SİYASİ REKABET VE KAMU VİCDANI

Siyaset doğası itibariyle rekabetçi bir süreçtir. Üstelik sadece karşıt taraflar arasında değil, aynı tarafın üyeleri içinde de rekabet güçlü bir biçimde sürdürülür ve siyasal süreçler bu çok boyutlu rekabete göre şekillenir.
Rekabetin kaçınılmazlığı, en totaliterinden en demokratik/liberal olanına varıncaya kadar tüm modeller için değiştirilemez bir realitedir. Aslında sistemlerin totaliterleşmesinin önemli nedenlerinden biri, iktidar için rekabet edebilecek diğer aktörlerin bastırılması ve potansiyel rekabet tehdidinin elimine edilmesidir. Neticede rakipler bir şekilde saf dışı bırakılabilir ama rekabet realitesi varlığını sürdürür. Çünkü kazanan tarafın içindeki rekabet tüm hızıyla devam eder.
TDK sözlüğü rekabeti “aynı amacı güden kimseler arasındaki çekişme, yarışma, yarış” şeklinde tanımlıyor. Tanımdan da açıkça anlaşılabileceği gibi, rekabet bir kavram ve süreç olarak siyaseti aşar ve hayatın neredeyse her alanına sirayet eder. Ekonomide, sporda, toplumsal yaşamda ve uluslararası ilişkilerde rekabet olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Hatta ekosistem içindeki doğal seleksiyon da aslında bir rekabet sürecidir. Yani hangi organizmaların çoğalacağı ve ekosistemin olanaklarından daha fazla istifade edeceği, hangilerinin ise daha azla yetinmek zorunda kalacağı veya tamamen yok olacağı yine doğal rekabet süreci sonunda belirlenir.
Rekabet sadece kaçınılması mümkün olmayan bir zorunluluk değil, aynı zamanda arzulanan ve teşvik edilen de bir şeydir. Mesela ekonomide veya sporda verimliliği ve başarıyı sağlamak için, rekabet ortamının bozulmasına izin verilmez. “Haksız rekabet”i engellemek ve “adil rekabet” ortamını korumak üzere çok tafsilatlı bir hukuk sistemi, etik kurallar, gelenekler ve kurumlar geliştirilmiştir.
Ekonomi ve spordaki kadar iyi regüle edilmemiş olsa da siyasetteki rekabet de belirli prensipler etrafında şekillenmektedir. Demokrasinin genel prensipleri, amacı adaleti sağlamak olan hukukun temel prensipleri, siyasi etik, siyasal kültür, teamüller ve kamu vicdanı siyasi aktörler arasındaki yarışta haksız ve adil rekabet arasındaki çizgiyi belirler.
Peki bu çizgi, bilhassa gücü elinde bulunduran iktidar tarafından aşılırsa ne olur?
Bu sorunun cevabını ülkemiz açısından değerlendirdiğimizde, hukuk, etik veya siyasi teamüllerin adil rekabet ortamını koruyabilecek mekanizmalara ve etkinliğe maalesef tam manasıyla sahip olmadığını görüyoruz. Yürürlükteki Seçim Kanunu bazı sıkıntılarına rağmen (mesela yüzde 10 barajı) seçim adaletini büyük ölçüde temin ediyor olsa bile, siyasi rekabet elbette ki sadece seçimlerle sınırlı değildir. Bu nedenle ülkemizde siyaset alanında haksız rekabet sorunuyla hep karşılaşırız.
Ancak, bizim sistemimizin güçlülerin aklına her eseni yapabildiği ve haksızlıkların yapanın yanına kâr kaldığı bir yapıya sahip olduğunu söylemek de mümkün değildir. Ülkemizde haksız rekabet durumunda siyasi adaleti sağlayan en etkili mekanizma “kamu vicdanı”dır.
Şiir okuduğu için hapse atılan ve muhtar bile olamayacağı söylenen bir siyasetçiyi 20 yıl ülkenin başında tutan; ama aynı siyasetçinin kıl payı kaybettiği bir seçimi iptal ettirmesi üzerine tekrarlanan yarışta rakibinden 10 puan fark yemesini sağlayan işte bu kamu vicdanıdır. Dolayısıyla kamu vicdanını küçümsemek siyasetçi açısından vahim bir hatadır.
Siyaseti bir mühendislik süreci olarak görüp, kamu vicdanını hesaba katmadan yürütülmeye çalışılan projelerin genellikle başarısız olması ve arzu edilenin tersi sonuçlar doğurması kamu vicdanının gücünün göstergesidir.
Üç ayda iki kere seçim kazanmak zorunda bırakılan, korona virüs salgını esnasında yoksul kesimler için topladığı yardım paralarına iktidar tarafından el konulan, Kanal İstanbul aleyhindeki afişleri toplatılan ve hakkında soruşturma başlatılan, şehir sakinlerine ucuz ekmek temin eden Halk Ekmek büfeleri için iktidara ait ilçe belediyelerinde zorluklar yaşayan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, siyasette haksız rekabet ve kamu vicdanı mücadelesinin sembol kişisi haline geldi.
Son olarak, geçtiğimiz yıl İstanbul'un fethinin 567. yıldönümünde Fatih Sultan Mehmet Türbesi’ni ziyareti sırasında yürürken “ellerini arkasına bağlayarak” saygısızlık yaptığı gerekçesi ile Ekrem İmamoğlu hakkında İçişleri Bakanlığı’nca soruşturma başlatıldı.
Siyasi haksızlıkların en fazla mağdura yaradığını çok iyi bilmesi gereken AK Parti’nin uzun sayılabilecek bir süredir haksız rekabet yöntemlerine başvurduğu siyaseti yakından takip edenlerin büyük çoğunluğunun ortak kanaatidir.
Ancak, haksız rekabete gittikçe daha çok başvurmasının siyasi başarı getirmediğini ve 2017’den bu yana yaşamakta olduğu oy kayıplarını engellemediğini de gözden uzak tutmamak gerekir. Gücünü maksimize edebilmek için sistemi yeniden kurguladığı ve eriştiği orantısız siyasi kudreti her fırsatta kullanmaya başladığı 2017 sonrası dönemde, AK Parti yüzde 40’ın altına demir atmış bir partiye dönüştü.
Bundan önce hep olduğu gibi bugünden sonra da, Ekrem İmamoğlu ile ilgili son soruşturma da dahil olmak üzere, seçmenlerin adalet duygusunu ve kamu vicdanını rencide eden herhangi bir uygulamanın arzu edilen sonuçları elde etmesi mümkün değildir. Bunu anlamak için yakın siyasi tarihimize bakmak, görmesini bilenlere yeterlidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Uslu Arşivi