüm insanlara verdiği bir ceza mıydı bu? Tanrı’dan daha akıllı, daha fikirli olduğumuz için hani.
Soru oldukça net idi. Yakınlarda yeni bir salgın tehdidi var mıydı? Cevabı da net oldu: Evet. Ancak gelecek olan salgın yavaş yavaş büyüyecekti ve konuyla ilgili yazılan kimi makalelere göre 2050 yılına kadar yılda 10 milyon insanı öldürecekti. Yeni salgın atağının bu defa virüslerden değil bakterilerden geleceği öngörülüyordu. Yani, antimikrobiyal direncin küresel pandemisiydi, söz konusu olan. Benim gibi bilmeyenler için antimikrobiyal direnç (AMD) deyince ne anlamalıyız, ona bakalım: Herhangi bir mikroorganizmanın (mesela virüsün, mesela bakterinin) ortadan kaldırılması için kullanılacak tedaviye karşı direnmesi ve varlığını sürdürmesi gibi bir şey. Antimikrobiyal tedavi deyince de şunu anlamalıyız: Virüs tedavisi için antiviral ilaç kullanıyoruz, bakterilerden kurtulmak için de antibiyotik kullanıyoruz. Virüs ve bakteri birbirlerine vidanjör ve kalorifer dilimi ne kadar benziyorsa o kadar benziyor!
Bu yeni salgın, antibiyotik tüketimi (doktorların reçeteleme rutini) ve toplumsal düzeyde alınan gereksiz antibiyotik kullanma kararları ve sıkı durun, gıda seçimleri yoluyla artma eğiliminde. Küresel salgın bu defa bakterilerden geliyor. Üstelik hastaların hayatlarını giderek daha fazla tehdit edecek diyorlar. Balık ve hayvan çiftliklerinde verilen antibiyotikleri, balık ve et tükettiğimizde farkında olmadan vücudumuza alıyoruz ve bu da bizi yeni pandemi adayı “dirençli bakteriler”e karşı gittikçe daha fazla zayıf hale getiriyor.

Alınan antibiyotiklere direnç gösteren bakterilere karşı mücadelede yeni antibiyotik geliştirme bir çözüm gibi dursa da bakterinin yarattığı tahribat hızına yetişmek mümkün olamayabiliyor. Antibiyotiklerin ilk kullanıldığı dönemde bakterilerin dirençli hale gelmesi ortalama 21 yıl sürüyordu. Şimdi ise bakterinin ölmemek için direnç geliştirme süresi bir yıla inmiş. Yani, bakteriler insan karşısında daha da silahlanmış hale geldi. Bugün CDC (Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi) hazırladığı güncel raporda 18 farklı antibiyotiğe dirençli bakteri türünü listelemiş ve bunlardan beşini insan sağlığına yönelik acil tehdit olarak sınıflandırmış.
Covid-19 nedeniyle hastaneye yatanların %70’ine, ki virüste antibiyotik ancak ek olarak başka enfeksiyon varsa veriliyormuş, antibiyotik başlanmış. Bu durumun önümüzdeki yıllarda antibiyotik kullanımına bağlı ilaca dirençli bakteri ölümlerinde artışa neden olacağı düşünülüyor.
Bir el verin de şu kaya bloğunu tekrar yukarı taşıyalım, Sisifoslar sizi!
Ya da daha anlamlı bir şeyler yapabiliriz. Madem durum böyle, o zaman içi kurumuş, hayattan zevk almayı ıskalamış, dostlarla çevrili sofralarda kahkaha atmamış, masanın altına giren kediyi tekmelemiş, belki bir lokma verirler diye sebatla bekleyen sokak köpeğini kaçırtmak için taş atıyor gibi yapıp korkutmuş, sevgilinin başını göğsüne yaslamamış, rüzgarda saçlarını savurmamış, insan bedeninin müzikle harmonisi karşısında hayranlık duymamış, betonu delip çıkan papatyayı öldürmüş, hiçbir şeyin değerini bilmeyen ama parasını bilen adamları, kadınları kendimize yönetici diye seçmeyelim de kalan hayatımızı bildiğimiz gibi yaşayalım. Virüsler ve bakterilerle birlikte… Hep olduğu gibi.
Meraklısı için kaynaklar: https://www.cdc.gov/drugresistance/biggest-threats.html ve https://www.ted.com/talks/marty_makary_the_next_pandemic/details

Aytuna Tosunoglu

Ankara’da 1963 yılında doğan Aytuna Tosunoğlu’nun çocukluğu İzmir ve Malatya’da, öğrencilik yılları İstanbul ve Londra’da geçti. 2002 yılına kadar çeşitli çokuluslu şirketlerde çalıştı. “Müseccel Marka”, ilk öyküsünü on altı yaşında yazan Aytuna Tosunoğlu’nun ilk romanı.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top