Siyasi Etik ve GRECO raporunun işaret ettikleri

Gün geçmiyor ki usülsüzlük iddiası içeren bir başka siyasi skandalla karşılaşmayalım. Asıl problem nedir, neyi çözemiyoruz, peki? Kısaca siyasi etik diye cevap verebiliriz buna.
Görevden alınan Gümrük ve Ticaret eski Bakanı Ruhsar Pekcan hadisesi bize bu problemi bir kere daha hatırlattı. Önce Ruhsar Pekcan’ın görevdeyken kendisine ait şirket üzerinden kendi bakanlığına dezenfektan sattığına ilişkin haberler yapıldı . Sonra eski bakan tarafından reddedilmesine rağmen bu dezenfektanların piyasaya verilen fiyatın bazı haberlere göre iki katına, bazı haberlere göre de 10 katına yakın bir fiyatla devlete satılmış olduğu belirtildi. Eski bakanın oturduğu lojmanın 380.000 TL’lik yüklü tadilatını devlete ödettiği de haberler arasında.
Bir bakanın görevdeyken bu kamu görevinin verdiği imkanları kendi çıkarına olacak şekilde kullanması “çıkar çatışması”dır. Yani çatışan iki çıkar vardır, kamunun çıkarı ve kendi şahsi çıkarı. Ve kamu görevi bulunan kişi kamu kaynaklarının doğru bir şekilde kullanılması ve kimseyi zenginleştirmeden harcanmasından emin olmak için o çatışmadan kaçınmakla yükümlüdür. Çıkar çatışması Transparency International ve diğer tüm uluslararası organizasyonlar tarafından bir yolsuzluk çeşidi olarak kabul edilmektedir. Bu sebeple iddiaların araştırılması son derece önemli.
Hele de pandemi döneminde aciliyet gerekçesiyle usulsüzlüklere gün gibi fırsat doğduğunu biliyoruz ve dünya da bunun örnekleriyle dolu. Örneğin, Polonya’da Sağlık Bakanının kardeşine ait şirket üzerinden devlete fahiş fiyatla maske ve tıbbi malzeme satılması skandalı ortaya çıktı , ancak bu şirkete milyonlar kazandırdığı ifade edilen bakan, skandal üzerine istifa etmek zorunda kalarak şirkete ceza kesildi. Almanya’da üç milletvekili maske satışına aracılık yapıp komisyon aldıkları ortaya çıkınca istifa etmişti, Sağlık Bakanı dahil olmak üzere ilgililer hakkında soruşturma sürüyor . Yine eşinin şirketi üzerinden devlete maske sattığı saptanan Bavyera eyaletindeki Bakan yolsuzluk suçlamasıyla yargılanıyor, komisyon olarak alındığı söylenen 1,2 milyon Euro’ya ise el kondu.
Türkiye’de ise eski bakanla ilgili ortaya çıkan iddialar ve belgeleri sunan haberlere karşın, herhangi bir soruşturma başladığını henüz duymadık. Ülkemizin farkı ne peki? Herhangi bir siyasi etik mevzuatı olmaması ve bu konunun kangren haline gelmesi diye özetleyebiliriz.
2003 yılında yürürlüğe giren Kamu Görevlileri Etik Kanunu’na göre uzun bir istisna listesi var. Cumhurbaşkanı, bakanlar ve milletvekilleri de bu istisnaların içinde. Yani en alt düzeyde bir devlet memurunun bile uymak zorunda olduğu etik kurallar varken, üst düzey siyasi görevlilerimiz yazılı bir etik düzenlemeye tabi değiller. Kanunun çıkmasından itibaren 18 yıl geçmiş olmasına rağmen bu konuda hiç bir adım atılmadı, herhalde niyet yok diye de düşünebiliriz.
Türkiye’nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO), ülkemizi 2005 yılından bu yana siyasi etik, siyasi partiler ve siyasetin finansmanı gibi konularda tam dört kez inceledi. Ve hükümete çeşitli önerilerde bulundu, son 15 yıl içinde bu önerilerin çok büyük bir kısmı yerine getirilmedi. Çıkar çatışması hususu da bu yerine getirilmeyen önerilerin arasında.
Mart ayında açıklanan 4. Aşama rapora göre GRECO önerilerinin %68 i yerine
Getirilmeden bekliyor.
Öte yandan dünyadaki örneklerinin aksine yolsuzluk iddialarının soruşturulmaması ve böylece yaygınlaşan cezasızlık uygulaması da çok önemli. Yargılanmayan, soruşturulma bile başlatılmayan yolsuzluk iddiaları ülkemizde yaygın cezasızlığın temel nedenlerinden biri haline gelmiştir. Yolsuzluk iddialarının ve açıklanan belgelerin incelenip gerekli süreç işletilerek, kamu görevini elinde bulunduranların hesap verir olmaları ise demokrasinin temel koşuludur.

1-

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oya Özarslan Arşivi