“TEMPLATE” HAYATLAR

Şablon kelimesini başlıkta “template” olarak kullandım, çünkü tasarım dünyasında çoğunlukla bu İngilizce hali ile kullanılıyor. Çağımız kentlerden, giyime, yeme içme kültüründen dijital yaşama bir şablonlar sahnesi.

1998 yılının Nisan ayındaki ilk kuruluşunun ardından, 2016’da televizyon yayıncılığına çağ atlatacak ilk global TV yayıncılığına geçen Netflix’in yaşamlarımızın böyle bir parçası olacağını bilemezdik.

Bir hizmeti veya ürünü ilk olarak sunan markaların o ürünün/ hizmetin kendisi olarak anılması gibi muhteşem bir güçleri vardır. Tuvalet kağıdı veya kağıt mendile nasıl sanki kendi ismiymiş gibi Selpak deniliyorsa, ekran karşısında bir şeyler izleme eyleminin ismi de Netflix oluverdi. BluTV, AmazonPrime, Mubi, GainTV ve birkaç farklı kanaldan daha da izlesem, artık bir şeyler izleme eylemin tümü benim için: Netlifxing!

Netflix bu başarısını, yarattığı model ile öncü olmasının yanında, çok iyi kullandığı algoritmalar, güçlü markalaşması ve yapımlardaki kalitesi ile sağladı. Sunulan yapımlar ister belgesel olsun ister dizi veya film, bir Netflix formatı söz konusu. Kanal, Türkiye’den de pek çok yapımı destekliyor; bu gelişme hiç şüphe yok ki ilgili sektör adına çok umut verici ve sevindirici. İşte son dönemde çekilmiş olan bu yapımlardan birini izlerken aklıma bu şablon meselesi fena halde takılıverdi.

Bize ait bir hikayenin, bize ait bir kentin, mekanların, oyuncuların o şablon içerisinde nasıl da sakil durduklarını fark ettim ve bu diziyi, sadece değindiği konu önemli olduğu için zorlukla tamamlayabildim. Işık, çekimler, efektler, replikler ve müzikler, özetle bir görsel üretimi nitelikli yapacak ne varsa hepsi kendi kültüründen doğasından uzaklaşmış ve Netflix standardına girivermişti. Bu durum beni fena halde rahatsız etti ve yapımdan uzaklaştırdı.

Kimileri bunu bir kalite yükselmesi olarak görüyor ve keyif alıyor. Ben, biraz da bu konularda ilgili ve bilgili biri olarak bu standardı, yüksek bir standart olarak görmüyor, aksine standartlaşma, başka bir deyişle sıradanlaşma veya vasatlaşma olarak görüyorum.

Netflix, kurumsal olarak kendi standartlarında içerik üretimi için bu şablonları açıkça sunuyor, talep ediyor, bu konuda eğitimler veriyor; özetle kendi kurumsal dilini, standardını yaygınlaştırıyor. Açıkçası bunda, bir ticari faaliyet olarak, tüketim kültürü normları içerisinde her hangi bir sorun yok. Markalaşma yönünden içeriğin, yani tüketiciye sunulan ürünün kurumun kendi standartlarında olmasını sağlayabilmek ve bunu globalleştirmek büyük bir başarı. Ben konunun kültürel ve yaratıcılık tarafındayım.

ŞABLONLAR YARATICILIĞI ÖLDÜRÜYOR MU?

Şablonların yaratıcılığı öldürdüğünü düşünüyorum.

Netflix bu standardı gözüme soktukça, ona olan bağlılığımı yitiriyorum. Çünkü Türkiye’den, İspanya’dan veya Amerika’dan çıkan yapımların biribirine benzemesinden, görüntülerin, akışların, hatta kullanılan dilin bile aynı olmasından fena halde sıkılıyorum.

Belirli formatları, şablonları hayatımızda yaygınlaştıran en önemli olay, internetin kendisi. Çevrimiçi yaşamla birlikte, gönderdiğimiz elektronik postalar, yayınladığımız web siteleri, bankacılık hizmetleri, ve büyük bir hızla artan çevrimiçi alışveriş siteleri bizleri görsel ve fonksiyonel bir şablonlar dünyasına soktu.

Oysa, iki boyutlu tasarım kağıt üzerinde daha sınırsız ve yaratıcıydı; hala da öyle olduğunu savunabilirim. Şimdi ise tasarım evrensel ekran boyutları ve pikseller ile belirli ve sınırlı. Biliyorum, diyeceksiniz ki kağıdın da ölçüsü, matbaanın ve mürekkebin de tasarımı limitleyen sınırları var! Ancak vurgulamak istediğim farklı bir şey. Evet var ama sonuçta o kağıt hep beyaz boş bir sayfa ve yaratıcı beyinden çıkacak o ilk çizgiyi, o eşsiz fikri bekliyor. Dijital dünyada tasarım anlayışı ise o fikri size daha baştan hazır olarak sunuyor.

