Sonsuzluğa Uzanan Bir İstanbul Masalı ve Ali Teoman

Edebiyat tarihi, sayısız oyuna, aldatmacaya şahit olmuştur. Belki de bunlardan en güzelini ve en uzun soluklu olanını, bizler, yani Türkçe edebiyat okurları yaşamışızdır.

1991 yılında Haldun Taner Öykü Ödülü’nü Nurten Ay isimli genç bir kadın, Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı adlı dosyasıyla kazanmıştı. Daha önce adı sanı hiçbir yerde duyulmamış bu yazar elbette edebiyat çevrelerini şaşırtmıştı. Fakat asıl şaşırtıcı olan şey ise Nurten Ay’ın röportajlarında çizdiği imajdı. Eserinde postmodern öğeler kullanan, derin bir musiki ve antikacılık bilgisine sahip olduğu anlaşılan, ileri derecede İngilizce bilgisine sahip bu yazar, röportajlarında hiç de öyle görünmüyordu. Hatta alelade, her hangi bir çarpıcı yanı olmayan genç bir kadındı. En sevdiği yazarlar sorulduğunda, Ömer Seyfettin cevabını veriyor, musiki bilgisinin nereden geldiği sorulduğunda, kardeşinin müzik okuduğunu söylüyordu.

Edebiyat dünyasında homurdanmalar artmış ve iyiden iyiye bu genç kadının bu eseri yazmış olamayacağı konuşulmaya başlanmıştı.

Nurten Ay, lise eğitiminden sonra çalışma hayatına geçmiş, sekreterliğe başlamış ve İstanbul’da yaşamaya henüz bir yıldır başlamıştı. Oysa eserinde geçen İstanbul’u böylesine detaylı anlatabilmek için gerçekten doğma büyüme İstanbullu olmak gerekirdi. Çemberlitaş’taki turşucuyu, Vezir Hanı’ndaki Bulgar Sütçüyü anlatabilmek için bir mazi gerekliydi.

Gölge Yazar

On altı yıl boyunca devam eden bu edebi aldatmaca, Kitap-lık dergisinin Haziran 2007 sayısında sona erecekti. Ali Teoman, Murat Yalçın’a verdiği röportajda, kitabı kendisinin yazdığını ve bunun masum bir edebi oyun olduğunu söyleyecekti. Aslında Ali Teoman’ın niyeti, bu oyunu yirminci yılında sonlandırmaktı. Fakat bir rahatsızlığı vardı Ali Teoman’ın ve ciddi bir ameliyat olması gerekiyordu. Ne olur ne olmaz diyerek de, aldığı notlar ve yayımlanmayan notlarıyla birlikte, bu bilgiyi de yayıncısına teslim etmişti.

Ali Teoman’ın Nurten Ay’ı seçme sebebi sorulduğunda ise; Nurten Ay’ın kitabın yazarı olamayacağı çok aşikâr olduğu için seçtiğini söylemiştir. Böylelikle edebiyat dünyası bunun bir aldatmaca olduğunu anlayacak ve gerçek yazarı bulmaya çalışacaktı. Kitabın yazarı, bariz biçimde erkektir örneğin. Yazar, engin bir İstanbul bilgisine sahipken Nurten Ay Dersimlidir.

Bu aldatmacayı değerli ve müstesna kılan şey ise yapıtın kendisidir. Ali Teoman sanki ödülü alacağından eminmiş gibi, eserinin adını Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı koymuştur ve oyun başlamıştır.

Parolayı Bilen Dostlar

Kitap İngilizce bir epigrafla başlamakta ve Merry, Gimli ve Gandalf adlı karakterlerin diyaloglarına yer vermektedir. Bu konuşmanın vurguladığı şey ise; kapıların ancak parolayı bilen dostlar için açılacağını söylemesidir. Kitabın içeriğine ve hedeflediği edebi oyuna oldukça uyumlu bir giriştir bu. Epigrafın kaynağı ise Oscar Wedgewood adlı yazarın, Babil’den Masalar adlı eseri olarak gösterilmiştir. Anlayacağınız üzere, ne böyle bir yazar vardır ne de böyle bir eser. Ali Teoman oyununa daha ilk sayfada başlamıştır. Bulunduğumuz zamandan bakınca, bu karakterlerin Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi adlı romanında yer aldığını bir çırpıda söyleyebiliyoruz. Fakat 1991 yılında bunun yapıldığını düşünürsek, oldukça zekice bir aldatmaca olduğu fark edilecektir.

Kitap birbiriyle bağlantılı üç öyküden oluşmaktadır. Fakat bu öykülere geçmeden evvel, yazarımız, masalbilim hakkında bazı görüşlerini paylaştığı, başlıksız bir önsöz sunmaktadır okuyucularına. Bir öykü kitabının girişinde bu tartışma niye vardır? Bizler Haldun Taner Öykü Ödülü almış bir eser okumaya niyetlenmişken, neden masal hakkında satırlar okumak zorunda kalıyoruz? Elbette oyunun henüz başındayızdır ve nasıl bir masalın içine dâhil edildiğimizi bilmemekteyiz.

Sessizlik adlı ilk öykü, ahşap bir konakta, cama vuran yağmur damlalarını izleyen ve bu yağmur damlalarının seslerini, musiki ritimleriyle bağdaştıran yalnız bir insanın iç monologlarını ele almakta. Oldukça gizil bir anlatı tekniği kullanılan bu bölüm, eserin ‘giriş’ bölümünü oluşturmaktadır. Ali Teoman öykülerinin üst başlıklarını, giriş, ortanca öykü ve çözüm olarak sunmuştur okuyucuya. Tıpkı bir makale gibi sunulan bu öyküler, belki de asıl yazarın bilimsel kişiliğine bir atıfta bulunuyordur. Yeri gelmişken, Ali Teoman’ın uzun yıllar Boğaziçi Üniversitesinde ders verdiğini söylemek gerekir.

Ortanca öykü yani Kuzguncuk’taki Konak, klasik öykü formatına daha fazla uymaktadır. Robert Koleji’nden sınıf arkadaşı olan ve uzun yıllar Amerika’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye dönen Zeynep ve Selim’le tanışmaktayız bu öyküde. Zeynep reklamcılık, Selim ise bankacılık yapmaktadır ve oldukça kalbur sütü hayatları vardır ikisinin de. Zeynep, aile yadigârı olan Kuzguncuk’taki konağı satmak için Selim’den yardım istemiş ve iki eski arkadaş, buluşup bu konağa gideceklerdir. Öyküde ikilinin konağa gidişleri, Zeynep’in annesinin hatıralarıyla yüzleşmesi ve Selim’le birlikte oluşları ele alınmakta. Bu öyküyü önemli kılan şey ise üç öyküyü de ortaklaştırma işlevidir. İlk öyküdeki ahşap konak şüphesiz bu konaktır ve kuvvetle muhtemel, ilk öykünün iç monolog sahibi yalnızı Zeynep’in annesidir. Ayrıca bu öyküde yere düşüp etrafa saçılan inci kolyeyi üçüncü öyküde tekrar göreceğiz.

Saklambaç

Çözüm üst başlığıyla sunulan Saklambaç adlı öykü, yazarın; jüriyle, okurla, eleştirmenle, ezcümle koca bir edebiyat dünyasıyla oyununu taçlandırdığı ve adeta saklambaç oynadığı bölümdür. Bu bölüm esasen tek başına da yayımlansaydı, kanaatimce, aldığı ödülün yine en büyük adayı olurdu. Öyküdeki antikacılık bilgisi, eski kelimelerin zenginliği, İstanbul’un en ücra noktasına kadar anlatılabilmesi, ciddi manada bir edebiyat işçiliği gerektirir zira.

Öykünün hemen başında, yaşı kemale ermiş anlatıcı, Yeni Camii yanındaki arzuhalcilerden birinin yanına oturur ve işinin çok acil ve elzem olduğunu, hiçbir masraftan kaçınmayacağını belirtir. Çıtak İbo adlı arzuhalci, ilkin olmaz dese de paraya tav olur ve bu anlatıcının anlatacağı, acil ve elzem, aynı zamanda pek gizli olan şeyleri yazmak üzere, anlatıcıyı da alarak kuytu bir yere götürür. Öykünün başında ortaya konan bu ‘anlatıcı’ ve ‘yazıcı’ imgeleri oldukça manidardır. Ali Teoman sanki kendi boşluğunu bu yaşlı anlatıcı ile doldurmuş ve Nurten Ay’ı bir arzuhalci olarak görevlendirmiştir.

Arzuhalcinin yazdıklarından, anlatıcının, 1920 doğumlu Arif Emin Konyalı adında, antikacılıktan emekli bekâr bir adam olduğunu anlıyoruz. Arif Bey henüz çocuk yaşta babasının Kapalı Çarşıdaki antika dükkânında çırak olarak çalışmaya başlamış ve kısa sürede inanılmaz maharet göstermiştir. Liseyi bitirdikten sonra baba mesleğine devam etmiş ve de emekli olana kadar bu görevinden ayrılmamıştır.

Arif Bey’in refikim, sırdaşım dediği Elias Behar adında candan bir arkadaşı vardır. Elias’ın da babası tıpkı Arif Bey’inki gibi Kapalı Çarşı esnafı, usta bir kuyumcudur. Arif Bey ve Elias birbirlerine inanılmaz benzemektedirler. Lisede aynı okula gitmişler, aynı mahallede büyümüşlerdir. İkisi de dedektiflik hikâyelerine bayılmaktadır. Yalnız Arif Bey’in zamanla fark ettiği, Elias’ın kötü bir huyu vardır. Elias mitomandır. Üstelik bu yalanları öyle inanarak ve zevk alarak söylemektedir ki, bu hali dahi hayranlık uyandırmaktadır.

Elias, babasının yanında usta bir kuyumcu olur. Fakat bu özelliğinin bilinmesini istemez. Arif Bey ile antika eserler üzerine yaptığı fikir alışverişleri neticesinde, her eserin çakmasını yapabilecek kabiliyete erişir. Bu eserler öyle ustalıkla taklit ediliyordur ki, sahte olduğunu yalnızca Arif Bey anlamaktadır.

Elias’ın babası vefat ettikten sonra görüşemez olurlar. Fakat yaptığı tüm eserler bir şekilde Arif Bey’in karşısına çıkıyordur. Arif Bey’de her defasında, bu eserlerin hatalarını bulup, Elias’a şifreli mesajlarla gönderiyordur.

Arif Bey ve Elias, yirmi yaşlarında sözleşmişlerdir. Elli yıl sonra şartlar ne olursa olsun buluşacaklardır (Ali Teoman’ın gerçeklikle yüzleşmek için biçtiği yirmi yılı anımsatmaktadır). Fakat bu buluşma için bir mesaj, şifre, mektup vs. yoktur elinde Arif Bey’in.

Türlü maceralar ve arayışlar sonunda bir mezarlığın ortasında bulduğunda Arif Bey kendisini, düğüm çözülecek gibidir. Çünkü bu noktadan itibaren anlatıcı birdenbire değişmekte ve Elias’a dönüşmektedir. Bu dönüşümle birlikte, anlatıcı ile sahte antika üreten kişi de dönüşmekte, hatta ve hatta anlatıcı ile yazıcı da dönüşmektedir.

Ali Teoman sahte antika imgesi üzerinden, esasen bir sahte edebiyat eserine gönderme yapmaktadır. Eserin akışı esnasında anlatıcıyı değiştirerek, yakın zamanda eser sahibinin adının değişeceğini söylemektedir aslında.

Eserle ilgili söylenecek ve düşünecek elbette çok şey var daha. Burada bitirmeliyiz.

Ali Teoman, 2011 yılında henüz kırk dokuz yaşındayken aramızdan ayrıldı. Bizlere de böyle büyük bir masal-oyun bıraktı. İyi ki de bıraktı…

Başlık Spotu: On altı yıl boyunca devam eden bu edebi aldatmaca, Kitap-lık dergisinin Haziran 2007 sayısında sona erecekti. Ali Teoman, Murat Yalçın’a verdiği röportajda, kitabı kendisinin yazdığını ve bunun masum bir edebi oyun olduğunu söyleyecekti. Aslında Ali Teoman’ın niyeti, bu oyunu yirminci yılında sonlandırmaktı. Fakat bir rahatsızlığı vardı Ali Teoman’ın ve ciddi bir ameliyat olması gerekiyordu.

Spot: Ali Teoman sahte antika imgesi üzerinden, esasen bir sahte edebiyat eserine gönderme yapmaktadır. Eserin akışı esnasında anlatıcıyı değiştirerek, yakın zamanda eser sahibinin adının değişeceğini söylemektedir aslında.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sinan Tepe Arşivi