Tarikat ve cemaatler yasaklanmalıdır (2)

Son Güncellenme Tarihi: Aralık 14, 2022 / 08:12

“Tarikat” İslam Ansiklopedisine göre “gidilecek yol, izlenecek usul, hal ve gidiş” anlamına geliyor. “Allah’a ulaşmak isteyenlere mahsus âdet, hal ve davranış.”

Yani tarikatların varlık nedeni inananlara Allah’a ulaşmak için gerekli olan tutum ve davranışı öğretmek. Kim yetki verdiyse…

Cennete gitmek için, “Peygambere komşu olmak” için, iyi insan, iyi vatandaş, ahlaklı, namuslu birey olmak yeterli olmuyor demek ki. Bir de tarikattan vize almak lazım anlaşılan.

Tarikatlarda cennete gitmek isteyenlere bazı ek tüyolar veriliyor herhalde.

Ve aralarında da demek bir fikir birliği yok ki, birden fazla tarikat var. Onlarca, belki yüzlerce…

İslam Ansiklopedisinde yer alan bilgilere göre, bir tarikata girmek isteyen kimsenin tarikatın şeyhine biat etmesi gerekiyor. Biat adayın manevi bağlılığını ve teslimiyetini simgeliyor. Şeyhin feyzinden ancak bu şekilde faydalanılabileceği söyleniyor.

Kerameti kendinden menkul şeyhin feyzinden… Cumhurbaşkanının dediği gibi “İlim, irfan ve hikmetinden”.

Bu tarikatlar, Müslüman halkın dini inanç ve duygularını canlı tutmanın yanı sıra gayri müslimlerin İslam’a geçmesine vesile olmak, işgalci ve sömürgecilere karşı İslam ülkelerinde direniş cepheleri teşkil etmek, ihtiyaç durumunda İslam ordularıyla birlikte seferlere katılmak, fethedilen bölgelere yerleşip İslamiyet’i yaymak gibi fonksiyonlar da icra edermiş. Ben İslam Ansiklopedisinin yalancısıyım…

Bizimkilerin Kurtuluş Savaşı sırasında nerede durduklarına bakmak gerek.

İslam Ansiklopedisi bir de şunu söylüyor: “Geçmişte tekkelerin belli kanunlar çerçevesinde ve göz önünde faaliyet göstermesi sebebiyle dini ve ahlaki açıdan istismar ve yozlaşma büyük ölçüde önlenmiştir. Günümüzde ise tarikat faaliyetleri Türkiye’deki yasak yüzünden yer altında yürütüldüğü için istismara daha açık durumdadır”.

Diğer bir ifadeyle yozlaşma tarikatların fıtratında varmış. Bu nedenle kontrol altında tutulmalıymış.

Osmanlı bunları kontrol edermiş. Cumhuriyet bunları yasaklayınca yer altına inmişler ve istismara açık hale gelmişler. Yozlaşmışlar.

Bugün tarikatların yer altında olduklarını söylemek mümkün mü? Her şey gözlerimizin önünde. Yer altındaki lağım çoktandır taştı.

Zaten bu İsmailağa tarikatındaki kepazelik ortaya çıkalı devam eden tartışma ortamında kimilerinin tarikatların yasaklanmasının yanlış olacağını savunuyor olması da bu oluşumların onları yasaklayan kanuna rağmen serbestçe faaliyet gösterdiklerinin kanıtı.

Yasaklanırlarsa yer altına inerlermiş ve o zaman kontrol etmek imkansızlaşırmış… Kuran kurslarını, medreselerini, yurtlarını, vakıflarını, külliyelerini de mi götürecekler yer altına?

Yasaklansın mı yasaklanmasın mı diye bir tartışmanın yürütülüyor olması bile tuhaf. Çünkü bunlar zaten yasak kanuna göre.

Türkiye Cumhuriyeti hâlâ bir hukuk devletiyse bu yasağı uygulamak zorundadır.

Yasaklanırsa kontrol edemeyiz savı da geçersiz. PKK mensuplarının ayakkabı numaralarını bilen devlet tarikatları mı izleyemeyecek?

Bu tarikat, cemaat ve benzeri oluşumların yasak, faaliyetlerinin kanuna aykırı olduğu akıllara sokulur ve devlet iradesi de bunun arkasında durursa, bunları desteklemenin de kanuna aykırı olduğu apaçık ortaya çıkacaktır.

O zaman ne cumhurbaşkanı ne de herhangi bir siyasetçi şu veya bu tarikatın faaliyetine katılamayacak, şeyhinin cenazesinde hazır bulunamayacaktır.

Tarikatların serbest olması onları kontrol etmemize, onlarla mücadele edebilmemize olanak sağlıyor da kontrol veya mücadele ediliyor mu?

Bu bir niyet, bir irade meselesi. Mücadele etmeye niyetiniz varsa edersiniz. PKK’nın yeraltında olması onunla mücadele etmemize engel mi?

Ama iktidarlar tarikatları oy deposu olarak gördükçe ne kontrole yanaşırlar ne mücadeleye.

İsmailağa cemaatinde meydana gelen kepazelik konusunda suç duyurusunda bulunan Halkın Kurtuluş Partisi’ne kulak verelim:
“Bu yılan yuvalarının hepsi 100 yıldan bu yana durup dinlenmeden, santim santim laik cumhuriyetin altını oydular. Alayı da insanlığı orta çağ karanlığına mahkûm edecek şeriat düzeninin savunucusudurlar. Ve 1950’den beri iktidara gelen bütün partiler de, açıktan bu tekke ve zaviyelerle el ele, omuz omuza çalışmışlar, sonunda da Türkiye’yi bugünkü karanlık uçurumların içine yuvarlamışlardır. Artık Türkiye toplumu, biz kadınlar ve çocuklarımız için cehenneme dönüşmüştür. Erkekler de ahlaktan uzaklaşmakta, vicdanlarını ve insanlıklarını kaybetmektedirler.”

“Biz bu suç duyurusunu yalnızca laikliğin gerçek savunucusu olan partimiz adına değil, vicdanı 6 yaşındaki çocuğun istismarına dayanamayan milyonlarca vatandaşımız adına yaptık. Biz bu suç duyurusunu; çocuklarımızın ve kadınlarımızın huzur içinde, sağlıklı bir şekilde yaşamasının tek güvencesi olan anayasada belirtilen laiklik ilkesinin hayata geçirilerek bu tür yasa dışı yapılanmaların faaliyetlerinin durdurulması ve bunların toplum hayatından çıkarılması gerektiğini toplumun hafızasına yerleştirmek için yaptık…”

Katılmamak mümkün mü?

Kaya Türkmen (d. 30 Eylül 1956, Brüksel), Türk diplomat.1974 yılı Saint Joseph Fransız Lisesi ve 1979 yılı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunudur. 2007-2010 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin Lizbon Büyükelçisi olarak görev yapmış, 2010 yılında Türkiye’nin KKTC Lefkoşe Büyükelçiliği görevine atanmıştır. Emekli Büyükelçi Doğan Türkmen’in oğlu, eski Hamburg Başkonsoloslarından Galip Evcen’in torunudur. KKTC halkı ve yönetimi ile Türkiye’nin karşılıklı anlayış ve güven ilişkisini daha ileri seviyelere taşımak için çabalarda bulunan Kaya Türkmen Şubat ayında Lefkoşa Büyükelçiliği görevinden ani bir şekilde alınarak merkeze atanmış ve bu durum KKTC halkı ve yönetimi tarafından üzüntüyle karşılanmıştır. Kasım 2011 – Eylül 2013 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı Avrupa Genel Müdürlüğü görevinde bulunmuştur. Eylül 2013 – Kasım 2017 tarihleri arasında Stokholm Büyükelçisi olarak görev yapmış ve merkeze dönerek kendi isteğiyle emekli olmuştur.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top