“Web sitesi veya bir blog mu hazırlayacaksınız? Hemen açın bir şablonlar sitesi, orada “tasarımcılar” tarafından hazırlandığı belirtilen pek çok seçenekten birini alıp rahatça, uğraşmadan, vakit kaybetmeden kullanabilirsiniz! Üzülmeyin rengini, fontunu (harf biçimini) puntosunu (harf boyutunu) kendi isteklerinize göre değiştirip kişiselleştirebilirsiniz!” Diyor sistem. Kurumsal web sitelerinden, mobil uygulamalara, sosyal medya postlarından, yeni yılda gönderilen elektronik kartlara kadar, bize sunulan bu seçenekler arasından birini alıp tüketiyoruz bizler de.  Bir yandan ne kadar büyük bir hizmet; tasarım yeteneği olmayanlar için büyük bir kolaylık ve görsellik adına bir gelişim gibi görünüyor biliyorum, ama fark ettiniz mi örneğin tüm web siteleri nasıl da birbirine benzemeye başladı?

MOBİL EKRANLARDA TASARIM ŞABLONLARI

Web sitesi mi kaldı? diyecekler için, mobil ekranda karşılaştıkları şablonları hatırlatmak istiyorum. Örneğin Zara, H&M veya Tchibo’nun mobil alışveriş uygulamalarını birbirinden ayıran tek fark nerede ise logoları. Trendyol ve Morhipo’yu ayıran ise renkleri, o da ilk açılışta.. Ekranlar aşağı doğru kaydığında bu ayırım da ortadan kalkıyor.

Getir’i bu kadar benimsememizdeki en önemli unsurlardan biri, hizmet anlamında yakaladığı boşluğu iyi değerlendirmesinin yanında, onun tüketiciye sunduğu mobil ara yüzde bu şablonların olabildiğince dışına çıkan bir tasarım kalitesi sunmasıydı.  Getir uygulaması, kullanıcı dostu ve görsel olarak farklı tasarlanmış bir uygulama olarak kendine yer buldu; sağlam bir konumlama sağladı. Uygulamanın neresinde olursanız olun, standart ve vasat bir online sitede değil; Getir’de olduğunuzu hissederek ilerleyebiliyorsunuz. Bunu örnek alan, yılların Yemeksepeti, birden bire ortaya çıkan bu rakip karşısında çok geçmeden renklerini ve tasarımını revize ederek, en azından benzer bir dinamizme kavuşmaya çalıştı. Rekabetçi pazar, pazara öncülük eden markaya, yeni gelen markanın tasarım şablonunu dayattı.

Kuşkusuz dijital dünyanın teknik limitleri içerisinde şablonların pratikliği, ekonomikliği önüne geçilebilecek gibi değil. Ne var ki fark yaratan, sınırların dışına çıkan başarılı bir atılım da gerçekleştirmiş olabiliyor. Tüm bankaların, tüm mühendislik hizmetlerinin, tüm mimarlık ofislerinin kurumsal web sitelerinin, mobil uygulamalarının birbirine benzediği bir ortamda, kullanıcısına daha iyi ve anlaşılır bir ara yüz sunan, tasarım değerleri bakımından farklı bir çizgi tutturan, fark etmeden pazarda sıyrılıyor ve tüketicisi ile bir bağ kuruyor. Bu, konunun değinmek istediğim bir tarafı. Diğer yanda ise bu şablonlaşmanın bir tek tipleşme olduğunu vurgulamak istiyorum.

ŞABLONLAR TEK TİPLEŞTİRİYOR

Akımlar ve eğilimler de birer şablondur. Moda akımları tek tipleştiriyor. Sokağa çıkıp bakın. İnsanlar nerede ise aynı giyiniyor. Kendinize özel olarak diktirmediğiniz sürece, hazır giyim markalarının sunduğu tasarım ile yetirmek durumundasınız. Canınızın istediği bir giysiyi bu markalarda bulabilmek için, önce moda olmasını beklemek zorundasınız; moda olmayadabilir tabii. Ana akımın dışında kalmak isteyenler her şeyin alternatifini ararlar. Alternatif moda markası, mekan, müzik. Alternatifin bile bir şablon haline dönüştüğünün farkında olmadan.

Yaygınlaşan estetik tutkusu insanların suretlerini bile aynı hale sokuyor. Kişiye ve yaşa özel çizgiler, yaşam izlerimiz olan lekeler bedenlerimizden kalkıyor. Herkes birbirine benzemeye başlıyor. Kusursuz bir güzellik anlayışı insanları, maalesef statü göstergesi olacak biçimde tek tip saç renkleri ve modelleri, tek tip giysiler, tek tip otomobiller ve evler biçiminde belirlenmiş şablonlara sokuyor. Herkesin birbirine benzediği bu ortamda ne kadar standartlaştıklarını görmeden tek tipleşiyorlar. İçindeyken hissedilmiyor belli ki ama dışarıdan bakıldığında bu standartlaşmanın mediokrasisi okunabiliyor.

Toplu konut politikaları tek tipleştiriyor. Belirli bir ekonomide, belirli bir tipte yapılan yapılar Türkiye’den Çin’e kadar insanlara bir standart olarak sunuluyor. Kentsel yapı mevzuatları öyle limitli ki, yapı üretimi ya tek tipleşiyor ya da bundan kaçınmak üzere, aşırı bir görsellik sevdasına kapılıyor. Süslenmiş ve iddialı cephe tasarımları, alışılmadık geometrik formlar, bu limitler içinde farklılığı arayan yatırımcıların ve tasarımcıların bize sunabildiği çabalar olarak yaşamlarımızı şekillendiriyor. Sistem, mimarı doğru ve yeterli fonksiyonları sunan yapı üretmekten alı koyup, dikkat çekecek, fark yaratabilecek yapı üretmeye zorluyor. Oysa, örneğin yapı söz konusu olduğunda şablonun dışına çıkmak, bir mobil uygulamadaki gibi görsellikten geçmiyor. Bu ayrımı yapabilenler bugün evrensel ölçekte iyi mimar, iyi tasarımcı olarak konumlanabiliyor.

Sosyal medya tek tipleştiriyor. Paylaşımlar için sunulan şablon tasarımlar, filtreler bu bu ortamda da kendi görsel dilini yaratıyor. Bir süredir dikkat ettiğim “influencer” tipi paylaşım stilleri var. Reklamı yapılacak giysiler veya ayakkabılar ise, influencerlar için belli duruş pozları var. Zaten  sanıyorum infulencer olabilmek için belirli bir duruş, oturuş, açı, ışık standardı var?  Reklamı yapılacak olan eğer eşyalar veya mekanlar ise hepsinin belirli bir dili ve görsel şablonu var. Bu şablonları anlatan uzun uzun yazılar, TikTok ve Youtube videoları yayınlanıyor.Ve tükm içeik üretimi bu şablonlara göre gerçekleşiyor.

Sosyal medya dünyasında zaten işler daha karışık. Eğer şablonun dışında iseniz kendinize belirli idealler uğrunda yer bulmanız nerede ise imkansız. Diğer yandan bu şablonlara göre yaşamaya öyle alışkın bir nesil var ki, yapılan her paylaşımı da bu şablonlardan edindikleri deneyime göre algılama eğilimindeler. Bir insanın kedine göre, kendi içinden geldiği gibi, kendisine özgü, yani özgün bir paylaşım yapması onların algılarını bozuyor veya tamamen yanlış farklı algı biçimleri üretmelerine sebep oluyor.

Sosyal medyada -hani pek rastlanmaz ya- mutsuz ve ağlayarak görünen kişi mutlaka “depresyonda”, bikini ile poz koyan kadın mutlaka “aranıyor”, mayo ile poz koyan erkek mutlaka “gay”, çok paylaşım yapan ”zavallı sıkılıyor” gibi etiketlenebiliyor. Sosyal medyanın şablon anlayışı sadece görsellikle de sınırlı kalmıyor; daha ötede iletişim normu olarak hayat biçimlerini etkiliyor. Birbiri ile iletişimi analog olarak kurmaktansa dijital olarak kuran, sosyal ortamda 140 karakterle ve ikonlarla haberleşen, bunlarla aşık olup, seks yapan ve sonra da yine buradan ayrılan bu nesil, buradaki paylaşımların tümünü bir iletişim biçimi olarak benimsiyor ve çok üzücü ki bu şablonlar içerisinde esaretlerin en büyüğünü yaşıyor.

Ayn Rand, başyapıtı Atlas Vazgeçti’de şunları söylüyor

"İnsanlar düşünmek istemiyor. Başları ne kadar derde girerse, o kadar az düşünmek istiyorlar. Diğer yandan bir tür içgüdüyle, bunu yapmaları gerektiğini hissederler ve bu onları suçlu hissettirir. Böylece, düşünmedikleri için kendilerine bir gerekçe sunan herkesi kutsayacak ve takip edecekler. Günahları, zayıflıkları ve suçlulukları olarak bildikleri şeylerden bir erdem - son derece entelektüel bir erdem - yaratan herkesi... Başarıya imrenirler ve büyüklük hayalleri, tüm insanların kendilerinden aşağı kabul edilenler haline geldiği bir dünyadır. Bu rüyanın sıradanlığın şaşmaz kanıtı olduğunu bilmiyorlar, çünkü bu tür bir dünya, başarılı insanın dayanamayacağı bir şeydir.”

Yaratıcılığın her alanında bu şablonların tümünü göz ardı eden, farklılığın peşinde koşarken kendine dayatılan taslakları, geçerlilikleri, normları düşünmeden kendi iç görüsü, deneyimleri ve duruşu ile yoluna devam eden tasarımcılar ve markalar! Gelecek sizin gibi görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi