TEKBOYNUZ SEVDASI

TEKBOYNUZ SEVDASI
Bu köşe her ne kadar genel anlamıyla girişimcilik üzerine olsa da, ben dahil burada yazan pek çok yazar aslında henüz Türkçe’de tam bir karşılığını bulamadığımız “startup”lar ile ilgileniyoruz. Bir bakkal ya da restoran...

Bu köşe her ne kadar genel anlamıyla girişimcilik üzerine olsa da, ben dahil burada yazan pek çok yazar aslında henüz Türkçe’de tam bir karşılığını bulamadığımız “startup”lar ile ilgileniyoruz. Bir bakkal ya da restoran açmaktan, küçük bir işletme kurmaktan farklı olarak startup’lar, önemli bir soruna çözüm olacağına inandıkları bir fikirle başlayan yolculukları için koydukları çok büyük büyüme hedefleri ile basit girişim kavramından ayrılırlar. Bu sebeple değer yaratmanın yanı sıra büyüme bir startup’ın yapı taşlarından biridir. Ancak özellikle yatırımcıların da oyuna katılması ile, bugün startup’ların çoğu büyümeyi ve gelecek için ulaşmak istedikleri hedefi müşteri adedi, pazar payı, gelir ya da karlılık gibi yaratılan değeri tanımlayan metrikler ile koymak yerine “şirket değerlemesi” ile koymayı tercih ediyor. Kabul etmeli ki ekosistem de “Şu şirketin değerlemesi bu kadar milyon dolar olduuu!!” şeklindeki sevinç nidalarıyla ateşe körükle gidiyor. O yüzden neredeyse tüm girişimciler “tekboynuz (unicorn)” bir şirket olmanın hayalini kuruyorlar.
Tekboynuz, değerlemesi 1 milyar doları geçen startup’lar için 2013 yılında “uydurulmuş” bir terim. Bakmayın en çok bu şirketlerin haber olmasına, bazı araştırmalar tekboynuz olabilme ihtimalinin sadece %0.00006 olduğunu belirtiyor; her sene kurulan binlerce yeni ve aktif olarak devam eden yüz binlerce startup’a rağmen ağustos ayı itibariyle dünyada yaklaşık 800 tekboynuz var.
Piyango kazanmak kadar düşük ihtimali olan bir durumun ekosistemi bu kadar domine etmesi düşündürücü, pek çok girişimcinin daha yolun başında hedefini buraya koyması can sıkıcı. İşin daha da enteresanı, erken aşama girişimcilerin neredeyse hiçbiri “Ben bu işe para için başladım” demiyor, ana motivasyonları para değil. Ya da tekboynuz kurucuları arasında ilk günden tekboynuz olmayı hedefleyen çok çok az. İş böyleyken, girişimcisinden yatırımcısına, medyasından girişimcilik ilgilisine herkesin tekboynuzları tapınılası bir fetiş haline getirmiş olması, varsa yoksa onların başarılarına odaklanılması, tekboynuz altı değerlemelerin “yetersiz” bulunması ağaçlara bakarken ormanı kaçırmamıza sebep oluyor.
Konunun yarattığı iki sıkıntı var:
Birincisi, tekboynuz hikayelerinin yarattığı “aşırı motivasyon” ile gözden kaçan başarısızlık oranları. Girişimcilik, çok çok zor bir yolculuk. 10 yıllık süreçte startupların %90’ı batıyor. Yatırım almaları da çoğu zaman yeterli olmuyor. Hatta tekboynuz olanlar bile batıyor. Hal böyle iken, mitolojik hikayelerle kendinizi kandırarak işe başlamak kadar yanlış bir şey yok sanırım.
Diğer konu ise, başarının tekboynuz olmakla özdeşleşmesi. 2020 yılında, çoğunu bilmediğiniz, 1500+ şirket toplamda 149 milyar dolara satın alınmış. Ortalama şirket başına 100 milyon dolar değerleme demek. Hiç fena değil sanki. Hele ki bizim için 850 milyon TL hangimize yetmez ki? Geçen gün Twitter’da bir kullanıcı 1 yılda aylık 15.000 USD kar üreten bir SaaS yaparak, bunu 1 milyon dolara sattığını, başkalarına nasıl yapacağını anlatıyordu. Nefis! Tekboynuz yaratmanın stresini, emeğini, gereğini düşününce neden olmasın? Mesele para ise, 1 milyondan 1000 milyona (milyara) hem alan hem satan için memnun edici pek çok fiyat hedefi var. İlla tekboynuz mu olmalı?
Türkiye’de Peak Games, Getir, Dream Games, Trendyol ve Hepsiburada ile 5 tekboynuzumuz var. Müthiş başarı! Bu yazının amacı bu başarıları küçümsemek değil (ki haddime de değil). Ama tek yolun tekboynuz olmadığını, sadece tekboynuz olmanın başarı sayılmadığını, bu pazarda sadece onların olmadığını hepimizin kendimize tekrar tekrar hatırlatması gerek. Sadece tekboynuzlara odaklanmak, olimpiyatları sadece altın madalya alanları izlemek için izleyip, sonuncu gelen atletin oraya kadar nasıl gelebildiğini, o finali hangi şartlarda koştuğunu, hatta ülkesinin rekoruna sahip olduğunu göz ardı etmek demek. Eğer öyle ise, bırakalım tek kişi koşsun, altını da ona verelim. Ne gerek var bu çabaya?