Siyasi alanın tahribi ve siyasetsizlik

Üretim biçiminden üretim araçlarına, sosyal ilişkilerden siyasete her şeyin değiştiği, küresel barış ve birlikte varolmanın yerini küresel jeopolitiğin aldığı…hızla değişen ve eski ile yeninin içiçe geçtiği, korona salgınıyla birlikte her şeyin bir keşmekeşe dönüştüğü günümüz dünyasında, Türkiye’yi yönetenler bu değişimi pek anlamış görünmüyorlar.
Geleceği yönetme becerisi ve donanımından yoksun olan tüm yönetimler gibi bizde de mevcut iktidar, ya geçmişin şaşasına yaslanarak ya da kurumsal yapıyı tahrip edip otoriterliğe alan açan keyfiliğin dozunu artırarak bu keşmekeşten korunacağını sanıyor.
Siyasetin yerini propagandanın aldığı, hukukun araçsallaştığı, biz ve onlar ayrımının derinleştiği bir ortamda kitleler, geleceğin ekonomisi, eğitimi, sosyal ilşkileri ve siyasetinin nasıl olması gerektiği üzerine düşünmek ve bu geleceğe hangi yol ve yöntemle ulaşacaklarını tasarlayacak ortak aklı aramak yerine, popülist liderlerin peşinde eskiye sıkı sıkı sarılmaya çalışıyor, geleceğin belirsizliğinden korunmak için temel hak ve özgürlüklerini ve tüm yurttaşlık haklarını güvenliğe feda ediyorlar.
Haliyle hukukun yerini keyfiliğin, kurumsal demokrasinin yerini tek adamların aldığı, itirazın düşmanlık kabul edildiği, esas olanın otoriteye itaat olduğu, yönetenlere hesap sorulamayan ve gücü spektaküler biçimde sergileyerek, iktidarlara itiraz etmenin maliyetini ağırlaştıran rejimler işbaşına geliyor.
Siyasetin zeminini tahrip eden bu rejimlerin ortak özelliği olağanüstülüğü olağanlaştıran sürekli bir savaş halini kitlelere kabul ettirerek, kitleleri paralize etmeleri ve yarattıkları bu korku dolu ve hesap sorulamaz ortamda keyfilik, şahsilik, kuralsızlık alanını alabildiğince genişleterek, kitleleri seçeneksiz bırakmalarıdır. Popülist iktidarların bataklığa dönüştürdükleri siyaset ortamı, kitlelerin muhalefete, aydınlara olan güvenini yok ederek demokrasiyi itibarsızlaştırmakta ve kitleleri, gücü elinde tutan otoriter rejimlere mecbur etmektedir.
Bugün hem içeride hem dışarıda biri bitmeden diğeri başlayan, tüm enerjimizi, aklımızı, kapasitemizi emen ve ülkeyi A’dan Z’ye bir çöküşe sürükleyen sürekli çatışma ve kriz haline rağmen, krizin sebebi olan iktidarın halen çoğunluğu yönlendirmesinin sebebi, iktidarın gücüne güç katan bu siyasetsizleştirme ve keyfiliğin alanını alabildiğince genişleten hukuk dışılıktır.
Ne yazık ki, muhalefet AKP ve MHP’nin, iktidarlarının alanını genişletmek için başta siyasi alan olmak üzere tüm kurumsal yapıyı yıktığını, milli ve yerli olan ve olmayan ayrımıyla siyasetin zeminini tahrip ettiğini ve bir tedbir devleti kurduğunu görmezden geliyor.
En son 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Anayasa Mahkemesi kararını yok saymasıyla başlayan ‘yanan ışıklar’ krizinde, İYİ Parti Genel Başkanı’nın AYM kararını yok hükmünde sayan mahkeme başkanı yerine, AYM üyesini istifaya davet etmesi bunun bir örneğidir. Bu, tam da, Anayasa Mahkemesi’ni bir vesayet kurumu olarak kitlelerin önüne atmaya hazırlanan iktidar ortaklarının arzuladığı bir yaklaşımdır.
Muhalefet, AKP iktidarının modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarının hepsini vesayet kurumu olarak gördüğünü ve ve bu kurumlarla mücadeleyi bir büyük davanın önemli bir eşiği olarak propagandasının temeline oturttuğu gerçeğine gözlerini kapatıyor. Nitekim Erdoğan her seçimde, seçmenine kurumları şikayet etmiş ve tüm kurumları, daha iyi hizmet edebilmesinin önünde en büyük engel olarak hedef tahtasına oturtmuş, seçmeninden bu kurumları kaldırma ve tüm yetkiyi milli iradeyi temsil eden kendisine aktarması için oy istemiştir. Bunun için de sorunları çözmek yerine hep geleceğe taşımıştır.
Çünkü AKP için, iktidarını sınırlandıran her kurum eski Türkiye’ye ait bir vesayet kurumudur ve AKP liderine göre, kendi liderliğinde simgeleşen milli iradenin alanını daraltmaktadır. Bu popülizmin doruk noktasıdır. Zira popülist liderler kendilerini sadece milletin temsilcisi ya da sözcüsü değil, aynı zamanda milletin ruhu hatta kendisi olarak görürler ve hegemonik bir güce ulaşmayı hedeflerler.
Bağımsız ve tarafsız medyanın ortadan kaldırılması, HDP’nin kriminalize edilerek siyasetin zemininin tahrip edilmesi, çatışma alanının Suriye’den Libya’ya, Azerbaycan’dan Doğu Akdenize genişletilmesi, güvenlik denetimi bahanesiyle yurttaşların sürekli kimlik denetimine tabii tutulmasının olağanlaştırılması hep hegemonik bir güce ulaşmak içindir.
Kaotik bir değişimin yaşandığı dünyada, insanlarının refahı ve geleceğini değil, mutlak iktidarını önceleyen iktidar, alanını sınırlandıran hemen her konuyu devletin beka sorunu diyerek siyaset üstü bir politikaya dönüştürmüş ve muhalefeti de kendi destekçisi haline getirmiştir. Turizmden, koronayla mücadeleye, Kürt meselesinden dış politikaya uzanan çözemediği, sadece çözememekle kalmayıp daha da içinden çıkılmaz ve yönetilemez hale getirdiği tüm sorunları millileştirerek, her itirazı ve eleştiriyi yerli ve milli olmamakla hatta ‘ihanet’ ile yaftalayıp muhalefeti siyasi alanın dışına atmıştır.
İktidarı hukukun sınırları içine çekmek, siyasete alan açmak ve bize yurttaşlığımızı yeniden kazandırmak için, kendi kendine söylenmek ve iktidarı halka şikayet etmek yerine bu gidişata dur diyecek, itirazlarımız ve taleplerimizi siyasi alana aktarma önceliğiyle temel ilkeler ve çözümler etrafında ortaklaşacak bir muhalefet aklına ihtiyacımız var.
Aksi halde çok uzun sürecek bir kara kışı yaşamak zorunda kalabiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nesrin Nas Arşivi