SİYAH KARŞISINDA EN KİRLİ RENKTİR BEYAZ!

Son Güncellenme Tarihi: Haziran 19, 2022 / 01:56

“Hayatın gerçeklerini ortaya çıkarmak için büyük bir sabır ve özveriyle uğraşanları böylesi söz oyunlarıyla karalayan ‘soylu’ insanlardan olmaktansa, kendini ve haddini bilen, gerçeğe saygılı bir maymunun soyundan gelmiş olmayı yeğlerim…”

“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler…” 

(Özdemir Asaf – Jüri)

Ankara Kızılay’da Somalili siyahiler tarafından işletilen ve daha önce polis baskısı nedeniyle tabelasını defalarca değiştiren Saab Cafe’nin yeniden kendi adıyla yaptırdığı tabelasının açılış törenine polisler müdahale etti. Tabela, polis zoruyla ironik şekilde beyaza boyandı, beyazla; gökkuşağı, renkler, kelimeler, yazılar ve resimler kapatıldı.

Siyahi işletmecilerin tabelasının beyazla kapatılması kolektif bir bilinçaltını da bize yansıtıyor. Sosyal medyada olayı protesto eden bazıları “Balta girmemiş ormandaki kabileler bile sizden daha medeni”, “Zenciler insan değil mi?” diyerek olayı bu kültürel kodumuzla bir güzel protesto etmiş oldular. Böyle destek düşman başına!

Espri Oscar’ına layık bazı aklı evveller de Twitter’da “Afrika’da yemek var mı ki mutfağı olsun!” , “Bu açlar ne ara hangi yemekle mutfak açabilmiş” diye yazdılar.

Bazı ‘muhalif’ internet haber siteleri ve gazeteler yaşananları “Ankara’da bir garip vaka” ve “Başkentte kafe gerginliği” başlıklarıyla verdi. Oysa ortada ne garip bir vaka ne de sıradan bir gerginlik vardı.

Kafe işletmecileri Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlık belgesini, yani kimliğini; bununla beraber ruhsatını gösterdi ancak yeterli olmadı tabi. İşletmenin ortaklarından Mesenet Karakaya “Ben sadece çalışmak istiyorum. Benim bunu yapmak istemem suç mu? Suçsa çocuklarımı alıp gideyim. Neden böyle oluyor? Benim bu derimin rengi suç mu? Yıllardır buraya gelip ‘gideceksiniz buradan’ diyorlar.”

Ben burada iş yerinin mevzuata ne kadar uyduğu, ya da uymadığından bahsetmeyeceğim. Ya da yabancı levha konusunda büyük uluslararası şirketlerin tabelalarına asla dokunulamamasından da söz etmeyeceğim. Ben asıl olarak, olay sonrası gösterilen; kendiliğinden harekete geçen bazı reflekslere değinmek istiyorum.

Her şeyden önce ırkçıların en büyük problemi, ırkçı olduklarının farkında olmamalıdır. Her ne kadar bir ülkede ırkçılığın olması için sermayenin hammadde talebi süreci veya çok kuvvetli bir orta sınıf olması şartını süren bazı siyaset bilimcilerinin aksine ırkçılığın kültürel motivasyonu, sınıf çatışmalarının da öncesinde yer alıyor.

Ankara Kızılay’da ‘kovaladıkları’ siyahi kadın hepimizin ‘anasıdır’ desek yanlış olmaz. 1974 yılında Fransız Maurice Taieb ile Amerikalı paleontolog Donald Johanson’un ekibi Afrika Etiyopya’da yaklaşık 3,2 milyon yıl yaşındaki 105 cm boyundaki Australopithecus afarensis fosili buldular. Bu fosil bir dişiydi ve ona Lucy dediler. Ayağa kalkan ilk primatlardan olan bu tür, ‘insansı’ denilen hareketi, yani insanlığı ayağa kaldıran o adımı atanlardandı.

