Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Tatile çıktım, beni gördün mü?!

Mesai saatlerinden uzak, gündelik yaşamın koşturmacasına ara verdirten tatiller, bireyin kendine ait mahrem vakitlerinden stresli bir benlik sunumu yarışına evrilmiş durumda. Fiziksel ve zihinsel dinlenmenin önüne geçen bu durum hem beden sağlığı hem de ruh sağlığı açısından ileriye dönük sorunlar teşkil ediyor.

Bir tatilin daha sonuna geldik. Dönüş yolculuğunda tatile başladığımız günkü kadar heyecanlı olmadığımız malum. Henüz tatil günleri yaklaşırken sosyal iletişim ağları üzerinden duyurduğumuz gösterişli planlar, özçekimle bir kareye sığdırılan büyük aile saadeti, maceracı ruhumuzu yansıtan tüm tatil hikayeleri yerini dönüş trafiğine ve aşina olduğumuz rutine bıraktı. Sıra tatil dönüşünün ardından #throwback diyez etiketiyle paylaşılacak fotoğrafların seçiminde. Alışagelmiş günlerimize verilen bu mola çoğunluğu mesaiden muaf kılabildi, ancak sosyal medya mesaisinden alıkoyamadı. Attığımız adımı, tattığımız yemeği, parmağımızın ucuyla değdiğimiz suyu paylaşmadan yapamadık. Hem paylaşmaktan çekinmedik hem de başkalarına bakmaktan sakınmadık. Kendimizi deneyimin içinde bulmak yerine, deneyimimizi diğerleriyle kıyaslarken tatil bitti. Eve dönüş yolundayız.
Neden Tatile Çıkıyoruz?
Hem işveren maddi kayıp yaşıyor hem de tatile çıkan birey yıllık mali birikimini bu seyahatler için harcıyor. Maliyeti yüksek bu tatillerin insanlar için bir faydası olmalı. Geçmiş yıllarda yapılan geniş ölçekli bazı çalışmalar gösteriyor ki düzenli tatil yapmak kardiyovasküler hastalık, kalp krizi ve erken koroner ölüm riskini azaltıyor. Fiziksel olarak düzenli tatillerle kavuşan beden daha sıhhatli bir hal alırken, sağlık şikayetleri azalıyor. Psikolojik olaraksa bireylerin tatil dönüşlerinde enerjilerinin yükseldiği, yaşam doyumunun arttığı, zihinsel esneklik düzeyinin yükseldiği gözleniyor. Her ne kadar tatilden sonraki birkaç hafta içinde bu belirtiler azalsa da bazı profesyonel alanlar dışında (cerrahi, vb.) tatil dönüşü performans artışı görülüyor.
Tatile çıktığımızda alıştığımız stres yüklü rutine bir ara veriyoruz. Hatta yoğun çalışma süreçlerinden sonraki tatillerin ilk günlerinde yaşanan baş ağrısı, mide problemleri, kötü uyku, tansiyon gibi somatik problemler, stres hormonlarının salgılanmasındaki fizyolojik düşüşle bağıntılı. Stresten arınan, uyaranlara ara veren beden ve zihin birkaç gün içinde hızlıca tatil koşullarına da adapte olur. Lakin mesaiye ara vererek tatile çıkarken, bildirimleri mola vermeyen ekranlarımızdan ayrıl(a)mıyoruz. Kafa dinlemek, sevdiklerimizle vakit geçirmek, rahatlamak ya da kısa bir kaçamak yapmak için çıktığımız tatillerde sosyal medyadan kopamıyoruz. Özellikle biz, Türkler!..
Dört yıl önce yirmi üç ülke arasında yapılan Uluslararası Seyahat Araştırması verilerine göre Türkler tatilde en çok fotoğraf paylaşan ikinci ülke olarak Çin’in ardından listede yerini alıyor. Tatile çıkanların yarısından fazlası fotoğraf paylaşmadan duramıyor. Başka bir araştırmada ise tatilcilerin varış noktasına ulaştıklarında bir saat içinde fotoğraf paylaşmaya çalıştığı gözleniyor. Peki, “ben de buradaydım, ben de tatile gidiyorum” diyebilmek neden bu kadar önemli?
