Sorunsuz Yarınlar İçin Sorumlu Üretim

Sorunsuz Yarınlar İçin Sorumlu Üretim
Günlük yaşantımızın bir parçası olan üretim ve tüketim zinciri içerisindeki yerinizi hiç fark ettiniz mi? Topraktaki minik bir tohumun zamanı gelince hasadını yapmanın veya çok daha kolay bir eylem olan marketten bir paket süt...

Günlük yaşantımızın bir parçası olan üretim ve tüketim zinciri içerisindeki yerinizi hiç fark ettiniz mi?

Topraktaki minik bir tohumun zamanı gelince hasadını yapmanın veya çok daha kolay bir eylem olan marketten bir paket süt almanın hem ekolojik dengeye hem de ekonomiye büyük etkileri olduğunu biliyor muydunuz? Sabah uyanır uyanmaz yaptığımız kahvaltımız ile başlayan akşam yatana kadar aralıksız devam ettiğimiz bir tüketim döngüsü içindeyiz ancak bugün dünya nüfusunun büyük bir kısmı kendi temel ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalan bir tüketim yüzdesine sahip. Bu durum daha verimli üretim ve daha kontrollü bir tüketim ihtiyacını doğurmaktadır. Verimli üretim ve bir o kadar da verimli olacak tedarik zincirlerinin yaratılmasında en büyük etkenlerden birisi ise satıcı ve tüketici düzeyinde kişi başına gıda atığının yarı yarıya azaltılmasıdır. Bunun hayata geçirilmesi küresel gıda güvenliğini artıracağı gibi kaynakların daha verimli kullanılmasıyla ekonomiye de yön verecektir. Kaynakların verimli kullanımı, bu noktada vurgulanması gereken bir diğer noktadır. Çünkü; bugün üretim denince akla ilk gelen sektör olan tarımda, tüm taze su kaynaklarının neredeyse yüzde 70'i kullanılmaktadır. Bundan dolayı doğal kaynakların verimli kullanımı, zehirli atık ve kirleticileri bertaraf etme biçimimiz sorumlu üretim ve tüketim kapsamında önemli hedeflerimizden bir tanesidir.

Bu hedefleri gerçekleştirmek için bireysel ve toplumsal olarak atılabilecek bazı adımlar vardır:

  • Ekolojik ayak izimizi azaltmak,
  • Endüstrileri, işletmeleri ve tüketicileri geri dönüşüme ve atıkları azaltmaya teşvik etmek,
  • Doğal kaynakların kullanımı hakkında hem yerel hem de küresel eğitimler vermek,
  • Projeler geliştirmek ve tarımda en az suyla en fazla verimin alındığı sulama sistemlerini tercih etmek bu adımların birkaçıdır.

✅Hepimiz günlük olarak gerçekleştirdiğimiz eylemlerle dahi üretim ve tüketim döngüsünün bir parçasını oluşturduğumuzu unutmamalıyız. Sizce de parçasını oluşturduğumuz bu döngünün sorumluluğunu alma vakti gelmedi mi?

Ekolojide Kadın Ve Cinsiyet Eşitliği

Kadınlar ve kız çocuklarına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması sadece temel insan hakkı değil, aynı zamanda sürdürülebilir kalkınmayı hızlandırmak için ciddi önem taşımaktadır. Bugün, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sürdürülebilir yaşama katkısına, çevre ile kadın arasındaki ilişkiyi vurgulayan ekofeminizm kavramına ve kadınların çevresel karar alma aşamalarındaki yerine değineceğiz. Kadınlar ve kız çocuklarının güçlendirilmesinin ekonomik büyümeyi ve her alanda gelişmeyi hızlandırdığının defalarca kanıtlandığı biliniyor. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, kadınlar ve kız çocuklarına karşı ayrımcılığı her yerde ortadan kaldırmayı hedefliyor. Bazı bölgelerde iş gücü piyasasında hâlâ büyük eşitsizlikler var, kadınlar hâlâ eşit erişime sahip değil. Cinsel şiddet ve istismar, ev işlerinin eşitsiz bölüşümü ve kamu görevlerinde ayrımcılık hâlâ büyük engel teşkil ediyor. Günümüzde kamu görevindeki kadın sayısı her zamankinden daha yüksek; ancak kadın liderlerin teşvik edilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğini daha ileriye götürecek politikalar ve mevzuatın güçlendirilmesine katkı sağlayacak.

