Tek cümlelik yazı!

Bu yazıyı salı akşam saatlerinde kaleme almaya başladım. Bu hale gelene kadar en az üç kere yazının konusunu değiştirdim! Her başladığım yazının yarısına geldiğimde kendi kendime ben ne yapıyorum diye sordum! Her bu soruyu sorduğumda ise silip baştan başladım!
İlk olarak siz bu yazıyı okurken açıklanmış olan enflasyon ile ilgili durumumuzu ele almak istedim. Beklentiler, TCMB’nin faiz artırım adımları sonrasında ortaya çıkması muhtemel tablo ve 2021’in enflasyon açısından hiç de öyle parlak bir yıl olmayacağına ilişkin verileri derlemiştim. Her sabah uyandığımızda haberini aldığımız zamlar, vergi artışları derken TCMB’nin sadece faiz eliyle kuru tutmaya çalışmasının da sorunları sadece kısa vadede çözebileceğini yazıyordum.
Arada, sosyal medyaya bir göz attım. Gördüklerimden sonra tüm bu yazdıklarım bir anda anlamsızlaştı gözümde!
Hepsini sildim!
Sonra sosyal medyada gördüklerimden etkilenip, son dönemde çok konuşulan ama ne olduğuna dair tek fikrimiz olmayan, büyük bir gizeme sahip “ekonomi ve hukuk reformlarımızı” yazayım madem dedim! Aylardır bir şehir efsanesine dönen, mahkemelerin ve vergi sisteminin daha hızlı çalışmasını esas alacağına dair bir kanaatten fazlasına sahip olamadığım bu reformların da sadece kısa vadede bir iyileşme yaratacağını ifade edecektim. Çünkü sorun sadece sistemdeki açık alanlarda değil, sistemin bizzat kendisinin işleyişi ile ilgili, hepimiz de bunu artık kabul ettik demeyi düşündüm. Bu sava ilişkin dünyadaki örnekleri araştırırken gözüm yine sosyal medyaya kaydı!
Gördüklerimden sonra reform, hukuk, ekonomi vs. öyle anlamsız geldi ki!
Tüm yazdıklarımı yine sildim!
Ama yazıyı bitirmem lazımdı! Geç bile kalmıştım. Ben de akşam saatlerinde haberlere düşen ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile telefonda görüştüğü haberi üzerinden bir değerlendirme göndereyim dedim. Bu görüşme üzerinden neden ABD Başkanı Biden’ın ilk etapta doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmek yerine daha alt düzeyde bir teması tercih ettiğini sorgulayıp, buradan da ABD-Türkiye ilişkileri bağlamında Türkiye’nin önümüzdeki aylarda ekonomide karşı karşıya kalabileceği riskleri anlatmaya karar verdim.
Ama çabalarım beyhude idi!
Yazının da artık gördüklerim karşısında bir önemi kalmamıştı!
Peki ben, bana üç yazı sildirecek ne mi gördüm? Söyleyeyim!
Geleceğimizin sahibi gençlerimize doğru biber gazı atıldığını gördüm!
Yarınımız dediğimiz öğrencilerimizin ters kelepçe ile göz altına alındığını gördüm!
Bize aydınlığı getireceği umuduyla, daha iyi olmaları için gece gündüz durmadan çalıştığımız gençlerin, kendilerine sunulan bir durumu kabul etmedikleri için, yani aslında bizzat genç oldukları için arbede içerisinde kaldıklarını gördüm!
Bunları gördükten sonra da zaten enflasyonmuş, reformmuş, ekonomi ne olacakmış sorularına yanıt aramak anlamını yitirdi!
Siz bakmayın yukarıda yazdıklarıma.
Aslında bu hafta yazı bu kadar olay üzerine maalesef aşağıdaki tek bir cümle kadar olabildi!
“Bu kadar kutuplaşmış, geleceğini polisin gazına, kelepçesine, göz altına emanet edebilen bir ülkede her şey üç beş gün yolunda gitse ne olur ki?”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Demir Arşivi