İnsan evrimi genelde hepimizin aklına kazınan meşhur görseldeki gibi sıralı ve arka arkaya zaman dilimlerinde düşünülür ki bu yanlıştır. İnsan evrimi DNA sarmallarına benzer birbirine geçmiş yükselen bir ağaç gibidir. Burada türler aynı anda var olabilir ve yer yer karışır. İnsanla şempanze arasında yüzde 99’a gelen gen benzerliği, bazı ağaçlarda yüzde 50. Hani şempanzelerle olan bu büyük ortaklığımızdan rahatsız olan varsa tercihini uzak kuzenlerimiz olan ağaçlardan yana kullanabilir!

KÜLTÜREL ZENCİDEN GERÇEK ZENGİ KOVALAMA PRATİĞİ!

“Kürtler de bu ülkenin evladı”, “Aleviler içinde çok iyiler de var. Benim Alevi komşum var mesela” ya da “Ermeniler’in hepsi kötü değil” duyarlılığını kaybetmemiş bir linç pratiğine maalesef sahibiz. Tıpkı, dünyanın hemen hemen her yerinde olan benzer vakalar gibi.

Yıllar önce futbolcular Drogba ve Eboue maça çıktığında tribünlerden muz gösteren taraftar da; Amed Spor’a karşı defalarca yapılan ırkçı tezahürat sahipleri de konu ırkçılığa geldiğinde bunu asla kabul etmeyeceklerdir. Çünkü onlara sorarsanız yaratılanı yaratandan ötürü sevmektedirler. Peki, oradan devam edelim; Ankara Kızılay’daki siyahi kadın “Allah beni böyle yaratmış suç mu?” ifadesini nereye koyacağız?

6 Eylül 1955’te Kıbrıs’ta yaşanan trajedi nedeniyle gerilen ortamda, Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı iddiası bahane edilerek, İstanbul’daki Rumlar hedef alınmıştı. (Bomba girişiminin bir Türk ajan tarafından yapıldığı daha sonra ortaya çıkacaktı)

O esnada hedef alınanlardan birisi de Lefter Küçükandonyadis’ti…

Büyük Milli futbolcumuz. Türk Bayrağını gururla göğsünde taşıdı, hem Türkiye’de hem Avrupa’da tüm Türkiye’nin gururu oldu. Golleri arka arkaya atıyor, kupalar kaldırıyor, ülkemizi dünyada temsil ediyordu. Bazen kitleler evinin önüne gelerek çılgınca tezahürat yapıyor ve onu kendilerinden geçerek alkışlıyordu.

Onu alkışlayanlar, kısa sürede onu linç edebilir miydi?

Yanıtını Lefter’e bırakalım. “15 gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O gün ise kayalar ve boya tenekeleri ile karşılaştım. En kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar. Çok sordular kim yaptı diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim. Bana bunları sorma, başımı belaya sokacaksın. Tamam sürdüler, babamı da üzdüler. Hâlâ ağlarım babamın anlattıklarına. Babam garibanın tekiydi. 6-7 Eylül’de yaptıkları ayıp değil mi? Olmaması lazımdı değil mi? Nesini konuşacağız.”

Hiçbir toplum tamamen ırkçı değildir. Buradaki asıl konu; ırkçılık gibi bir insanlık suçuna o ülkede gösterilen toleranstır. Önemli olan, ırkçılara bulundukları ülkede toplum, medya ve hukuk tarafından nasıl yanıt verildiği; yahut verilmediğidir. Bu da bir ülkenin medeniyet metrelerinden birisidir. Örneğin Almanya’da yaşayan bir Türk’ün tabelası bu şekilde boyansa, haklı olarak da isyan etse burada bizim ahali arasında isyan başlardı. “Irkçı Almanya, Nazi Almanya!” şeklinde trendler birbirini izlerdi. O siyahi kadınla alay edenler, bu defa ırkçılığa karşı bayrak açarlardı!

Bir diğer yanlış söylem de “Irkçılık bir hastalıktır” ifadesidir. İyi niyetle kullanılan bu söylem, kişilerin ve toplumların istemi dışında vuku bulan bir kontrol dışı süreci ifade eder. Oysa ırkçılık bir hastalık değildir. Irkçılık tercih edilen, seçilen, bilinçlere yerleştirilen, sermaye yapısı ve rejimlerle çok ilgisi bulunan bir ideolojik yapısal/kolektif kötülüktür. Hastalığı tercih edemezsiniz ancak ırkçılık bir tercih (sistem) meselesidir.

Şimdi Ankara’da yaşanan olaya bakınca daha önce ‘kültürel zenci’ , ‘öteki’ kovalama pratiğinin bu defa direkt ‘Gerçek zenci’ kovalama pratiğine evrildiğini görüyoruz. Oysa kovalanan ve sosyal medyada bazı kesimlerce alay konusu edilen kadın bizzat, onların (alay edenlerin) evrimsel süreç içinde ‘anasıydı!’

Bununla birlikte bir hak teslimi yapmak gerekiyor. O kafede siyahilerin yanında yer alan vatandaşlar, avukatlar, gazeteciler, siyasiler de bu ırkçı linç pratiğe karşı insanlık pratiğinin de bu topraklarda var olduğunu; olabileceğini bizlere gösteriyor.

MAYMUN SOYUNDAN GELMEYİ YEĞLERİM!

Dünya tarihi, özellikle Batı’da çok büyük acılara ve katliamlara neden olan ırkçılık ve siyahilere karşı yapılan saldırılarla dolu. Bunlar hem kitlesel hem bireysel hem de bazı ülkelerin devlet politikaları nedeniyle oldu.

Son yaşanan Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte Batıda da o kültürel ırkçılık yer yer hortladı. İnsan Hakları idealleri üzerine kurulduğu söylenen Avrupa Birliği sığınmacı ve göçmen konusunda sınıfta kaldı. Bazı Ukraynalı, Avrupalı yetkililer çekinmeden “Beyaz insanların öldüğünü görüyorum ve bu bizi kahrediyor” dedi. Sınırlarını Afganlar, Suriyeliler başta olmak üzere Ortadoğu, Asya ve Afrika insanına tamamen kapatan Avrupa; iş Ukraynalı beyazlara gelince tam tersini yaptı ve kapıları sonuna kadar açtı.

Beyaz kadar hiçbir renk bu kadar kirlenmemiş, kirletilmemişti. Tıpkı dünya tarihinde de olduğu gibi. Dünyanın en suçlu rengi ‘beyazken’; en masum ve haklı rengi ‘siyahtır.’

Ekonomik zorluklar, sömürü düzeni, yoğun sığınmacı/mülteci dalgaları ve iktidarda kalmak için yapılan tehlikeli söylemler kolektif ırkçılığı körüklüyor. Hem dünyada hem de ülkemizde karşımıza çıkan bu ırkçı, türcü, mezhepçi, cinsiyetçi ve gerici ‘insanlara’ karşı maymun soyundan gelmeyi yeğlemenin zamanıdır.

Tayfun Hocanın (Atay) her ihtiyaç duyulduğunda tam zamanında ara ara hatırlattığı Thomas Henry Huxley’in o muhteşem sÖZleri ile yazıyı bitirelim.

Charles Darwin’in Türlerin Kökeni kitabı İngiltere’de yayımlandıktan hemen sonra kopan şiddetli tartışmalarda en ön safta olmuş doğabilimci Thomas Henry Huxley, Oxford Piskoposu Samuel Wilberforce’nin “Siz, büyükbabanız tarafından mı yoksa büyükanneniz tarafından mı maymundan geliyorsunuz?!” sözleri üzerine şu tarihi cümleleri sarf eder: “Hayatın gerçeklerini ortaya çıkarmak için büyük bir sabır ve özveriyle uğraşanları böylesi söz oyunlarıyla karalayan ‘soylu’ insanlardan olmaktansa, kendini ve haddini bilen, gerçeğe saygılı bir maymunun soyundan gelmiş olmayı yeğlerim.”

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top