Cinsiyet eşitliğinin ekolojik olarak öneminin, kadın ve doğaya yönelik sorunların birlikte ele alınarak erkek egemen anlayıştan kurtarılmasıyla kadın sorunlarının ve ekolojik sorunların çözüleceğinin savunulduğu harekete ise ekofeminizm adı veriliyor. Ekofeminizm, cinsiyetçi anlayış ile mücadele ederken doğa ve çevre sorunlarının da çözümü için uğraşarak feminizmi ve çevreci anlayışı ortak noktada birleştiriyor. Bu hareket, çevreyi önemseyen feministlerin hareketi olarak görülse de bundan çok daha fazlası olduğu belirtiliyor.

Şimdi, biraz detayına inelim. Ekofeminizm kavramının nasıl ortaya çıktığına bakacak olursak, ilk kez Fransız yazar d'Eaubonne’ün 1974’te yayımlanan “Feminizm veya Ölüm” isimli kitabında kullanıldığı ifade ediliyor. Ek olarak, Collins’in “Farklı Bir Cennet ve Yeryüzü” isimli kitabında ise ekolojiye verilen zararın ve cinsiyet eşitsizliklerinin sebeplerinin kökenleri ırkçılık, cinsiyet ayrımcılığı, sınıf sömürüsü ve ataerkil yapı gibi ortak yapılara bağlanmıştır. Bir diğer bakış açısına göre, doğanın ve hayvanların insandan daha aşağı varlıklar olarak görülmesi ve insan için keşif aracı haline getirmesi ile kadınların erkeklerden daha aşağıda konumlanması ekolojik görüş ve feminizmin ortak noktalarından biri olarak görülmüştür. Ortak noktaları tartışmak için bir araya gelen kadınlar, doğaya ve kadınlara saygı duyulması gerektiğinin altını çizerek insanlık tarihi boyunca kadın ile doğanın ilişkilendirildiğini ve ikisinin de baskı altında tutulduğunu ifade etmişlerdir. Ekofeministler, doğaya ve kadına karşı baskının olmadığı bir dünya hayaliyle feminist ideoloji ve ekolojik unsurları aynı noktada birleştirerek eşit, adaletli ve baskıdan uzak bir dünya talep ederler. Son olarak, çevresel karar alma süreçlerinde ve oturumlarda cinsiyet eşitliği, kadınların ve erkeklerin farklı bakış açılarının temsil edilmesini sağlar ancak, EGI (Environment&Gender Index) verileri, uluslararası ve ulusal alanlarda kadınların karar alma aşamalarında yeterince temsil edilmediğini gösteriyor. 2015 yılında çevre bakanlarının yalnızca yüzde 12'si ve Dünya Enerji Konseyi başkanlarının yüzde4'ü kadınlardan oluşuyordu.

Gündem

Enerji adasını duymuş olanınız var mı? Cevabınız muhtemelen hayır, çünkü enerji adası projesiyle sürdürülebilir enerji konusunda daha önce denenmemiş bir adım atılıyor. Danimarka, Kuzey Denizi’nde 3 milyon ​​hanenin elektrik ihtiyacını karşılamaya yetecek kadar yeşil enerji üretecek ve depolayacak yapay bir ada inşa etme planını onayladı. Enerji adası olarak isimlendirilen bu oluşum, dünyada bir ilki temsil ediyor.

Yeşil Notlar


Gezegensel Sınırlar kavramı, 2009 yılında Johan Rockström ve arkadaşları tarafından ortaya atılan, gezegenin yaşamsal sisteminin devamlılığını ve direncini sürdürmesi, insanlığın gelecek kuşaklar için gelişmeye devam edebilmesi için gereken, sınırları değersel olarak belirlenen 9 dünya sistemini temsil eder. 2015 yılında ise Will Steffen ve arkadaşları tarafından tekrar gözden geçirilmiştir.

  1. İklim Değişikliği: 1750’de atmosferde 280 ppm CO2 varken şu an 416 ppm. Yani çoktan 350 ppm sınırını aştık. Şimdiki hedef ise sıcaklık artışını 1,5 derecede tutmak.

  • Okyanus Asitliği: Atmosferdeki CO2 arttıkça okyanus ve denizlerdeki de artar, bunun sonucunda ise sulardaki asit oranı da yükselir. Yaşam ve besin zincirinin en altında bulunan planktonlar için bu asit oranının düşük olması gerekir çünkü; kalsiyum karbonattan oluşan kabuklarını daha farklı bir pH seviyesinde oluşturamazlar. Onlar olmazsa diğer canlıların yaşamı da tehlikeye girer. Ayrıca doğal yaşam döngüleri sonucu öldüklerinde yerkürenin altına çöküp tortul kayaları oluştururlar ve karbondioksiti yerküre kabuğunun altına gömerler. 2015 raporlarına göre, sınırın altındayız.