Bana bak,
beni gör! Beğen!
Her şeyden uzaklaşmak, kafa dinlemek ya da sevdiklerimizle zaman geçirmek için çıkılan bu tatillerde bile sosyal medyaya ara veremez olduk, alıştık. İnternet öncesi dönemde getirdiğimiz hatıraların kalitesine göre değerlenen tatillerimiz, bugün anında sunulan paylaşımların beğeni sayısına göre değerleniyor. Gidilecek tatiller için harcanan meblağlar ancak yüksek sayıda beğeni, yorum ve paylaşımla karşılığını buluyor. Her etkileşim, sosyal medyadan gelen bir onay. Özellikle seyahat gibi hem maddi harcamanın dahil olduğu hem de içinde sıkışılmış rutin gündelik yaşamın dışında benliğin sunulabilme imkânın bulunduğu paylaşımlarda onaylanma ihtiyacı daha belirgin hale geliyor: -Bana bak, beni gör! Beni gör ve onayla. Beğen! Benim dünyayı nasıl algıladığımı gör!..
‘Dikizleme Kültürü’
Ben’in mahreminin bu kudretle sunulması, teşhircilik halini aldı. Teşhirciliğin histerik hazzı ise röntgenciliğin “meknuz” (gömülü/gizli) zevki ile birleşince dikizleme kültürü* doğmuş durumda. Dikizlenmeyi arzuluyoruz. Dikizleniyor olmak bizi özel ve farklı hissettiriyor. Dikizlenebilir olmak için basit paylaşımlardan ziyade abartılı paylaşımlar yapıyor, aşırıya kaçıyoruz. Arkadaş grubunuzla bir araya gelip, tatilinizi anlattığınızı düşünün. Sabah uyandığınız odanın mobilyalarından, bahçeye çıkan yolun kenarındaki tabeladan yahut sallanan ağaç yapraklarından bahsetmek yerine yaşadığınız maceraları, ilk kez gördüğünüz sokakları veya size yabancı gelen kültürü anlatırdınız mesela. Halbuki yeni medya araçlarıyla özellikle tatillerde sunduğumuz aşırılık, normal ortamlara uygun bulmayacağımız davranışların sıradanlaşmış hali. Basit ve uygun olanın yerini abartılı aşırılık almış. Görülmek istediğimiz kadar görmek de istiyoruz. Hem dikizleyen özne hem de dikizlenen özne olmak için sürekli benliğimizi teşhir ediyoruz.
Mahremini Merak ediyorum!
Tatil fotoğraflarının yoğun biçimde paylaşımı da karşılıklı olarak teşhircilik ve röntgenleme hazzının buluşması gibi. “Kim, nereye, kiminle gitmiş” sorularına cevap arayan dikizleme arzusuna sahip kişi, “bak, ben nereye gittim, neler yaptım”ı tam zamanlı sunarak kendini teşhir etme vaadini gerçekleştirmiş oluyor.
Sosyal medya kullanımı, bağımlılık ile ihtiyaç arasında tehlikeli uçlara temas ederek dolaşıyor. Görmek ve görülme arzusunun baskın hale gelmesiyle mahrem olanın sunumu artışta ve mahremiyet ihlali çoğalmakta. Mesai saatlerinden uzak, gündelik yaşamın koşturmacasına ara verdirten tatiller, bireyin kendine ait mahrem vakitlerinden stresli bir benlik sunumu yarışına evrilmiş durumda. Fiziksel ve zihinsel dinlenmenin önüne geçen bu durum hem beden sağlığı hem de ruh sağlığı açısından ileriye dönük sorunlar teşkil edebilir.
Dikizleme kültürü içinde en az zararla var olmaya devam edebilmek ancak kendi gizlilik anlayışımızı oturtmak, mahremimizi koruyacak sınırlar koymak, kendimizi ve çevremizi medya kullanımı hakkında eğitmekle mümkün olacaktır.

(*Hal Niedzviecki, The Peep Diaries: How We’re Learning to Love Watching Ourselves and Our Neighbors, City Light Publishers, 2009.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi